DARBECİLERE “İNSANÎ ZİYARET” OLUR MU?
Maksadım ne nefret duyguları uyandırmak, ne de intikam almak.
Peşinen söyleyeyim: İsyanım ayrımcılığa!
Bölücülüğe!
Haksızlığa!
Çifte standarda!
Malum, Ergenekon operasyonu çerçevesinde tutuklanan emekli Orgeneral Şener Eruygur ve emekli Orgeneral Hurşit Tolon'a önceki gün skandal bir ziyaret gerçekleştiren Kocaeli Kolordu Komutanı Korgeneral Galip Mendi'nin “darbeci ziyareti” gündemdeki yerini koruyor.
Çiçeği burnunda Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un da “darbecilere ziyarete” sahip çıkarak Genelkurmay Başkanlığı'ndan destekleyici bir açıklama yayınlamasıyla skandalın boyutları daha da genişledi.
"…Bu ziyaret, Türk Silahlı Kuvvetleri adına gerçekleştirilmiştir" açıklaması, daha çok tartışılacaktır.
Böyle tartışmalı eylem ve kararlara imza atan TSK, daha sonra muhtemelen yapılan açıklama ve yorumlardan rahatsız olup TSK’nın yıpratılmaya çalışıldığını iddia edecektir.
Peki o zaman TSK’nın tartışmalı, şaibeli eylem, icraat ve davranışlardan uzak durması gerekmez mi?
TSK’nın bu çıkışı demokratik teamüllere ne kadar uyuyor? Bu çıkışla acaba Türkiye normalleşiyor mu, Avrupa Birliği müzakereleriyle birlikte müktesebata uygun hareket ederek asli vazifesine mi dönüyor mu?
Hayır!
Maalesef TSK’nın bu tutum ve davranışı vicdanları rahatsız etmiştir. Normalleşme ümitlerini zaafa uğratmıştır.
Bununla da kalmayarak TSK kurumsal desteğini alenen darbeci Ergenekon zanlılarından yana kullandığını belli ederek tehlikeli bir adım atmıştır.
Benim burada asıl üstünde durmak istediğim konu, askerin asli görevinin dışına taşarak Türkiye’de siyasete yön vermek istemesidir.
Yıllardır Asli vazifelerini ihmal ediyor TSK.
Ne demişti Başbuğ’un selefi Büyükanıt 12 Nisan 2007’de, yani e-muhtıradan tam 25 gün önce hükümeti suçlar mahiyette yaptığı basın toplantısında “Şu soruyu bana sorabilirsiniz: ‘Peki Kuzey Irak’a bir operasyon yapılmalı mı?’ Yapılmalı. Olayın iki boyutu var. Birincisi sadece asker olarak baktığım zaman, evet yapılmalı. Fayda sağlar mı? Evet, sağlar. Olayın ikinci boyutu, siyasi olaydır. Bir hudut ötesi operasyon yapılması için bir siyasi kararın ortaya çıkması lazım” demişti.
Evet aradan aylar, yıllar geçti, topu atmaya çalıştığı siyasi irade operasyon için kararını verdi. Yetkiyi TSK’ya bıraktı. Yani üstüne düşen vazifeyi kararlı bir şekilde yerine getirdi.
Ancak başı örtülü anaların kınalı kuzularının akan kanı bir türlü durmadı. Şu günlerde de dahil, gün geçmiyor ki Mehmetçiğin kanı akıtılmasın.
Rütbeliler Dağlıca’da göbek atarken Mehmetlerin anası ağlıyor.
İster istemez insan düşünmeden edemiyor.
Çifte standart, ayrımcılık, bölücülük…
Bir yol tutturulmuş. TSK’nın yanlış adımları değerlendirildiğinde hemen TSK’yı yıpratmakla suçlanırsınız.
Sivillerin ise, haklı da olsa haksız da olsa eleştirilmesi serbest.
Ortaya şöyle bir mantık yanılsaması çıkıyor.
Askeri yıpratma!
Sivili yıprat!
Bu çağda bu nasıl bir mantık?
Bu nasıl hakkaniyet!..
Bu nasıl vicdan!
Bu nasıl zihniyet!
Skandal ziyaret, ister istemez akıllara 28 Şubat sürecinde dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın cezaevine yaptığı başka bir ziyareti getirdi.
Bilindiği gibi Kazan, Adalet Bakanı iken hakkındaki karar henüz kesinleşmeyen, sadece tutukluluk hali bulunan dönemin Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ı cezaevinde ziyaret edince, Genelkurmay, malum medya ve bazı çevreler ortalığı ayağa kaldırmış, konu Milli Güvenlik Kurulu'na kadar bile götürülmüş, Anayasa Mahkemesi'nde de kapatmaya delil sayılmıştı.
Oysaki o dönem Ne TBMM’den ne de başbakanlıktan ne de dönemin iktidar partisinden “Bu ziyaret, hükümet adına yada Refah partisi adına gerçekleştirilmiştir"
denilmedi!
Düşünsenize Erbakan Hoca’nın ertesi gün çıkıp, ‘Bu ziyaret bizim bilgimiz dahilinde gerçekleşti’ demesini.
Ne olurdu acaba?
Neler olmazdı ki!
Sonuç olarak TSK’nın yaptığı bu “resmi ziyaret” ve akabinde yaptığı “resmi açıklama” ne “insani” ne de “vicdani” ölçülere uyar.
Oraya “insaf”, “izan”, “vicdan” ne zaman gelecek?
Kim getirecek?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.