Başbuğ’lara birkaç soru!..
Siyasetçilerin harcamaları didik didik edilir.. Bu gerekir de.. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kendi yaptığı tatil ve şahsî gezilerin harcamalarını bizzat ödediğini açıkladı, geçen hafta... Komutanlar ulusal bayramlardan ayrı olarak, tâyin, terfi veya vedâlarda, orduevlerinde ve askerî gazinolarda veya diğer askerî mekanlarda, -ve yurtdışı temsilciliklerde- resepsiyonlar/kabuller, kokteyller verirler.. Yenilir-içilir.. Müzik grupları sahne alır, vs.. Bu kabuller, elbette ki, T. Fikret’in ‘Hân-ı Yağma’sını çağrıştırmaz, ama, saltanat zamanında bunlar eleştirilebiliyormuş... Ya şimdi? Ve bunların parası kimden çıkar?
Em. Gen. Büyükanıt, kendiniz mi verdiniz o vedâ resepsiyonun parasını.. Yoksa, milletin hazinesine mi fatura ettiniz? Aynı şekilde, Gen. Başbuğ, kendiniz mi karşıladınız; Gen.Kur. Başk. sıfatıyla verdiğiniz o resepsiyonun harcamalarını.. Ve, bu harcamalar ne kadardı?
Biliyorum, kamuoyunu yönlendirmekle vazifeli em. generallerin, ‘Yahu onlar ülkeyi gece gündüz beklerken, bunlar sözkonusu edilir mi?’ gibi mesajları sökün edecektir, hemen..
Tamam, edilmez diyelim.. Ama, sorgulama, sadece sivil yöneticiler için mi caizdir? Org. Başbuğ, son konuşmasında, ‘Bugün toplumsal hayatımızda, dinî değerlere ağırlık verildiği için toplumun bir kesiminde laiklik ile ilgili endişe vardır ve bu ciddiye alınmalıdır..’ diyebiliyor.. Kutsarcasına dayandığı anayasasında, ‘Kimse, …dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.’ denildiği halde.. ‘Giderek güçlenen bazı cemaatler, ekonomiyi yönlendirmeye, sosyo politiği şekillendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Bu sosyal gerçek doğru analiz edildiği takdirde, buna karşı alınacak tedbirlerin başarı şansı olur’ diyebilen bir Gen. Kur. Başkanı, siyasetin ötesinde, topluma bir yaşayış tarzı ve felsefesi dikte etmeye de kalkışıyor pozisyonuna düşmektedir.. Gen. Başbuğ’a; bir din gibi algılandığı ap-açık olan kemalist/laik yaşayış tarzının da bir ‘dinî cemaat görünümü’nü çağrıştırdığı için, toplumda giderek, daha bir rahatsızlık meydana getirdiği söylenebilir mi?
Haberlerden anlaşıldığına göre, Başbuğ bir devrim yapmış ve astsubayların, orduevlerinin subay bölümlerine girebileceklerine dair bir uygulama lûtufkârlığında bulunmuş.. Doğruysa, güzel bir adım. Ancak, yalnızca astsubaylara kıyak geçmek yetmez. Ordu milletinse -ki öyledir, öyle olmak zorundadır ve siz de öyle diyorsunuz- millet niye kendi ordusunun evine, kendi aslî değerleriyle giremez? Orduevlerini açın millete; bu mekânlar, ayrıcalıklar açısından, ayrı bir yaşayış ve tahakküm tarzının koloni üssleri durumuna düşmesin..
Ayrıca, Gen. Kur. Başkanları ve diğer üst komutanlar, niçin, kendisini ilgilendirmemesi gereken konularda kesin hükümler verir gibi konuşurlar? Ellerinde silah olduğu için de genelde eleştirilemezler?..
Kerkük Mes’elesi gibi, bir başka ülkenin iç statü mes’elesi üzerinde, ‘türkmenlerin çatışmaya girebileceği’ gibi bir tehlikeden Başbuğ, nasıl söz eder.. Bu ihtimal, bir istek ve plan gibi de algılanmaz mı? Ve türkmenler sormaz mı insana; ‘80 yıldır neredeydiniz?’ diye ve o kavmî toplumlar orada arab, kürd, türk, vs. olarak ortaklaşa ve kardeşçe yaşarken, arabçı/kürdçü/türkçü/farsçı vs. ırkçı yaklaşımlarla onların o ortak hayatlarını ve kardeşliklerini zehir etmek hak veya yetkisini kim kendinde görebilir? Ve, siz bir ülkenin bir şehrinin statüsünü belirlemek iddiasını böylesine net olarak ortaya koydunuz mu, birileri de size Türkiye şehirlerinin statüsü için dayatmalarda bulunmak hakkını elde etmez mi?
