Faruk Köse

Faruk Köse

Otoriteye isyan hakkı...

Otoriteye isyan hakkı...

Devlet tüzel kişiliğinin, meşruiyet için “sosyal sözleşme”yle kurulmasının önemini herkes kabul eder. “Otorite”, böyle bir “sosyal sözleşme”yle kurulmuşsa meşru bir otoritedir.

Ancak burada “sosyal sözleşme”nin, “seçimden seçime oy vermek”ten ve arada bir başvurulan “referandum”dan ibaret sayılmaması gerektiğinin altını çizmeliyim. Zira, “sosyal sözleşme”nin olmazsa olmazları bundan fazladır. Şöyle ki:

“Sosyal sözleşme” demek, “Anayasa” demek değildir. Esasında sosyal sözleşme, “toplum”un “devlet” ile yaptığı ve kendisine dikte edilen yöntem ve sistem içinde yöneticilerini seçtiği bir sözleşme de değildir. Bilakis, bireylerin devleti kurmak için “toplumsal örgütlenme”ye gitmesi, “devlet tüzel kişiliği”ni “toplumsal bünyenin değerleri”ne uygun olarak tesis etmesi ve “toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerlerine uygun” olarak işleri yürütecek idarecileri tayin etmesi anlamına gelir.

Sözleşmenin tarafları “toplum” ile “devlet tüzel kişiliği” değildir; sözleşmede taraf yoktur. Toplumun, kendi içinde bir sözleşme yaparak ya da kendi isteğiyle bir “ana-kaynak” etrafında toplanarak “devletli hayat”ı ve “devlet tüzel kişiliği”nin esaslarını belirlemek için oluşturduğu bir sözleşmedir. Sözleşmenin dayanakları ise toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerleridir.

Bu durumda “devlet tüzel kişiliği” topluma ve bireye hakim ve âmir değil, bilakis bireyin iradesi ve toplumsal varlık devlet tüzel kişiliğine hakim ve âmirdir; zira devlet tüzel kişiliği, devletli hayatın sürdürülmesi için lazım gelen işleri yürütmek üzere toplum tarafından tesis edilmiş ve bu tüzel kişiliğin üstlendiği işleri yürütmek için de yine toplum tarafından, idareciler tayin edilmiştir.

Sosyal sözleşme, bireysel ve kümesel tercihlerin ya da gücü elde tutanların çıkarlarına göre şekil alan, fonksiyon icra eden, “değişken ve güvenilmez bir hukuk sistemi”ne dayalı olamaz. Uygulama makamında olanların da mutlaka tâbî oldukları, tâbî olmazlarsa o yerlerini korumalarının mümkün olmadığı bir hukuk düzenidir esas olan.

Gerek devlet tüzel kişiliğini, gerekse Devlet adına yetkileri kullanıp vazifeleri yapmakla yükümlü gerçek kişileri/idarecileri tayin, denetim ve azl ile ilgili sistem de sözleşme ile belirlenir. Bunun için, “toplumsal onay”ı almadan “idare”ye gelmek mümkün olmadığı gibi, gelinen mevkide “toplumsal onay”ın devamının da sürekli gözetilmesi lazımdır.

Bunlar, ideal olan... Şimdi bu bağlamda, “birey için toplumsal bütünlükte aslolan ‘otoriteye itaat’ midir, yoksa ‘otoriteye isyan hakkı’ var mıdır?”  sualine cevap arayalım. Zira son zamanlarda farklı ağızlardan çokça, “otoriteye karşı çıkanlardan hesap sorulacak” cümlesini duyar olduk. Hatta, “İslami ve imani duruş” gösterenleri “otoriteye itaat”e çağıranları da görmüştük.

Eğer otorite, gücünü ve meşruiyetini toplumsal bütünlüğün “inanç, kimlik ve kişilik değerleri”nden almıyorsa, böyle bir otoriteye itaat, insanın kendine yapacağı en büyük zulümdür ve bu durumda “isyan hakkı”nın kullanılması kadar tabiî bir şey olamaz.

Ancak “otoriteye karşı çıkmak” tabiri, pratikte çoğu zaman “iktidara muhalefet” etmek anlamında kullanılıyor ve bir şekilde “muhalefetin susturulması”na yönelik tedbirler alınıp; yukarıda niteliklerini sırıladığım “sosyal sözleşme”ye göre yapılmayan “seçimlerde çok oy almak”la, birey ve toplum tarafından “mutlak itaat” için yeterli bir şart gerçekleşti sayılıyor. Haliyle, “iktidara muhalefet etme”yi “otoriteye karşı çıkmak” olarak gören anlayışlar türüyor.

Gerçekten de iktidara muhalefet etmek, “otoriteye isyan” adıyla suçlanmayı mı gerektirir? Elbette hayır! Bence, insanların en büyük hak ve özgürlükleri arasında, “iktidara muhalefet etme” ya da “otoriteye karşı çıkma hak ve özgürlüğü” de yerini almalıdır.

Önemli olan, “isyanın niteliği ve biçimi”dir; hatta “yasal” olup olmaması değil, “adil” olup olmamasıdır. Yoksa hiç kimse, “otoriteye mutlak itaat”le, veya “iktidara muhalefet etmemek”le yükümlü tutulamaz.

Eğer Devlet “toplumun devleti” ise, toplum “devletin malı” değilse, insanların “iktidara muhalefet etme” hakları da vardır, “otoriteye isyan” hakları da... Bunun “kamu düzeni” adıyla bastırılmasının “insan hak ve özgürlükleri”yle bağdaşır bir yanı da olmayabilir. Zira, toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerlerinden kaynaklanmayan, toplumun huzurunu ve mutluluğunu sağlayamayan, toplumsal rıza ve onayı almayan düzenlerin “kamu düzeni” niteliğini haiz olmaları mümkün değildir.

İnsanların, inançlarına, kimlik ve kişilik değerlerine, temel hak ve özgürlüklerine zarar veren, aykırı olan, zulmeden vs. otoritelere karşı çıkması, isyan etmesi, kıyam etmesi en büyük haklarıdır. Hz. İbrahim Nemrud’a, Hz. Musa Firavun’a, Hz. Muhammed, Ebu Cehil’e isyan edip haktan yana tavır alırlarken bu haklarını kullandılar. Tüm Peygamberler bu haklarını kullandılar. Rasulullah (sav) “Allah’a isyan hususunda mahlûka itaat yoktur” diyerek buna işaret buyurdu.

İnsanlar için, gayrimeşru otoritelere itaat diye bir vazife de yoktur, zorunluluk da;hatta otoriteye isyan, bazı durumlarda farz hale bile gelebilir. Aslolan, otoritelerin, toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerlerine uygun olarak teşekkül etmeleridir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Faruk Köse Arşivi