Çıkış yolunu ancak kendimiz bulabiliriz
ABD eski başkanlarından Bill Clinton Hamas’ın İsrail’in dünyadaki konumunu zayıflattığını, heybetini düşürdüğünü ve yalnızlaşmasına neden olduğunu falan söylemiş.Yalnızlaşmanın da zamanla uluslararası kınamaya kadar götüreceği öngörüsünde bulunmuş.
Sahilde dört çocuğu öldürmenin gerekçesiz, anlamsız ve gereksiz olduğunu; sivilleri hedef almakla da kendini dünyaya ahmak olarak takdim ettiğini de söylemiş.
Kısacası dil ucuyla hakikati dillendirmiş. Kimi ABD başkanları emekliye ayrılınca günah çıkarma kabilinden siyonist vahşete dair bazı hakikatleri dillendirirler. Ancak ülkenin direksiyonunda olduklarında ise klasik İsrailci tavırlardan vazgeçmezler.
Zira bu başkanların hiçbirisi Yahudi lobilerini karşılarına alma cesaretine sahip değildir. Aksi takdirde başlarına gelecekleri iyi bilirler. Clinton’ın Beyaz Saray’da Yahudi asıllı stajyer genç kız Monica Lewinsky’le başına örülen çorap gibi.
Aslında Clinton İsrail’e nasihat vermiş, çünkü dünyada nasıl bir İsrail karşıtı öfkenin biriktiğini görüyor. Bu öfke bir gün patlama fırsatı bulduğunda kimse onu kontrol edemez. Şımarık siyonist Yahudilerin aklı tutulduğu için bunu anlayacaklarını sanmıyorum.
Batı savunduğu değerler zemininde karizmayı çizdirdi. Sadece karizmayı çizdirmekle de kalmadı; adalet, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve tarafsızlığı, demokrasi gibi sistemini üzerine inşa ettiğini gururla söylediği paradigmasının da krizini fâş etti.
Geçen günkü yazımızda ABD’nin İsrail’e verdiği açık desteği ve küresel büyük medyanın İsrail yanlısı yayımlarına örnekler vermiştik. Rezaletin boyutu o noktalara varmış ki, artık maske bile takmaya gerek duymuyorlar.
Bakın, Almanya Başbakanı Angela Merkel, “Barış için iki taraf da tavizler vermeli ancak kendini savunma hakkı söz konusu olduğunda biz İsrail’in tarafında yer alacağız” demiş. Bununla, Müslüman dünyaya; ‘Siz bir hiçsiniz’ demiştir. Aynen diğerlerinin söylediği gibi.
Zulme zulüm diyemeyen, darbeye darbe diyemeyen, mazlumun kimliğine göre insan haklarını yorumlayan bu Batı, hâlâ bize uygarlık öğretmeye çalışmıyor mu, bu da başka bir rezalet.
Uluslararası hukuku zâlimin kimliğine göre işleten, darbeleri örgütleyen, sivil katliamlara imza atan bir dünya düzeni ne bizim ne de başkalarının sorunlarını çözebilir.
Bebek katliamı icra eden, sivil şehirleri en gelişmiş sofistike silahlarla nokta atışı vuran siyonist devlete Batı uygarlığını temsil eden o meşhur adalet heykeli de bir şey söylemiyor. Hani gözü bağlı yani adalet dağıtırken muhatabını tanımayan, bir elinde terazi yani görmeden eşit tartan, bir elinde de kılıç yani cezayı kim olursa olsun vereceğini vaad eden o sembolik heykelden bahsediyorum.
Bir medeniyeti içeriden çökerten en büyük âmil; adaletten uzaklaşması, zulmü meşrulaştırması ve güce tapınmaya başlamasıdır. Çağdaş vakamız tam da bu değil midir?
Batı’nın çifte standartlarını anlatmakla bitmez, haklı da olsak öfkelenmenin de bir faydası yok, biliyorum. Öncelikle kendimize kızmamız gerekiyor, bunu da biliyorum. Nasılsanız öyle yönetilirsiniz fehvasınca projektörleri kendimize tutup yeniden yapılanmanın yollarını aramalıyız.
Paramparça olmuş Müslüman dünya aklını başına almazsa eğer geçen yüzyılı kaybettiğimiz gibi 21. yüzyılı da kaybedeceğiz. En büyük bela da, içine hem itildiğimiz hem düştüğümüz tefrika...
Birliğimizi bozan gulat fırkalara, varolan ihtilafları derinleştiren sızma hareketlere de özellikle dikkat etmemiz gerekir. Ama hepsinden de öte, dünyevîleşen tasavvurumuz ve hayat tarzımızla yüzleşmek durumundayız. Zira çıkış yolunu ancak kendimiz bulabiliriz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.