Ah bir canlı bomba olsam... Patlamak ama söz kudreti ile
Canlı Bomba fakat Can Veren Bomba olma ihtimali yok mu?
Son dönem İslam dünyası ile ilgili araştırmalarıyla hayli meşhur olmuş Oliver Roy ile konuşmuş Ruşen Çakır. İmamların canlı bomba olmayı marifet sayan gençleri hizaya getirmesinin mümkün olmadığını, zaten o gençlerin Avrupa toplumu içinden çıktığını, meselenin de kaynağının Avrupa’nın niçin gençlere böyle bir ihtimal sunduğunda aranmasını gerektiğini ifade etmiş. Ya da ben öyle anladım.
Bizim coğrafyadan çıkmaması, terörü çözüm alanların Avrupa toplumundan çıkması bizi kurtarır mı?
Bizim de mesuliyet duymamıza engel mi bu?
Umum hatlarıyla savunma refleksi ortaya koyduk ama iğrençti bence…
Sıkıldım, her samimi Müslüman gibi sürekli suç bastırma hamlelerimizden, suçu başkasına atıp kurtulma gayretkeşliğinden, vicdani hiçbir sorumluluğu paylaşmama tembelliğinden, İslam ile terör bir arada anılamaz ezberinden, ama canım onlar da lakırdılarından, batının eski suçlarını yüzlerine vurma merakından, terörün dönüp kendisini vuracağı korkusuyla suç bastırma telaşından, eylemi yapanlarla hiçbir ünsiyetlerinin olmadığını hatta onların Müslüman sayılmayacağı masallarından…
Hatta bir yazar şöyle yazdı: “Saldırganın sevgilisi bikini giymiş gördünüz mü?” Ne yani bikini giyen Müslüman olamaz mı? Tövbe, istiğfar edip doğru yolu bulamaz mı?
Ne yani bikini giymiş sonra da çarşafa sarınmış..
Ne yani üstelik Türkiye’ye girerken verdiği görüntünün senin eşinden ne farkı var?
Ne yani şimdi eskiden bikini giydiyse biz bu kadından İslam’ın içine sızmış ajan olarak mı bahsedeceğiz?
Ne yani bütün eylem yapanları dışlayınca bize kalan huzur mu olacak?
Cihadçı kelimesi yerine ‘mücahid o mücahid’ öğütlerimiz insanların mutmain olmasını sağlayacak mı?
Kendimizi kandırmaya daha ne kadar devam edeceğiz?
Belli ki bir problem var. Belli ki İslam’ın anlaşılmasında ve anlatılmasında daha doğrusu yaşanmasında bir problem var.
İnsanın “ben canlı bombayım!” diye haykırası geliyor.
Evet ben bir canlı bomba olmayı ne kadar da isterdim.
Patlayayım, infilak edeyim. İçimden çıkan bütün kelimeler, şiirler, sözler, usuller, idrakler, doğrular, haller yayılsın insanlığa..
Yahya Kemal şöyle dua ederdi Rabbına.
“Tanrım bana söz kudreti ver!”
Sözdür yılanı deliğinden çıkaracak olan.
Kelimedir insanlığı değiştiren…
Ne atom bombası, ne el bombası, ne kaleşnikof, ne dolar, ne iktidarlar, ne saraylar, ne uçak gemileri falan filan..
Kutsal kitapların çoğu kelimenin öncelliğine dem vurur. Önce söz vardı diye başlar biri. İkra diye başlar Kur’an.
İnfilak etsem, nerede, mesela Birleşmiş Milletler’de. Nerede? Mesela Avrupa Konseyi’nin “Avrupa için en büyük sorun Göçmen sorunudur, terörden bile önce” kararını aldığı ve birinci tehdit algısı olarak immigration ilanını yaptığı oturumun olduğu salonda…
İnfilak etsem ve her zerrem kalplere şunu dağıtsa:
“Yanılıyorsunuz beyler hanımlar…
İnsan hakları evrensel beyannamesi artık değişmelidir.
Eskimiştir.”
Bunun ardına saklanıp demokrasi ve insan hakları palavralarınızı artık kimse yutmuyor kendinizi kandırıyorsunuz.
İnsanları hayvandan daha aşağı muamelelere nasıl maruz bırakırsınız. İnsanlar batıya geçmek için neden insan tacirlerine bir yığın para vermek zorunda kalsın?
Niçin batılı biri, otostopla beş parasız bütün dünyayı turlayabilirken, bir doğulu istediği zaman Batıya gidemez?
