Karadeniz.. Bir ateş ve kan deryası olmaya doğru..
Gürcistan lideri Saakashvili, ‘Rusya’nın blöf yaptığını, saldırmayacağını zannettiğini düşünüp yanıldığını’ söylüyordu dün.. İtiraf güzeldir, ama, böyle dünyayı ateşe vermeye vesile olan ahmakça siyasetlerin yanlışlığını itiraf eden kişilerin yapması gereken daha başka şeyler de vardır.. İstifa ve intihar..
Hitler intihar etmişti.. Saddam intihar edemeyince, îdam olundu..
‘Gürcistan'ın şu anda her zamankinden daha fazla NATO ve AB üyeliğine ihtiyaç duyduğunu’ belirten Saakashvili, Rusya'nın NATO'ya karşı zafer kazandığı izlenimi vermeye çalıştığını, ama, uzun vâdede kazanamayacağını da dile getiriyorsa da, bu da bir diğer yanılgı olsa gerek.. Nitekim, Rusya Meclisi (DUMA), Hükûmet’e G. Ossetia ve Abhasia’nın bağımsızlığını tanıması çağrısında bulunduktan 24 saat geçmeden, Kremlin bu ‘tanıma’yı, beklenmeyen şekilde gerçekleştirdi ve inisiyatifi elinde tutmak dikkatini göstermek istedi.. Bu, Rus Dışbakanı Lavrov’un, geçen hafta, ‘Artık Gürcistan’ın toprak bütünlüğü lafının unutulması gerektiği’ şeklindeki sözüne de uygun bir gelişme.. Amerika bunun kabul edilemezliğini söylüyordu.. Artık, yeni stratejiler belirlemek zorunda Amerika.. Keza, yıllardır fiilen Gürcistan hâkimiyeti altında bulunmayan G. Ossetia ve Abhasia’da Gürcistan’ın işlediği kanlı cinayetlerden sonra ve bu bölgelerin Gürcistan’a nasıl bırakılabileceği de bir ayrı soru...
Amerikan ve NATO tehdidi karşısında, Rusya geri oturacak mıdır, bunu ilerde göreceğiz.. Ama, hangi taraf tehdidini yerine getiremezse, o geriletilmiş olacak demektir.. İki taraf da tehdidlerinde ısrar ederlerse, o da Karadeniz’i bir ‘ateş ve kan deryası’na dönüştürebilir.. Amerikan savaş gemileri, Montreux Andlaşması’nın yorumunu gücüne göre yorumlayarak, Karadeniz’e doluşmayı sürdürüyor. Bu kurusıkı bir tehdid ile de kalmayabilir; her iki taraf için hayatî bir güç gösterisi çünkü..
Ve filler tepişirken, çimenler ezilir, bölgenin halkları yanar..
Bu arada, Saakashvili, evvelki gün yaptığı basın toplantısında, ‘İsrail’in Gürcistan’a göndermekte olduğu silahları durdurduğuna ve yahudilerin Gürcistan’ı terkettiklerine’ dair haberlerle ilgili olarak; ‘ülkemiz, İsraillilerin hâkimiyeti altındadır, onlar bizim adımıza kararlar alıyorlar.. Hükûmette iki bakanımız yahudidir.. Birisi savaş işleriyle meşgul olur, diğeri barış işleriyle.. (Savunma ve Dışişleri Bakanları) Onlar Gürcistan’da bizim adımıza kararlar alıyorlar..’ diyerek, İsrail rejiminin bölgedeki etkinlik çabalarının boyutlarına dikkat çekmiş oluyor.. Yani, bölgenin problemleri sadece Rusya, Amerika ve Gürcistan’a sınır ülkelerin stratejileriyle bağlı olmayan karmaşık bir tablo.. Kan ve barut kokuları veriyor..
*Yanlış, temelde ise; düzeltmeye nereden başlamalı?
Bölgemizde bu gelişmelerin olduğu ve sınırların alt-üst olabileceği işaretlerinin yükselmeye başladığı bir sırada, DTP Gen. Başk. Ahmed Türk’ün Yeni Şafak’a verdiği ve 25 Ağustos günü yayınlanan mülâkat daha bir manidâr bulunmalı..
Ahmed Türk’ün bağımsız bir kişilik sahibi olduğuna dair kanaatimi bu sütunda 10 Ocak 2008’de ona hitaben yayınlanan ‘Açık Mektub’umda da dile getirmiştim.. Son mülâkatında, A. Türk’ün, geçmişe göre hayli yol aldığını düşündüğümü belirtmeliyim.
