Zalimler için yaşasın cehennem!
“Bir kula haksız zulüm yapılır o da sabrederse, Allah onun izzetini dünya ve ahirette mutlaka artırır.” Hadis-i Şerif
“Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.” Lokman,13
“Kadı zulmetmedikçe, Allah Teâla hazretleri onunla birliktedir. Zulme yer verdiği zaman onu terkeder, artık şeytan onunla beraber olur.” Hadis-i Şerif
“Kanunların bittiği yerde zulüm başlar. “Lord Chatham
“Üç kişi vardır duaları reddedilmez: Adil devlet başkanı, iftarını yaptığı zaman oruçlu, Zulme uğrayanın duası.” Hadis-i Şerif
Haksızlık ve zulüm eden gaddar kimselere bizim buralarda zalim derler. Bütün zalimler acımasız, yani vicdansızdırlar. Ebu Cehil’in mantığı ile Musa (a.s.)’nın tevhidi mesajı karşısında direnen ve kendi rabliğini ilan eden Firavun’un mantığı aynıdır. Zalimlerin mantalitesinde halkı sömürmek, kendilerine köle yapmak ve onların sırtından saltanat kurmak vardır. Zalimler kendilerini piramidin en tepesinde görürken, sömürdükleri kitleleri ayak takımı olarak kabul ederler.
Zulüm: Adaletsizlik, eziyet, işkence, ambargo ve diktatörlüktür. Zulüm, kendine ait olmayan sahaya müdahale etmek ve bir şeyi kendine ait olmayan yere koymaktır. Zalimin zulmüne uğranılan yerde mazlum vardır ve mazluma kimlik sorulmaz. Zulüm görerek haksızlığa uğramış kişiye kimlik ve dünya görüşü sorulmaz. Haksızlık kimden gelirse gelsin, haklı olan mazlumun yanında yer almak, müslümanın temel vazifesi olmalıdır.
Zalime özenmek ve onun sahip olduğu geçici varlıklara ulaşma tutkusu, asla doğru değil, haram bir davranıştır. Zalimlerin yaptıkları yanlarına kar kalmaz. Bu dünyada değilse bile, ahrette mutlaka cezasını göreceklerdir. Şair öyle diyor:
Allah tokadının sedası yoktur, vurduğu zaman devası yoktur.
Mazlumların ahı, insanların kulağına ilişmese de Allah’la arasında bir perde yoktur.
Lanet etmekten hayatı boyunca kaçınan Allah’ın Rasülü, altı kişiye lanet etmiş ve bütün peygamberlerin de lanet edeceğini belirtmiştir. Peygamberi bu kadar öfkelendiren amil nedir?
1-Allah’ın kitabını tahrif edenler. Kur’an-ı Kerim üzerinde mânevî tahrif teşebbüsleri maalesef olmuştur. Bu tür tahriflerin en yaygın olan şekli, ayetleri asıl mânâsından çıkarıp başka bir anlama yapılan yorumlarlardır. Bu gibi yorumlar, genelde birtakım mezhebî görüşleri desteklemek amacıyla yapılmıştır. İmam Muhammed Bâkır aleyhisselam, bu gibi tahrifler hakkında şöyle buyurmaktadır: “Onlar, Kur’an’ın harflerini korudular, ama mânâsını tahrif ettiler; lafzını başkalarına aktardılar, ama mânâsına dikkat ve riayet etmediler.”
2-Allah’ın kaderini yalanlayanlar. Her şey Allah’ın kaderi olup, günü gelince ortaya çıkar.
“Şüphesiz biz her şeyi (önceden tespit edilmiş) bir kaderle yarattık.” (Kamer Suresi, 49.ayet)
Ubade İbnu’s-Samit (radıyallahu anh) oğluna ölümü sırasında demiştir ki: “Oğulcuğum, başına gelecek olan şeyin asla atlatılamayacağını, kaçırdıklarını da yakalayamayacağını bilmedikçe sen, imanın hakikatının tadını asla bulamazsın. Zîra ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediğini işittim:
“Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Kalemi yarattı ve: “Kıyamete kadar olacak şeylerin miktarlarını yaz!” dedi.