İHTİLALCİLER, YENİLDİKçE GüREŞE DOYMAYANLAR GİBİ..
Gen. Kur. Başk. Başbuğ'un açıklamalarını Milliyet'ten F. Bila'ya değerlendiren Baykal, ‘çok doğru şeyler söyledi, çok güzel analizler yaptı’ dedikten sonra ‘Ama, her zaman böyle güzel konuşmalar yapıyorlar da... Artık sözlerin etkili olma aşaması geride kaldı..’ diyerek yeni bir şeyler beklediğini ortaya koymuş; ‘Bu güzel konuşmalar gibi, ben de defalarca benzeri konuşmalar yaptım, uyarılarda bulundum. Komutanlar da benzeri konuşmalar yaptı. Sonuç ne oldu? Türkiye belli bir yola sokuldu ve öyle devam etti. İktidar bu konuşmaları, uyarıları hiç dikkate almadı. Maalesef Türkiye sokulduğu bu yolda sürükleniyor..’ diyor..
Baykal, ne bekliyor demeye ne gerek var?
Kendi resmî ideolojisinin varoluş sebebini ihtilalcilikte, jakoben/tepeden inmeci devrimcilikte, dayatmacılıkta, kısaca İttihad-Terakkî komitacılığına bağlılıkta gören Baykal neyi kasdetmiş olabilir, mechûl bir şey mi?
AYDIN DOĞAN BİLE BAYKAL’DAN DAHA İYİ ALMIŞ DERSİNİ..
Aydın Doğan’ın Nuriye Akman’a verdiği mülâkat dün Zaman’da yayınlandı.. ‘AK Parti'nin kapatılmamasını nasıl karşıladınız?’ sorusunu, ‘..bence isabetli bir karar. Eğer parti kapatılsaydı Türkiye'de ciddi ekonomik sıkıntılar ve siyasi çalkantılar olacaktı. ülkemizin dış dünyadaki görüntüsü bundan olumsuz etkilenecekti. Sonuçları olarak da değişen bir şey olmayacaktı. AK Parti daha fazla oy alacaktı. (…)Ben kapatılmamasını samimiyetle arzu ediyordum.’ diye cevablıyor, A. Doğan..
Asker’in siyasete müdahalesi konusunda ise, Aydın Doğan, ilginç laflar ediyor: ‘Askerin siyasete müdahale etmesine ben hep karşı oldum. (Hele de Doğan Medya’nın tahrikçi yayınlarından da belli değil midir bu?!! SEç) Zaten askerler de siyasete karışmak istemiyorlar. Askerlerin tek endişesi cumhuriyetin niteliklerini korumaktır. (…) Sivil iktidarın emrinde olduğunu bütün Genelkurmay başkanları kamuoyuna ilan etmişlerdir.’
‘-27 Nisan bildirisi ile başlayan süreçte çok aktif olarak siyasete katıldılar ama...’
Aydın Doğan’ın buna da cevabı hazır: ‘27 Nisan bildirisinin isabetli olmadığı konusunda galiba artık genel bir mutabakat hasıl oldu Türkiye'de. Ben askerlerin gerekli dersleri çıkarttıkları kanaatindeyim.’
Bu arada, Aydın Doğan, günde 9 çeşit ilaç aldığı için, oruç tutamadığını söylemiş, ama, Ramazan ve kandiller hariç, her zaman içermiş.. O ilaçlar içkiye engel olmuyor demek ki.. Doğan, ayrıca, ablasıyla birlikte Hacca da gidecekmiş; ama, ablası ‘Şimdi bunu polemik yaparlar. AK Parti iktidara geldi de hacca gitti’ derler diye istememiş.. Ve ‘Bunlar iktidardan gittiğinde gidersin..’ demiş.. Aydın Bey de, ‘Bunlar uzun süre iktidardan gitmeyecekler galiba.’ öngörüsünde bulunmuş.. Hacca gizlice gidecekmiş..
Yaa, işte böyle, AK Parti iktidara gelmeseydi, belki de Aydın Doğan, hidayete erecek ve her tarafından cîfeler fışkıran o medya imparatorluğu belki ıslah olacaktı!?! Tayyîb Bey’in iktidarının böyle ‘günah’ları da var..
*Ramazan’ın hayır ve bereketlerine nail olmak ve maneviyatınden feyzlenmek dileğiyle..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.