Mescid-i Aksa, Kıble, Cihad...
Gerçekten de, “Siyonist/Yahudi Terör Üssü İsrail”in Mescid-i Aksa baskınına tepkilerde söylendiği gibi, Mescid-i Aksa kıblemiz midir? Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Mescid-i Aksa bizim için iki kıbleden birisidir” derken, Başbakan Davutoğlu “Mescid-i Aksa bizim ilk kıblemizdir” dedi. Protesto gösterilerinde de aynısı söylendi.
Sözü uzatmayacağım. Mescid-i Aksa kıblemiz değildir. Esasen “iki kıble”miz değil, “bir kıble”miz vardır; o da Kabe’dir. Müslümanın Kabe’den başka kıblesi yoktur! Mescid-i Aksa’nın “ilk kıble” olması, “kıble” bakımından önemsizdir.
Tabiî ki kastedilen, “el’an iki kıblemiz var” anlamında değil. Mescid-i Aksa’nın bizim için önemini belirtmek adına böyle söyleniyor. Ancak bu “iki kıble” meselesi bilinçsiz bir şekilde yer etmeye, “Kabe’den başka kıble yoktur” gerçeğinin hilafına bir algı oluşmaya başladı. Mescid-i Aksa müslümanların ilk kıblesi olabilir, ancak Kıble olarak Kabe belirlendikten sonra, o esnada namaz kılanlar yönlerini Kabe’ye döndürmüşlerdir; çünkü el-Aksa’nın kıble niteliği kalkmıştır.
Mescid-i Aksa’nın bizim için önemli olması için, “kıble” olarak tanımlanması gerekmiyor. Kıblemiz Kabe’dir, ama Mescid-i Aksa’nın her bir taşını, hareminin her karış toprağını savunmak ve bunun için ne gerekiyorsa yapmak, müslümanın esas vazifelerindendir. Bu yüzden “ilk kıblemiz” nutuklarını bırakıp, “el-Aksa’nın bizim için ne mana ifade ettiği”ne bakmak ve “işgalden kurtarmak için ne gerekiyorsa onu yapmak” lazımdır.
Ancak bizde sadece laf var, iş yok. “Siyonist/Yahudi Terör Üssü İsrail”in Mescid-i Aksa baskınına tepkiler çığ gibi. Tüm Türkiye Mescid-i Aksa için sokağa çıkıp gösteriler yaptı. Gösterilerde, “Mescid-i Aksa onurumuzdur”, “Kanımız, canımız feda olsun Aksa’ya”, “Kahrolsun İsrail” denildi. Ancak “kahrolsun” demekle İsrail kahrolmadı. Çünkü biz bağırıp çığırırken, İsrail ilerliyor; biz laf üretirken Siyonist iş yapıyordu. Kimse gidip Mescid-i Aksa için kanını ve canını feda etmedi. Çünkü slogan atmakla vazifenin yapıldığına dair geleneksel algı sapması vardı.
Devletin tepesinde bulunanlar da tepkilerini sıraladılar. Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Mescid-i Aksa’ya karşı yapılan bu eylem.... asla affedilemez, bağışlanamaz. Mescid-i Aksa’ya saldırmak Kabe’ye saldırmak gibidir” dedi. Ancak bu sözün gereği yapılmadı, bu söz İsrail’i durdurmaya yetmedi. TBMM Başkanı Çiçek, İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yaptığı saldırıyı kınadı. Ancak “bu olay, İslam Dünyası’nın bir araya gelmesine, uyanmasına ve gerçekleri görmesine vesile olmasına yeter de artar bile, ama bir uyanış var mı diye sorarsanız, onu da göremediğimi üzülerek söylemek istiyorum” diyerek esas yaraya parmak basmadan edemedi. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “İsrail’in bu yaptığı, ....bütün müslümanlara hakaret ve bütün müslümanları rencide etmek” dedi. Ama müslümanlar hep rencide olmayı çoktan kanıksamışlardı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan; “İsrail’in ....yapmış olduğu bu barbarca, alçakça girişim affedilir bir girişim olamaz ve ....bizim sessiz kalmamız da mümkün değil” dedi. Başbakan Davutoğlu da aynını söyledi. “İzzetli ve onurlu Filistinliler, izzetli ve onurlu müslümanlar ve insanlık bu işgalcilere fırsat vermeyecektir.... İnşallah Mescid-i Aksa da bir gün hürriyetine kavuşacaktır” diyen Davutoğlu’nun şu sözleri çok önemli: “Kudüs için, Mescid-i Aksa için ne yapılması gerekiyorsa, her şeyi yapacağız.” Başbakan, çıtayı daha da yükselterek, “bilisin ki, ....Filistin’in de sahibi var; o sahip Türkiye Cumhuriyeti’dir; Kudüs bizim davamızdır, davamız olmaya devam edecek” dedi.
Şimdi soruyorum: Sessiz kalmayacağız da ne yapacağız? El’an ne yapıyoruz? Mescid-i Aksa için, “işgali kınıyoruz, üzüntülüyüz, gereken neyse yapılacaktır” türünden nutuk atmaktan başka ne yapıldı? Meydan konuşmalarıyla, protesto gösterileriyle “Siyonist/Yahudi Terör Üssü İsrail”in durdurulacağını mı sanıyorsunuz? “Topyekün cihad” etmeden bunun mümkün olmadığını ne zaman anlayacağız?
Bakmayın Türkiye’nin esip gürlemesine, el-Aksa için esaslı bir adım atılacağını, ciddi bir hamle yapılacağını sanmıyorum. Çünkü bu zamana kadar hep böyle oldu. Sadece konuşuldu. Nitekim Başbakan’ın, “gerekli talimatları verdik” sözünün hemen ardından dedikleri bunun ispatı: “Başta BM’ler olmak üzere dünyanın her yerinde Kudüs’e sahip çıkmak için girişimlerde bulunacağız.”
Yani, “Siyonist sermaye”nin kontrolündeki “küresel güçler”in elinde bulunan “uluslararası kuruluşlar” nezdinde girişimde bulunulacak!... Hepsi bu. Sonuç şimdiden belli değil mi? Nitekim BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, “Kudüs’te tansiyonun yükselmesinden endişe duyduğunu, tüm taraflara sükûnet çağrısı yaptığını” vurgulamakla işi başından savdı. Şimdi bu BM ve diğer uluslararası kuruluşlardan Mescid-i Aksa davasına hayır gelir mi? Zaten Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da bunu ifade etti: “İsrail askerleri, o kirli postallarıyla Mescid-i Aksa’ya girdiler.... Bütün dünya seyrediyor ve hiçbir şey yapılmayacaktır, göreceksiniz.”
Sonuç: Müslümanın, Kabe’den başka kıblesi yoktur. Ancak kıblesi Kabe’ye bakanın, Mescid-i Aksa’yı Siyonist’e terk etmesi düşünülemez. Mescid-i Aksa kıblemiz olduğu için değil, bizim için çok önemli, kutsal, vazgeçilmez bir ibadethane olduğu için önemlidir. Onu korumak için müslümanlar, protestoların ötesine geçmelidirler: İsrail’le ilişkileri ve bağlantıları kesme, yahudilerin kazanç kapılarına misilleme, topyekün cihad, dünyayı Siyonist’e dar etme gibi...
Artık laf değil iş yapma zamanı. İş ve çare, savunma bağlamında;“topyekûn cihad”dır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.