‘Ol mahkemenin adl olur mu hiç, kararında?’
Eşler arasında örtünme konusunda çıkan bir ihtilaftan dolayı açılan bir boşanma dâvası, görüldüğü mahallî mahkemeden sonra, Temyiz’e de intikal etmiş ve Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, ‘koca’nın ‘karı’sına, ‘örtünmesi için baskı yapmasını ‘sosyal şiddet’ sayarak ‘boşanma sebebi’ kabul etmiş.. Bunu, şu veya bu yöndeki bir örtünme konusundaki şiddet kullanılmasına karşı bir karar olsaydı, doğru bir karar diye değerlendirebilirdik..
Açıktır ki, iki insan ve hele de eşler arasında tıpatıp bir davranış ve zevk birliği muhal olsa bile, tezadlar ne kadar artarsa, birlikte yaşama da o kadar zehirlenir. Onun için, ‘kimi zıddı ile bir araya koyarlarsa, onu cehennem azabına uğratmış olurlar’ denilmiştir..
Onun için de, taraflar, filan konuda illâ benim dediğim gibi olacak gibi bir dikteci ve diktacı, buyurgan ve kesin olarak öyle olmasını isteyen bir dayatmacı noktaya geldiler mi; birçok şeyin temelleri sarsılmaya ve hattâ dinamitlenmeye başlanmış demektir.. Bu açıdan, her konuda bir ayniyet olmasa bile; kabul edilebilir bir ortak anlayış ve zevk çizgisinde buluşmayı geliştirmeye çalışmalıdır, eşler..
Ve örtünme konusu da bir zevk mes’elesidir.. Ve hemen ekleyelim, inanç konuları da, ona inananlarca bir yaşama zevki ve şahsiyetin temeli olarak anlaşılmadıkça, bir yük bile kabul edilip, bu konuda, hele de başkalarının zorlaması, tahammül edilemez bir tablo oluşturabilir..
Bu konu, ‘giyim-kuşam’ konusunda da böyledir. Her bir insanın, ‘filanca istedi’ diye asla giyemiyeceği bazı kıyafetler vardır. Eğer, taraflar birbirlerine ‘şunu giy/giyme’ diye müdahale ederse, orada birlikte yaşanılamıyacağı kanaatine doğru adımlar atılmaya başlanır..
Bu açıdan, hele de ‘aile kurumu’ halinde bir arada yaşamayı kabullenen ferdlerin, birbirlerinin inanç değerlerini, hayat görüşlerini, zevklerini baştan bilip kabullenmeleri esastır.. Yoksa, büyük travmalar kaçınılmaz olur..
örtünmeye veya açılmaya zorlamanın resmî baskıyla sağlanmaya çalışıldığı toplumlarda ortaya çıkan uygulamalar, toplumun örf ve âdetlerin geliştirdiği çizgiyi bile tahrib ediyor..
Bu açıdan, Yargıtay’ın kararı anlaşılabilir (idi..) çünkü, taraflar birbirlerine giyim ve sair zevk ve yaşama tarzları konusunda baskı uygulamaya başladı mı, problemler derinleşir.
Amma, Yargıtay’ın konuya tamamen subjektif ölçülerle yaklaşması ve mâlum ‘ilke ve devrimler’e paralel yönde bir dayatmaya destek vermesi tablosuyla karşı karşıyayız.. çünkü Yargıtay, ‘koca’nın eşini ‘çağdaş kıyafetlere aykırı giyinmeye zorladığı için’ kusurlu bulup boşanmaya karar veriyor. Ama, koca, ‘çağdaş kıyafetler giyinmesi için zorlayabilir’ eşini..
‘çağdaş kıyafet’ ne demektir? Böylesi subjektif, herkese göre değişen bir hukuk olabilir mi?
‘Eşini örtünmeye zorlayan koca, kusurlu/suçludur..’ ifadesi, eşini açılmaya zorlayan erkek için, geçerli olmayacaktır. Yani, bir hanım, ‘eşim benim açılmam için baskı yapıyor; bu benim inançlarıma aykırıdır. Bu baskıyla yaşama zevk ve sevincimi yitiriyorum; yaşamak bana azab veriyor.. Toplum meydanına cinsiyetimle değil, ‘insan’ kimliğimle çıkmak istiyorum’ dese, Yargıtay’ın bu kararına göre, kanun tarafından himaye göremeyecektir.
Böylesine zâlim bir özgürlük anlayışının hukuk adına dile getirilmesi, büyük bir faciadır..
‘Ol mahkemenin adl olur mu hiç, kararında?’
BİR çARPIK ZEVKLİ MODACININ BEYAN ve de DOĞRULARI..
