Hüda-Par ve HDP/PKK
Terör örgütü PKK’nın politik uzantısı olan HDP’nin Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın çağrısı üzerine sokağa çıkan terör örgütü üyelerinin neler yaptığını gördük. Ancak, PKK/HDP vandallarının sokakları savaş alanına döndüren eylemlerinin gerçek boyutlarıyla bilindiğini ve anlaşıldığını düşünmüyorum. Bölgenin en büyük İslami yapılanmasına yapılan saldırıların ve işlenen suçların çoğundan, toplumun maalesef haberi yok.
Devlet, bir siyasal partiyi, tüm mensuplarıyla birlikte adeta terör örgütü PKK ve yandaşı olan HDP’li vandalların insafına terk etmiş! Abartmıyorum. Gündemi yakından takip etmeye çalıştığım halde, gördüm ki Hüda-Par’a ve mensuplarına yapılan saldırıların çoğundan haberim yokmuş. Bunu ancak, Hüda-Par Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Sait Şahin’le görüştükten sonra anlayabildim.
Sait Bey’den, Kobani eylemleri esnasında partinin karşılaştığı saldırılara dair bilgi istediğimde, “3-5 sayfalık bir metin gelir” diye düşünmüştüm. Ar-Ge’den Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Necat ÖZDEMİR’in hazırladığı raporu bana ulaştırdığında dehşete düştüm. Bir aylık sürede Hüda-Par’ın uğradığı saldırılara ilişkin raporun 16 sayfa tuttuğunu söylersem, siz de dehşete düşmez misiniz?
Legal olarak faaliyet gösteren ve fakat terör örgütü PKK’yı alenen desteklediği bilinen HDP’nin genel başkanı, terör yandaşlarını sokağa çağırıyor. Sokağa çıkan yüzü maskeliler, bu zamana kadar hiçbir terör eylemine katılmamış, hiçbir illegal faaliyete bulaşmamış olan Hüda-Par mensuplarına ve destekleyen STK’lara saldırıyor. Devletin seyrettiği saldırıları Hüda-Par, ancak 16 sayfada güç bela toparlayabiliyor. Ancak, bu kadar büyük boyutlu saldırılar, bırakınız tüm toplumu, gündemi yakından takip edenler tarafından bile gerçek boyutlarıyla bilinmiyor.
Burada 16 sayfalık raporun tümünü vermem mümkün değil. Ama fikir verecek kadarıyla özetleyeceğim.
İlk saldırı 28 Eylül’de Mersin Mustazaflar Cemiyeti’ne yapılıyor. 6 Ekim’de zirveye çıkyor, 7 Ekim’de ise topyekûn saldırıya dönüşüyor. 15 gün içinde 73 saldırı... ve hiçbirinde kolluk güçleri saldırıları önleyip güvenliği sağlamada etkin ol(a)mıyor.
Saldırılarda Hüda-Par üyesi onlarca kişi yaralanıyor. Turan Yavaş, Hasan Gökguz, Riyad Güneş, Ahmet Dakak, Yasin Börü, Cengiz Tiryaki, Cumali Güneş, Fethi Yalçın, Muhammed Latif Şener adlarındaki 9 parti yandaşı öl(dürül)üyor! Üstelik bunlardan Yasin Börü, Riyat Güneş ve Ahmet Dakak yüksek balkondan atılıyor, arabalarla eziliyor, üzerlerine benzin dökülüp yakılmak isteniyor. Yasin Börü’nün bunlara ilaveten bir de başı taşlarla eziliyor!
Parti mensuplarının yanında, Hüda-Par’ın 21 teşkilatı, partiye yakın 14 STK, parti yandaşlarına ait en az 30 işyeri ve en az 12 ev; hatta hastaneler, camiler, Kur’an kursları bile saldırıya uğruyor. Saldırılarda parti ve STK ofisleri yakılıyor, tahrip ediliyor. En az 9 araba kundaklanıyor.
Saldırgan PKK/HDP yandaşlarının kullandığı silahlar/araçlar dikkat çekici. Taş, sopa, benzin ve benzeri her türlü malzemenin ve yakma olaylarına ilaveten, kullanılan silahlara bakın: Ses bombası, molotof kokteyli, bıçak, satır, tabanca, makineli tüfek, kaleşinkof piyade tüfeği, pompalı tüfek, bomba, uzun namlulu silah...
Görüldüğü gibi, sokağa çıkanlar “gösteri yapmak” için değil, alenen “sokak savaşı yapmak” için çıkmışlar ve hedeflerine de Hüda-Par ve ona yakın kişi ve kurumları koymuşlar.
Saldırılara karşı güvenlik güçlerinin yaklaşımları ilginç ve trajik bir durum arz ediyor. Hüda-Par’ın raporundaki şu cümleler bunu özetler mahiyette:
“Saatlerce süren saldırılar sırasında Emniyet güçlerinin saldırganlara geç müdahale etmesi dikkatlerden kaçmamıştır.” “Saldırılara müdahale etmesi için ısrarla çağrılan kolluk güçleri ise olay mahalline gelmemiştir.” “Emniyetin aranması üzerine ‘biz olay yerine gelemeyiz, orada silahlı kişiler var, siz kendinizi koruyun’ cevabı verilmiştir.” “Polise haber verildiği halde, imkânları olmadığı gerekçesiyle gelmemişlerdir.”
Peki, hayati tehlike altındaki bir kişi/kurum, polisten yardım istediğinde polis ona yardım etmeyecek de kim edecek? Devlet sokaktaki hakimiyetini bu kadar yitirdiyse, bu durumu neyle izah edeceğiz?
PKK/HDP’li saldırganlara karşı çekinik duran polisin, mesela Diyarbakır’da 3 İhya-Der üyesini, Mardin Dargeçit’te ise işyeri ve aracı kundaklanan bir Hüda-Par üyesini gözaltına almasına ne demeli? Hüda-Par raporunda denildiği gibi; “bu durumda devlet yetkilileri ve kolluk kuvvetleri, saldırganlarla beraber müteselsil sorumluluğa sahip” olmadılar mı?
“Hüda-Par ve yakın STK’ların, sancılı ve kaotik her dönemde başta PKK olmak üzere karanlık odakların saldırılarına ve tacizlerine uğradığını” görüyoruz. Bu durumda şu soruyu sormak lazım: Eğer Güneydoğu’da Hizbullah, Hüda-Par, Mustaz’aflar vb. İslami yapılanmalar olmasaydı, bölge hâlâ “ülke bütünlüğü” içinde kalır mıydı?
Hüda-Par’ı sadece bir “siyasal parti” olarak düşünmemek lazım. Batı’daki müslümanlar, Doğu’daki kardeşlerine tam olarak ve bütün hususlarda yardım etmeli, destek olmalı. Geçmişte her ne olduysa oldu, onu bir kenara koyup bugüne bakalım. Bugün, “geçmişin sıkıntıları”nı konuşmanın değil, “geleceğe yeni bir başlangıç yapmak için omuz omuza verme” vaktidir. Bugün tüm müslümanların, HDP/PKK’ya karşı Hüda-Par’ın yanında olma vaktidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.