Cehalet ve fanatizm kıskacında İslâm
Günümüzde Müslümanlar arası ihtilaflarda olduğu gibi Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki ihtilaflarda da iki aşırı uç olduğunu gözlemliyoruz.
Birincisi, ifrat çizgisi. Her ihtilafı fitne gören, meseleleri siyah beyaz netliğinde ele alan bir yaklaşımın kurbanı bunlar. Dilini helal ve haram hüküm vermede daha çok haramdan yana kullanan bir üslûbun takipçileri. İnsanların müslüman olup olmadığına karar vermede kendilerini yetkili gören ve tercihlerini daha çok tekfirden yana kullanan bir duruşu temsil ediyorlar.
Bir Müslümanı tekfir ederken bunu içtihat kabul eden, isabet ettiğinde iki sevap, hata ettiğinde bir sevap kazanacağını vehmeden ve bu yüzden olsa gerek çok rahat tekfire yönelen bir akıl tutulmasının kurbanları.
Tekfirde aşırıya gittiği gibi imkân bulduğunda tekfir ettiği kişi ve çevrelere kendince mürted fıkhını uygulamaktan da çekinmeyen rahmeti az, kalbi katı müteşeddid ve bağnaz bir sınıf. Suriye’de, Irak’ta Müslüman kanı akıtmaktan çekinmediklerini bütün dünyaya fazlasıyla gösteren IŞİD meselâ.
Nasslarla, Hz. Peygamber’in (sas) uygulamalarıyla çeliştiklerini ve mantık kurgusu açısından da tutarsızlık sergilediklerini hissetmiyorlar bile.
Meseleleri hep bidat ve küfür çizgisinde ele alan ve mutlak doğruyu kendi tekellerinde algılayan bir zehirlenmeyle mübtela bunlar. Tarihsel olarak kendisini Selefilikle irtibatlandıran ama daha çok Haricî damardan beslenenen ve aslında modernitenin mutlak hakikate sahip olduğu iddiasını dinî zeminde din adına savunan makasıd fıkhı fukaraları bir taife..
Çünkü bu ifrat çizginin beslendiği bir damar da aslında reddettiği modernitedir. Çünkü modernite de kendi doğrusunu mutlak kabul eden, diğer doğrulara hiç müsamaha göstermeyen ve modern devletler üzerinden katı uygulamalara yaslanarak toplum mühendisliği projeleri uygulayan yukarıdan dayatmacı bir geleneğe yaslanır.
Modern eğitim çarklarından geçen bu nesil bütün modernite karşı söylem ve görüntüsüne rağmen toplumla ilişkisini modern refleksler üzerinden kurmaktadır. Muhalifine benzeme sendromunu İslâm içi bir damarla meşrulaştıran bir pratikten bahsediyoruz.
Bu meselenin diğer tarafı ise tefrit boyutudur; tarihsel olarak Murcie geleneği ile buluşur. Buna göre kişi iman ettiğini diliyle söyledikten sonra artık ona hiçbir günahı zarar vermez. Bu tefrit çizginin de içinde daha uç tefrit çizgiler oluşmuş ve kişi diliyle ikrar etmese, sadece kalbiyle iman etse yine de mü’mindir diyen fırkalar üretmiştir. Dili ile söylemeyip amel ile takrir etmese de kişi mü’min ve cennetliktir iddiasındaki “kalbi temiz” ibâhiyeci taife bunlar.
Kendisini “Ne olursan ol yine gel” diyen tasavvuf içi bir damara da isnat etmeye çalışır. Buradaki ‘ne olursan ol yine de gel’ vurgusu gelenekteki manasıyla değil, postmodern bir formatta ele alınmaktadır.
Kısacası Murcie inancını postmodern formatta ve postmodern kavramlarla mecz eden ve dolayısıyla “her yol mubahtır” ve “ hakikat görecelidir” teorisiyle buluşturan bir çizgi.
Bu ifrat ve tefrit damarlardan beslenenlerin kimisi en temel meselelerde bile ihtilafı önemsemezken diğer tarafı ise en ufak meseledeki meşru ihtilafı dahi küfür sebebi sayabiliyor. İkisi de aşırılıktır, ikisi de zararlıdır, ikisi de Ümmet’e zaman kaybettiriyor. Biri dinî hükümleri eksilterek diğeri de artırarak bunu yapmaktadır.
Oysa bu Ümmet’in kurtuluşu, ifrat ve tefritten uzak vasat Ümmet kıvamını yakalamasıyla mümkündür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.