Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

Dilini Tutan Kurtulur

Dilini Tutan Kurtulur

Bu ifade, Tirmizî’nin Sünen’inde ve Ahmed b.Hanbel’in Müsned’inde geçen bir hadis-i şeriftir: “Men samete necâ.” Türkçeye “Dilini tutan kurtuldu” ya da “Susan kurtulur” diye tercüme edilebilir. 

Bu tavsiye, elbette emri bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münkerde bulunmamayı, hakkı söylememeyi yahut haksızlık karşısında susmayı değil; ne söylediğini bilmeyi, diline hâkim olmayı, önce düşünüp sonra konuşmayı, kem sözlerden ve dil afetlerinden sakınmayı, özellikle de öfke anında konuşmak yerine susmayı tercih edebilmeyi yani sözünü yutkunabilmeyi ifade eder. Nitekim, “İzâ gadibte fe’skut” yani “Öfkelendiğinde sus!” hadis-i şerifini de “Kırk Hadis” kitaplarında olsun, hat eserlerinde olsun sıkça okuruz. Yani asıl yiğitlik, öfke ve kızgınlık anında dilini tutabilmek, susabilmektir. 

Evet, ister sade bir vatandaş olun, ister makam-mevki veya şan-şöhret sahibi biri olun, dilinize hakim olabilmeniz, gerektiğinde susabilmeniz çok önemli bir erdem, çok kıymetli bir meziyettir. Ama eğer şu veya bu şekilde bir sorumluluk mevkiinde bulunuyorsanız ve ağzınızdan yahut kaleminizden çıkacak her söz, yazı, cümle hatta kelime dikkatle takip ediliyor ve dahası bunların şu veya bu yana çekilme ihtimali bulunuyorsa, bu takdirde kelâmınızı ve kaleminizi daha bir dikkatli ve rikkatli kullanmak, her sözünüzü daha bir tartarak söylemek durumundasınız. Her sözün, her görüntünün, her yazının ânında milyonlara ulaşabildiği şu “iletişim çağında”; sözünüzü de gözünüzü de sakınmak, yazdıklarınıza, çizdiklerinize, parmaklarınızla dokunduklarınıza da çok çok dikkat etmek zorundasınız.

Özellikle bazı kritik ve nazik zamanlarda bazı insanlar, konuşmak yerine susmayı başarabilselerdi, hem kendileri hem de sevenleri, izleyenleri, taraftarları açısından ne büyük bir hayır yapmış olurlardı! Hiç düşünmeden sarf edilen bir sözün, kontrolsüzce ağızdan çıkan bir cümlenin, hatta bazen bir tek kelimenin, öfke ile yapılıveren bir hakaretin, bir bedduanın; nice şan-şöhret, makam-mevki ve ilim sahibinin itibarını, saygınlığını bir anda bitirivermesi, tepetaklak edivermesi ne hazin bir durumdur!

Ah! Şu nefsimizi bir gemleyebilsek, öfkelerimizi bir yenebilsek, benlik ve bencilliklerimizden bir kurtulabilsek!.. Hep kendimizi haklı ve başkalarını hatalı görmek yerine, kendi hatalarımızın, kusurlarımızın da bir farkına varabilsek; karşımızdakilerin de haklı olabileceğine ihtimal verebilsek… Ama öyle olmuyor; birilerinin yanlışlarını, eksiklerini, olumsuzluklarını sayıp-dökmekten kendimize dönüp bakmaya fırsatımız bile olmuyor. Çok konuştukça da, çok yazdıkça da çok yanılıyoruz… 

İmam Kurtubî, el-Câmi‘u li-Ahkâmi’l-Kur’ân isimli tefsir kitabında; “takvâ” kelimesinin, dilde asıl olarak, ‘az söz söylemek’ demek olduğuna dair bir görüş nakleder ve bu bağlamda, “Takvâ sahibi gemlenmiştir (fazla konuşmaz)” deyişine yer verir. Demek; “takvâ”nın dile yansıyan kısmı susmaktır. Ama elbette, konuştuğunda da Allah rızasını gözetmektir. Kurtubî, Bayezid Bestami’den güzel bir söz aktarır: “Takva sahibi, konuştuğu zaman Allah için konuşan, amel ettiği zaman Allah için yapandır.” 

Tirmizî (Sünen, İman 8), Muâz b.Cebel’den (r.a) nakleder: Muaz, Efendimiz’e (s); “Beni Cennet’e girdirip Cehennem’den de uzak tutacak bir amel söyle” der. Rasûlüllah da (s), ona uzun uzun nasihatlerde bulunur. Sonunda; “Bütün bunların kendisine bağlı olduğu şeyi sana bildireyim mi?” der. Muaz; “Evet” deyince, mübarek parmakları ile mübarek dilini tutar; “Şuna sahip ol!” buyurur. Muâz, hayret içinde: 

-“Ey Allah’ın Rasûlü! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız?” diye sorar. 

Efendimizin (s) cevabı, bütün zamanlar, mekânlar ve konumlar için çok anlamlı ve ibretâmizdir: 

-“Ey Muaz! İnsanları yüzüstü Cehenneme sürükleyen, dillerinin ürettiklerinden başka nedir ki?” 

İslâm âlimi İbnü’s Sekît der ki: “İnsan, dilinin sürçmesinden dolayı uğrayabileceği musîbete ayağının sürçmesi ile uğramaz. Zira insanın sözü başını götürebilir, hâlbuki ayağının sürçmesinden hâsıl olan yarası zamanla iyileşir.” Atasözünde dendiği gibi: “Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez.”

Hz. İsa’nın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “İyilik üçtür: Söz, bakış ve sükût. Düşüncesiz söz boş; ibretsiz bakış yalan-yanlış; tefekkürsüz sükût da mânâsızdır.” (Maverdi, Edebü’d-Dünya ve’d-Din)

Sâdi Şirâzi’ye göre; “insan ruhunu iki şey karartır: susulacak yerde konuşmak ve konuşulacak yerde susmak!” Galiba bizim ruhlarımızı karartan, daha çok birincisi. Mevlana der ki: “Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur.” Öyleyse, kıyıya vuranlarımıza bakıp, kalplerimizi arındırmak durumunda değil miyiz? Bu yüzden Mevlana; “Dilini terbiye etmeden önce yüreğini terbiye et!” der. Yürek ise ancak Allah’ın Zikri Kur’ân’la tatmin olup arınır (Ra’d/28); zira kalbin cilası Kur’ân’dır. O halde “Kur’an’a yapış; her derde bir devâ, her zulmete bir ziyâ, her ye’se bir ricâ, içinde vardır” (Said Nursî).

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Abdullah Yıldız Arşivi