‘Tek kutuplu’ dünya teorisinden, ‘kaos’a çılgın
Kendisini özellikle de Sovyetler’in çökmesi ve Amerika-Irak arasındaki 1991-Körfez Savaşı’ndan sonra ‘Yeni Roma İmparatorluğu’ olarak gören Amerikan emperyalizmi, şu 17-18 senelik uygulamalarıyla, dünyayı‚ yeniden ‘çokkutupluluğa’ da değil, içinden nasıl çıkılacağı bilinmeyen ‘kaos’lara sürüklemekte..
Mes’ele, küçücük Ossetia Buhranı’ndan ve Gürcistan’ın Ossetia’ya, Rusya’nın da Gürcistan’a müdahalesinden kaynaklanmadı.. Bu zorba dünya düzeninin bir yerden patlak vermesi kaçınılmazdı..
I. Dünya Savaşı da, 28 Haziran 1914’de, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu Veliahdi Ferdinand ve eşinin Saraybosna’da, bir sırb militan tarafından öldürülmesi üzerine, evet, sadece iki kişinin öldürülmesi üzerine patlamış sanılır.. Halbuki, o da, cephaneliği havaya uçuran kıvılcım mesabesindeydi.. Ve o savaşa girilirken, nice büyük ülkeler, nice büyük ideallerin hayâlindeydi. Ama, sonuç? Yenilmez sanılan nice dev orduların zir’u zeber olduğu; sonsuza kadar yaşayacağı, ‘ebed-müddet’ olduğu sanılan nice büyük ve güçlü devletlerin buharlaştığı, 30-40 milyon insanı eriten korkunç trajedi yaşandı.
Ve ‘barışı bitiren barış’ olan 1919-Versailles Andlaşması’yla sonuçlanan o savaş, 20 sene sonra yeni bir dünya savaşının neticelerini hazırlamıştı.. Onda da en azından 60 milyon insan öldü, özellikle Avrupa kıt’ası, I. Savaş’tan da korkunç şekliyle ve tekrar, baştan başa yıkıldı ve beşer tarihinin ilk atom bombası kullanılarak noktalandı..
Aradan geçen 63 senenin ilk 45 senesi de ‘Soğuk Savaş’ içinde geçti, dünyanın tepesinde bir nükleer silah tehdidi, devamlı sallandırıldı, ‘Demokles Kılıcı’ gibi..
Şimdi ise, nükleer silaha sahib olan ülkelerin sayısı 9’a yükselmiş bulunuyor.. Ve‚ ‘nükleer teknoloji’ye sahib olanların sayısı ise, iki misli.. Ve, onların da bir küçük sıçrama ile ‘nükleer silahlar’a sahib olabileceğinden korkuluyor.. ‘İran’ın ‘nükleer teknolojisi’nden duyulan korkunun temelinde de bu yatıyor.. Ve bu yarışın durmayacağı da açık..
Bugün ortaya çıkan ve karmaşanın da ötesinde, ‘global kaos’un başsorumlusu, Amerikan emperyalizmidir. Çünkü, o, 60 yıl boyunca dünyaya nükleer gücüyle hükmetmeye çalıştı..
Hele de komünizmin çökmesinden sonra, kendisine yeni bir düşman çıkarmak istiyordu ve bu yeni düşmanın İslâm olduğu, 1990’larda açıkça dile getirilmişti, Amerikan ve diğer Batı liderlerince.. (Zamanın NATO Gen. Sekreteri’nin ‘Bundan sonraki düşman, İslâm’dır..’ ve zamanın İng. Başbakanı Margareth Thatcher’in, ‘Soğuk Savaş’ın yeni mihveri, Batı ile Doğu Akdeniz’deki fundamentalist hareketlerdir’ şeklindeki sözleri bu konuda başka delile ihtiyaç hissettirmiyor..) Bu sözler Amerikan yetkililerince te’vil edilmeye çalışılmış olsa bile, fiilî tablo ortadadır ve Amerikan emperyalizmi, ‘11 Eylûl 2001’de kendi içinde uğradığı ağır ve korkunç saldırıları da, ortaya mantıkî hiçbir ilgi ve belgesini koymadan, varsayımlarla müslüman gruplar üzerine atarak ve sonra da, bu müslüman grupların arkasında olduğunu söylediği müslüman coğrafyalarından Afganistan ve Irak’a saldırıp işgal ederek, 1990’larda dillendirilen hedefleri gerçekleştirmeye çalışmıştır. Yani, böylece bütün müslüman toplumlara da gözdağı verilmiş, bütün zenginliklerinin yokedilebileceği pratik olarak gösterilip, sadece Irak’ta iki milyona yakın insanın öldürülmesine bile dünyanın nasıl tepkisiz kaldığından hareketle; ‘teslim olun, barış olsun..’nun yeni versiyonu olan ‘Pax Americana’ mesajları verilmiş ve bir ‘Yeni Roma’nın, bir ‘korku ve dehşet imparatorluğu’nun doğmakta olduğu anlatılmak istenmiştir.