üzerinde önemle durulması gereken çok önemli şeyler söylüyor. Diyor ki (özetleyerek):
‘Gerçekçi olmak lâzım, biz ütopyamızla bir dünya kuramayız. (…) Birlikte yaşamak için en kestirme yol anlamak. (…) Türkiye, birbirini anlamaya çalışma eylemine yabancı, empati yeteneği gelişmemiş, bencil ve dayatmacı kesimlerle dolu.. Herkes ötekinden üstün ve ayrıcalıklı olduğunu farzederek söze başlıyor. Herkes herkesten kurtarıyor ülkeyi. Fakat bütün bu sahte kurtarıcılıklar bizi daha da dibe çekiyor, terörün kucağına itiyor. (…) Bu ülke doğusundan batısına bir terör mağdurudur. Acı, gözyaşı, tabut ve bayrak hemen hemen her semte birkaç kere uğramıştır. Kürt ya da Türk, acı hepimizi eşitliyor.(…) Silahlı çatışmayla sorunların çözülmeyeceğini görüyoruz, geçmişte oldu ama günümüzde ne kadar haklı olursanız olun, silahla destek bulmak çok zor. (…) Silah bir hak arama yöntemi olmaktan çıkmalı, diğer yandan devlet sopayla Kürtleri susturmaktan vazgeçmeli. (…) Silahlı mücadele daha 10 yıl sürse de sonuç alınamayacağını herkes görmeye başladı. (…) 70 yıllık statükocu mantıkla hiçbir sorun çözülmüyor. (…) Sorunu çözmek için ortak aklı geliştirmek şart. Bunun için herkesle görüşmek istiyoruz, ama bize kapılar kapalı. (…)AK Parti'nin gündeme getirdiği bir iki konuda memnuniyetimizi dile getirdik, hemen ‘bölücülerle şeriatçılar bir araya geldi’ dediler.. Oysa ne onlar şeriatçı, ne de biz bölücüyüz. (…)Biz Ergenekon'un kaynağına inilmesini istiyoruz.(…) Bu örgütün geliştiği, beslendiği, büyüdüğü yer Kürt coğrafyasıdır.(..)
-PKK'yı devletin kurdurttuğu da söyleniyor.
İnanmıyorum, devlet kurdurduysa durdurabilir. (…)80 Darbesiyle Diyarbakır'daki işkenceler, gözaltılar çığ gibi büyüttü PKK’yı..
-Siz özal'la vefatından önce konuştunuz..
Bir gün beni çağırdı. …sekreterini dışarı çıkardı. ‘Şahinlik gerekirse herkesten şahinim, ama bu işin böyle çözülmeyeceğini görüyorum. Allah'tan başka kimseden korkmuyorum, Süleyman Bey gibi de korkak değilim, Kürt sorununu çözecek formülü bulmamız gerekir. Af çıkaralım, herkesten bir dilekçe alıp kapalı zarfa koyalım, beş yıl suç işlemediği takdirde zarflar ortadan kaldırılsın..’ dedi. O dönemde (…) biz Şam'a gitmeyi düşünüyorduk, size gidin ya da gitmeyin demiyorum ama giderseniz yanınıza başka partilerden de isimler alın dedi. Biz de öyle yaptık, ama kimse gelmedi. Biz Şam'a gittiğimizde özal'ın öldüğünü öğrendik..
-Sizin PKK'lı olduğunuz bir dönem var mı?
Ben bir kürdüm ve nasibimizi aldık. 12 Eylül sonrası Diyarbakır Cezaevi'ne girdim. Her gün Tanrı'ya; ‘Canımı al da beni bu işkenceden kurtar!’ diye yalvarıyordum. (…)
-Cezaevinde neler yaşadınız?
Beni 200 askerin arasına çırılçıplak getirip copla dövdüler. Tuvaletlerde pislik yediriyorlar, 24 saat işkence yapıyorlardı. Dayaktan her yerimiz simsiyahtı. Bir gün adam copunu kaldırmış, ‘Atatürk'ün annesinin adı ne?’ diye sordu, bildiğim halde söyleyemedim, aklım copa takılmıştı. Gece baskın yapılıyor, dayakla marş okutuluyordu, korkudan 56 tane marş ezberledim. Birçok insan cezaevinde gözümüzün önünde öldürüldü.. Yüzbaşı, doktora bağırarak, ‘rapora, ranzadan düşme yaz’ diyordu. Bir asteğmen doktoru gözlerimle gördüm, insanlığımdan utanıyorum diye ağlıyordu.
-Bunlar sizde nasıl bir travma oluşturdu?
Cezaevinden çıktıktan sonra köyüme gittim, şafakta uyanıyordum, köyün etrafı panzerle sarıldı diye. Evimde bile gece uykuda ayağa kalkıp marş okuyordum dayak korkusundan..’
*Evet, bu insanlıkdışı muameleler büyüttü, düşmanlıkları.. Bunlar bize yapılsa nasıl tepki verirdik?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.