C. İpekçi adında bir modacı var.. ‘Muhafazakarlık’ deyince dindarlık anlaşılıyor, ben o anlamda muhafazakâr değilim. Ben klasik Osmanlı kültürüne bağlı olmak anlamıyla muhafazakârım, ama, bu yanlış anlaşıldığı için şimdi kendimi sadece özgürlükçü-demokrat olarak tanımlıyorum’ diyen bu kişinin cinsî sapma içinde olduğuna dair yayınlar medyada sözkonusu ediliyordu.. Biz müslümanlar o hali en çirkin ‘fizyo-psikolojik’ sapkınlık ve çarpıklıklardan gördüğümüz için o konuda konuşmak bile bize ağır gelir, geçelim..
Bu kişi, geçtiğimiz günlerde, kendisiyle yapılan bir röportajda, o sapkınlığa da açıklık getirdi ve kendisinin öyle olduğunu açıkça bir daha ilan etti; o sapkınlıktan tiksinenleri ‘homofobi’ (cinsî sapmalardan korkma vehmi) (!?) içinde olmakla da suçlayarak..
Kendi sapkınlığını savunmak için, ‘topluma karşı yeni bir saldırı’ geliştirme cur’eti, bu..
Bu kişi, ayrıca, ailesinin aslen ‘yahudi ve sabetaist/ dönme’lerden olduğunu da belirtiyor. Elbette, öyle bile olsa, onun gibilerden yine de azab duyarız. Toplumun ifsadına yol açacak hiçbir hal, müsamaha ile karşılanamaz.. Ayrıca, sadece İslâm’da değil, ‘vahy-î ilahî’ kaynaklı bütün dinlerde de bu sapkınlık lanetlenmiştir.. Kendisine ruh ve beden selâmeti dilerim.
Amma, bu kişinin başka konularda ilginç tesbitleri de var.. İşte birkaç örnek (özetle):
‘Yakın tarihte, Selaniklilerin ve genel olarak tüm gayrimüslimlerin yaşadığı büyük bir travma var. Varlık Vergisi.. Varlık vergisi utanç vesikası bir olaydır bu Cumhuriyet için. Gayrimüslimlerin ve Selaniklilerin bütün mal varlığı adetâ yağma edildi. (…)
6-7 Eylûl’ (1955) olayları da aynı şekilde.. O da, fecî bir trajedi..
Sadece talan değil, bir katliâm da yaşandı ‘6-7 Eylûl’ olaylarında.. (…) Mallara yok pahasına sahib ve zengin olan sınıfın çocukları şimdi de kendini elit görüp, Anadolu’dan gelen dindar insanlarımızı, türbanlı kadınları küçümsemeye kalkıyor. (…) Süzülmüş bir İstanbul kültürü varsa, kendine çağdaş diyen devlet tarafından işte o zaman bitirildi.. Dindar insanlarımızla bunun hiçbir ilgisi yok. Onlar alın terleriyle kazandılar..
Antisemitizm (yahudi düşmanlığı) olgusu? Antisemitizm, bu memlekette Cumhuriyet zamanında ortaya çıktı. Osmanlı dönemi bu açıdan çok daha ileri ve hattâ daha laik.. Osmanlı sarayında bir ermeni paşa olabiliyor, bir yahudi bakan olabiliyordu.(…) Osmanlı’da daha çok tolerans vardı. Cumhuriyet’te tolerans yok oldu, bu, geriye gidişten başka nedir?’
Türban meselesini de özgürlükler bağlamında mı görüyorsun?
Elbette öyle.. Hele benim içinde yaşadığım çevrede türbanlı kadınlarımıza karşı ahlâka, vicdana sığmayan bir muamele var. Bunu kabul etmek mümkün değil. Türbanlı kadınlar her ne sebeple türban takarsa taksınlar, laik bir devleti bunlar ilgilendirmez.
üniversite öğrenciliği dışında, devlet görevlerinde de aynı düşüncede misin?
Evet. Bir posta memuresinin, bir hemşirenin, bir banka veznedarının türban takmasının kime ne zararı olabilir? Bu vazifeler başı açık bir hanım kadar türbanlı hanımlar için de haktır. (…) Avrupa’da Hıristiyan hastaneleri var. Tüm hemşireler rahibe. Türkiye’de de İslâm hastaneleri açılabilmeli. Tüm çalışanlar da o şekilde olabilir. Ne sakıncası var?’
Evet, doğrular, çarpık kişilikler tarafından dile getirildiğinde bile, doğruluğundan yine de bir şey kaybetmez.. Doğru sözler, yanlış insanlara bile yakışır..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.