*KAİNATIN ZID GÜÇ DENGELERİ ÜZERİNE KURULDUĞU UNUTULMAMALI..
Ama, görülüyor ki, bu sınır tanımaz azgınlıklar, birbirleriyle karşıt olan güç dengeleri arasından bile, kendi tabiî tezadlarını da ortaya çıkarıyor ve ‘Bir haşereye karşı bir başka haşerenin musallat kılındığı’ şeklindeki ilahî takdir yine devrededir..
Esasen, tek kutupluluk lafı, mantıken de yanlıştı.. Çünkü bir kutuptan sözedebilmek için, bir diğer bir veya birçok kutuplardan da sözetmek gerekirdi.. Ve Amerikan emperyalizmi de bunu bildiği halde isimlendirmeyip, yeni bir kutub olma ihtimali olabilecek müslüman toplum ve coğrafyalarını kolay lokma sanarak harekete geçmişti, ama, 5-6 yıldır o coğrafyada, bir bataklığa saplanmış bulunurken... Küçücük Ossetia Buhranı’ndan sonraki gelişmeler içinde, geri çekilmekle kendisine fazla bir manevra alanı kalmayacağını gören Rusya, devreye girince, Amerika’nın bütün stratejileri daha bir alt-üst oldu..
Rusya, dün, Amerika’ya açıkça rest çekmiş bulunuyor, ‘artık saltanatın bitti..’ diyerek.. Rusya Devlet Başkanı Medvedev dün, ‘Tek kutuplu dünya düzeni sona erdi’ dedi ve USA’nın da bu gerçeği kabul etmesi gerektiğini, Sovyetler'in çöküşüyle başlayan devrin kapandığını söyledi. ‘Vladimir Putin’le başlayan sürecin tamamlandığını ve Rusya’nın yeniden bir kutup olduğunu’ açıklayan Medvedev, ‘uluslararası hukuka saygılı olduklarını, saldırganlığa aynı şekilde karşılık vereceklerini’ de söyledi. Medvedev’in ‘ayrıcalıklı çıkar’ gözettikleri coğrafî bölgelerden tâviz vermeyecekleri’nden de bahsetmesi bütün eski Sovyet Cumhuriyetleriyle, özellikle Ukrayna ve Baltık ülkelerini dikenüstü hale getirdi..
Amerika ve NATO ise, Karadeniz’e insanî yardım (!?) götüren savaş gemilerini doldurmaya devam ediyor, ama, Rusya yetkilileri, bunların işinin de 20 dakikada bitirilebileceğinden sözediyor.. Ki, bu doğrudur da, sonrasında neler olur? Gürcistan da Ossetia bölgesine saldırırken, konuların buralara gelebileceğini hiç hesab edememişti herhalde..
Türkiye’nin, Amerika (ve NATO) ile Rusya arasındaki bir kapışmada ‘ilk savaş alanı’ olup, bir ‘nükleer küllüğe’ dönüşecek bir ülke olacağı açıktır. Çünkü, Türkiye, yarım asırdan fazla zamandır NATO üyesidir ve oradan ayrılması da mevcud şartlarda çok zayıf bir ihtimaldir.. Bu bakımdan, Rusya ile dost ve komşuluğu gözetmesi ve tansiyonu düşürmek için, Tayyîb Erdoğan’ın vargücüyle çaba harcaması ve diğer taraftan da NATO ile bağlı bir ülkenin başbakanı olduğunu unutmaması, önemlidir..
Bu arada, Rusya ile Türkiye arasındaki ticarî ilişkilerde ortaya çıkan ve 10 bine yakın TIR’ın gümrüklerde yığılması şeklindeki ticarî buhran üzerine, Kürşad Tüzmen’in Rusya’ya meydan okur gibi ve dışsiyaseti de etkileyebilecek sözlerinin yersizliğine burada değinmiştik.. Onun laflarına Hükûmet’in itibar etmemesi doğru bir yaklaşımdır. Nitekim, dün Ankara’ya gelen Rus Dışişl. Bak. Lavrov’la yapılan görüşmelerle, bu ticarî buhranın çözüm yoluna girebileceği ümidi doğmuş bulunuyor. Ama, meydan okumalarla hiçbir yere varılamazdı..
Kaldı ki, bugün Türkiye’nin en büyük ticarî müşterisi konumundaki Rusya ile olan o olumlu ticarî ilişkiler de, tehdidlerin değil, T. Erdoğan’ın bütün komşu ülkelerle iyikomşuluk ilişkilerinin kurulması ve geliştirilmesi gerektiği şeklindeki siyasetinin bir sonucudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.