“Oğulcuğum, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan şunu da işittim:
“Kim bu inanç dışında olarak ölürse benden değildir.” (Ebu Davud, Sünnet ; Tirmizî, Kader)
3-Allah’ın haram kıldığını helal sayanlar. “Bu gerçekler, Allah’ın indirdiği hükümlerin dışında, başka bir şeyle hükmedilemeyeceği hususunu mantıkî olarak ortaya koyuyor. Her şeyin yaratıcısı, sahibi, malikî O olduğuna göre, yarattıkları için lâyık gördüğü nizamı vazetmek de O’nun hakkıdır. Mülkiyetinde bulunanlar için kanun koymasına ve onların uygulanmasını istemesine hiç kimsenin itiraz etme hakkı da yoktur. Eğer, insanlar arasında O’nun ahkâmıyla hükmetmekten kaçınılırsa; bu, O’na karşı çıkmak, O’na isyan etmek ve O’nun ulûhiyyetini inkâr etmek demektir. Allah Teâlâ bu gerçeği, kendilerine gönderilen Tevrat ile hükmetmekle emrolundukları halde, bundan yüz çeviren Yahudiler hakkında nazil olan ve böyle yapan her topluluk için geçerli olan, “...Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir. Kim, Allahın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir. Kim, Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir” (44, 45, 47) ayetleri ile bütün açıklığıyla herkese ilân etmektedir.” (Ömer Tellioğlu)
4-Allah’ın zelil kıldığını aziz, aziz kıldığını zelil kılmak.
5-Rasulullah’ın sünnetini terk etmek. Burada anlaşılması gereken husus: Sünnet, Rasulullah’ı s.a.s. aynen taklit etmek değildir. Halbuki bazı kılmadığına bakıp ta sünneti kılmamak onu taklit etmektir.
İlim ehlinin malumudur ki ittiba, taklitten ayrıdır. İttiba, Onun muradı üzere hareket etmek. Taklit ise maksat ve niyeti gözetmeden aynen kopyalamaktır. Rasulullahın dipdiri sahih sünnetini (O’nun hayatı ve sünneti, Kur’an’ın tefsiridir.) terk etmek, yoldan sapmaktır. O’nu dışlayarak İslam’ın anlaşılma imkanı yoktur. O, bir postacı değildir. Onun açtığı çığır ve kurduğu medeniyet kıyamete kadar sürecektir.
6-Gücü ile halka musallat olmak. “Saltanat meşrutiyeti” veya sırf ‘cumhuriyet’ gibi rejim tarzlarıyla islâmî devlet sistemi arasındaki temel fark da budur zaten: Sözkonusu rejimlerde bizzat şah veya halkın seçtiği temsilciler ‘kanun koyucu’durlar, kanunları onlar belirlerler; İslam’da ise kanun koyucu Allah Teala’dır, kanun ve kuralları ancak Allah belirler İslam’ın mukaddes kanunlarını belirleyen makam (Allah Tealâ -çev-) yegane ‘kanun koyucudur, O’ndan başka kimsenin kanun koyma yetki ve hakkı yoktur ve O’nun koyduğu kanun dışında başkaca hiçbir kanun yürürlüğe girmez. Bu nedenledir ki iktidarın üç merkez kolundan birini teşkil eden “kanun koyucu -yasama- meclisi” yerine, İslam devletinde bir nevi ‘plânlama ve program meclisi’ vardır ki çeşitli bakanlıklar için İslam hükümleri çerçevesinde plânlama ve programlamada bulunur ve kamu hizmetlerinin ülke çapında nasıl yapılanması gerektiği bu plân ve programlarla belirlenmiş olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.