Askerlerin Anayasası
Geçen haftaki devir-teslim törenlerinde askerler yine alışılmışı yaptılar: Her Ağustos’ta olduğu gibi, Türkiye’nin anayasal düzenini kendilerince tanımlayıp buyurgan bir dille Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakana tebliğ ettiler. Aslında onların şahsında hepimize tamim ettiler.
Aslında bu törenler ve onların medya tarafından yansıtılma biçimi hür ve medeni olmak iddiasındaki bir ülkeye yakışmıyor. Her yıl Ağustos başında askeri terfilerin ayrıntılı olarak haberleştirilmesi de öyle. Onun için, bu gibi törenlere artık siyasilerin katılmaması, Cumhurbaşkanı’nın ise ‘başkomutan’ sıfatıyla ya sadece bir mesaj göndermekle yetinmesi ya da kendisini genel sekreteri vasıtasıyla temsil ettirmesi gerekiyor. Bu arada Başbakanın da genelkurmay başkanlarına talimat vererek törenlerde yapılacak konuşmaların askeri-teknik konulara inhisar ettirilmesini sağlamasına ihtiyaç var.
Yıllardır bu törenlerde yapılan konuşmaların sadece anti-demokratik değil fakat aynı zamanda anti-anayasal da olduğunu yazar dururum. Onun için, bu sefer bu konuşmalarla ilgili olarak sadece birkaç noktaya işaret etmekle yetineceğim. Gelecek yazıda da ‘ulus-devlet’ tabusunu ele almayı düşünüyorum.
Beni en çok dehşete düşüren, bir generalin ‘TSK’nın ulusunun dışında ayrı bir denetime ihtiyacı da bulunmamaktadır’ şeklindeki sözü oldu. Bu açıkça temsili organlara meydan okumak ve anayasal düzeni yok saymaktır. Çünkü, bir demokraside silahlı kuvvetler parlamento ve hükümeti atlayarak doğrudan doğruya millete başvuramaz. ‘Ben sadece millete karşı sorumluyum’ demek ‘hiç kimse bana hesap soramaz’ demektir. Bu, kısaca, egemen olan benim demektir.
Bu konuşmalarda yürürlükteki anayasal düzenin tanımıyla ilgili bir vurgu da, ‘láiklik’in Türkiye Cumhuriyeti’nin temel belirleyici ilkesi olarak gösterilmesidir. Deniyor ki, ‘Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır. Türkiye’nin varoluş felsefesidir. Anayasal düzenimizin temelini oluşturur.’ İlginç bir şekilde, anayasal düzeni láiklikle tanımlamak konusunda silahlı kuvvetlerle Anayasa Mahkemesi (galiba bir de CHP) aynı görüştedir.
Nitekim, Mahkemeye göre de ‘Anayasal ayrıcalığa sahip’ láiklik sadece siyasî-hukukî bir ilke değil, fakat aynı zamanda bir hayat tarzı, bir yaşam felsefesidir, çağdaşlığın kendisidir. ‘(T)üm hak ve özgürlüklerin de bu ilke temel alınarak değerlendirilmesi zorunludur. (...) Özelde korunması gerekli görülen láiklikle bağdaşmayan özgürlük savunulamaz ve korunulamaz. (...) (L)áik düşünce, tüm anayasal ilkelere egemendir. Láikliğe aykırı biçimde yorumlanıp değerlendirilmeleri söz konusu olamaz.’ (E. 1989/, K. 1989/12, 7.3.1989) ‘(Láiklik) Türkiye’nin modernleşme felsefesi, insanca yaşama biçimi ve insanlık idealidir. (...) ‘Demokrasiye geçişin de aracı olan láiklik, Türkiye’nin yaşam felsefesidir.’ (E. 1997/1, K. 1998/1, 16.1.1998)
Láikliğe diğer anayasal ilkeler karşısında hiyerarşik üstünlük tanıyan bu yorumun Anayasal dayanağı bulunmadığını, aksine anayasal düzenin keyfi olarak yeniden tanımlanması/kurulması anlamına geldiğini yıllardır yazıp söylüyoruz. Anayasa’nın 2. maddesi çok açıktır: Láiklik Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerinden sadece biridir. Hatta denebilir ki, 2. maddenin söz diziminden eğer ‘üstün’ veya ‘temel’ bir ilke çıkarılacak olsaydı, bu ancak ‘hukuk devleti’ olabilirdi. Öyle ya, Anayasa diyor ki ‘Türkiye Cumhuriyeti, (...) bir hukuk devletidir.’
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.