Tweet atana hapis mi? Hadi canım...
Kobani olayları üzerine gündeme gelen “yeni hukuki düzenlemeler”e ilişkin tartışmalar daha çok sürecek gibi. Çünkü algı, adaletin sağlanması değil, özgürlüklerin kısıtlanması olunca, bu tür tartışmalar yasa çıkana kadar da yapılır, çıktıktan sonra da.
Endişelerden biri, özellikle “hükümet karşıtı basın”da “tweet atana hapis geliyor” başlığıyla gündeme getirildi. İddia edildiğine göre, sosyal medyada yer alan eleştirilere 5 yıla kadar hapis cezası verilebilecekmiş.
Burada “hükümet karşıtı basın” ifadesi önemli. Çünkü maalesef basın, “hükümet karşıtı” ve“hükümet yanlısı” olarak ikiye ayrıldı. Yanlılar, hükümet ne yaparsa yapsın düşünmeden, sorgulamadan, önü-sonu nereye varırsa varsın alkışlayıp desteklerken, karşıtlar da aynı şekilde hükümet ne yaparsa yapsın düşünmeden, sorgulamadan, ne getirip ne götüreceğine bakmaksızın eleştirip karşı çıkmaktalar. Bunun pratikteki anlamı şu: “Yanlılar yanlışları da destekleyebilmekte, karşıtlar doğruları da reddedebilmekte.” Bu tarzın çok “çirkin bir tarafgirlik” olduğunu sanırım her makul kişi kabul edecektir.
“Tweet atana hapis cezası” yorumuna, “tehdit suçunda üst sınırın tutuklamayı gerektirecek şekilde artırılması”ndan yola çıkılıp, tehdit suçunun “hükümeti sosyal medyada sert sözlerle eleştirenler”i de kapsayacağı sonucuna varılarak ulaşılıyor. Eğer yasa tasarıdaki gibi çıkarsa, Cumhurbaşkanını, Başbakanı, Bakanları veya güvenlik kuvvetlerini açıktan veya sosyal medya üzerinden “sert şekilde eleştirenler”in “tehdit suçlamasıyla tutuklanması” mümkün.
Bu tür düzenlemeler oldum olası hep “kuşkuyla” karşılanır, her zaman “en kötüsü”düşünülerek eleştirilir. Turgut Özal’ın, TCK’nın aracı olarak kullanılan 141., 142. ve 163. maddelerini kaldırırken aldığı eleştirileri hatırlayın. Çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu’nda aynı suçlara ilişkin yeni cezalar getirilmesine bakıp “değişen bir şey olmadığı”nı söyleyenlerin nasıl da ortalığı velveleye verdiğini... Kimse, mesela 163. madde kapsamındaki fiillerin 16-20 yıllık ceza üst sınırlarının 3-4 yıla indirildiğini görmek istememişti. Ama uygulamada nasıl da büyük bir rahatlama olduğunu yaşayıp görmüştük.
İnsanlar değişmiş değil ve yeni bir “ceza yasası” çıkarılırken endişelenmek normal; yeni mevzuattan kuşkulanmada yanlış bir şey yok. Elbette insanlar, haklarında yapılan ceza yasalarının en doğru ve gerekli haliyle çıkmasına çalışacaklar. Doğrusu, eleştirilerde dile getirilen olası tehlikeleri gözetip, “mevzuatın bu tür yanlışlara yol açacak deliklerinin kapatılarak çıkarılması”dır. Ancak kerameti kendinden menkul idareciler, yaptıkları her şeyi mükemmel görme duygusuyla, kimsenin fikrine ve endişesine değer vermemekte inat ediyorlar. Bu yüzden yapılan yasalar, “adaleti sağlamak”tan ziyade, muhalif unsurları baskılama ve toplumsal/bireysel özgürlükleri kısıtlama aracı olma işlevini görüyor.
Şimdi yeni düzenlemenin, Hükümet karşıtlarının, Hükümeti eleştirenlerin “düşman, hain, darbeci” suçlamasıyla ve tek hâkimin kararıyla dinleneceğinden, izleneceğinden, “somut delillere dayalı kuvvetli şuç şüphesi kriteri” aranmadan, herkese göre mahiyeti ve boyutları değişecek olan“makul şüphe” kriteriyle evinin, işyerinin, otomobilinin ve üzerinin aranabileceğinden korkuluyor.“Hükümete karşı suç işledikleri, örgüt kurdukları gerekçesiyle tüm muhaliflerin mallarına el konabilecek olması” da başka bir korku.
Bence insanların en önemli fikri ve siyasi hakkı, “hükümeti devirmeye çalışma hakkı”dır.Zaten her siyasal parti, mevcut hükümeti devirip kendi istediği gibi bir hükümet kurmaya çalışmıyor mu? Böyle bir hak olmasa, seçim sandığına da gerek yoktur, siyasal örgütlenmelere/partilere de. Dolayısıyla, yeni çıkarılacak yasanın “hükümet karşıtlarını cezalandırma” şeklinde “saçmasapan ve vahşi bir yorum”la uygulanacağını sanmıyorum.İnsanların elbette hükümet karşıtı olma hakları vardır ve bu hak asla, hiçbir gerekçeyle iptal edilemez, işlevsiz bırakılamaz. Öyle ya, niçin tüm toplum belli bir siyasal partinin iktidarına mahkûm olsun ki? AK Parti Hükümeti’nin yasadan amacının ve uygulamak istediği tarzın bu olduğunu da sanmıyorum.
Ancak, madem böyle endişeler var, yasa metninin uygulamada bu tür hatalara yol açabilecek tarzda yorumlanamamasını sağlayacak bir dil ile yazılması gerekmez mi? Mevcut metnin, yasalaşmadan önce bu tür kuşkuları giderecek tarzda tashih edilmesi hak ve adaletin gereği değil mi?
Ak Parti Hükümeti’nin, bir süredir “tepkisel hukuki düzenleme” yapma gibi bir yanılgı içinde olduğunu görüyoruz. Tartışmalı “MİT Kanunu”nu, “TİB düzenlemeleri”ni hatırlayın. Şimdi üzerine konulacak yukarıda endişelere dikkat çektiğimiz “iç güvenlik reformu”yla birlikte,“tepkisel yasal düzenlemelerle adaletli hukuk devleti anlayışından uzaklaşma” gibi bir tehlikenin belirdiğini söyleyen ve bundan endişe duyan insanları, tabiî ki anlayışla karşılamak lazım.
Toplumsal olayları kontrol etmenin yolu yasal baskı değil, insanların güven duyacağı ve sahipleneceği bir hukuk nizamının kurulmasıdır. Bu da ancak “toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerlerine uygun bir hukuk düzeni”yle mümkündür. Eğer toplum hukuku sahiplenirse, “sosyal otokontrol”, “polis zoru”ndan daha güçlü bir güvenlik önlemi olur.Aksi halde, “polis/yargı baskısı” diktatörlüğü, diktatörlük de “daha vahim bir yıkım”ı getirir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.