Bunun insanlık neresinde?
Üstelik de doğulu toplumların sözde devletlerine bile bunun insan ticareti ve kaçak iş gücü olarak lanse edilmesini nasıl sağladınız?
Doğunun yılanlarını, böceklerini bitki ve hayvan gen kaynaklarını daha değerli varlıklar olarak batıya kaçırırken onun insan varlığına nasıl bu kadar şedit düşman oldunuz?
Bu nasıl medeniyet?
Davutoğlu ile Merker arasındaki konuşmanın öne çıkan kısmında da göçmen sorunu vardı ve Merker Suriye’den Avrupa’ya akacak korkunç göçü Türkiye’nin önlediğini itiraf etti. O kadar önemliydi ki onlar için bu, o yüzden teşekkür bile etti.
Evet, bir canlı bomba olarak bütün canım ve cananımla patlasam diyorum.
İnsan hakları evrensel beyannamesinin yeniden yazılması gerektiğini haykırsam.
Şöyle yazsam ve insanlık bunu kabul etse.
1. Küreselleşme gereği bilgi ve para serbest dolaşıyor.
2. Bilgi ve para kimin için?
3. İnsan niye serbest dolaşamıyor?
4. Bugünden itibaren insanın seyahat özgürlüğü önündeki bütün engeller kaldırılmıştır. İnsanın seyahati kısıtlanamaz. İstediği ülkeye gidebilir.
Böyle olması gerekmiyor mu?
Bütün sınırların açılıp insanın seyahat özgürlüğü sağlanmalıdır.
11 Eylül de, Ocak Paris’i de hep bu insanlık dışı duvarların örülmesi hadisesi adına yapılmıştır.
İslam ya da eskisiyle komünizm bahaneydi, bahanedir.
Rubai
Yanındayam lakin yadında mıyam
Yadında olanda yanında mıyam
Qorkıram kalbinde de yer yoh mene
Bir yoh zamanın ben ânında mıyam
BATININ KAÇAK GÖÇMEN SORUNU*
Kapalı kasa kamyonlara ne derler Fahrettin?
Hani durdurulup en ağır bir suçlu gibi muamele gören…
Süleymaniye’li bir Kürt’le aynı kaderi paylaşan;
Elaziz’li bir Gakkoş, ya da ne bileyim Sudan’lı Sait,
Müslüman Sait’in yanında Hıristiyan olduğunu düşünen Karim bir de…
Polis vazifesini bihakkın yerine getiriyor:
“Kıpırdamayın… dizilin şöyle şuraya… ne bu hal?”
Siren sesleri zaferler müjdeliyor;
“Amirim kaçak göçmenler yakalanmıştır,
Avrupa’ya haber verin rahat uyusunlar…”
“Görevimiz bu şek şüphe yok değil mi âmirim?
Avrupa rahat uyusun”…
Kâhin’in söylediği o gün ne zaman gelecek?
O üç milyon kara adam ya gelirse gerçekten!...
Duvarları yeniden örmeliyiz Doğu ile Batı arasına.
Ya Habil Kabil’den önce alırsa eline taşı…
Şanzelize, Kovın Gardın, Trafalgır Sıkuar, Grand Bazar
Kim kazanır bu savaşı?...
Bu tarihi kim yazar?
Kristin gözleri yaşlı, sarı saçlı başını yaslıyor omuzlarıma.
Korkma Kristin diyorum, bir şey olmaz, gerçekten…
Kristin korkuyor, kalbinin atışları göğsüme değiyor.
Korkma Kristin ben tanırım bu kara adamları…
Ben varım yanında, yanıbaşında; bakıyor Kristin;
“Üzgünüm” diyor gerçekten “üzgünüm, bilseydim…”
“Şimdi lanet okuyorum 11 Eylülü yapan soydaşlarıma…”
Kristin gözleri yaşlı, sarı saçlı başını gömüyor omuzlarıma…
*Çırağan Sarayı’nda TRT kuruluş yıldönümü yemeğindeyiz. Bir ara Kristin’le tanıştırdılar. Kristin zannederim ajandı. Ya da kocası… onunla paylaştık 11 Eylülü. Itiraf etti o v eben üzerine gittim. Ağladı… aynı günlerde Avrupa Konseyi Avrupa için en önemli meselesinin Türkiye’nin üyeliği olmadığını, kaçak göçmen sorunu olduğunu duyurdu. Gerçekten de esas mesele buydu ve bizim de en büyük kozumuz yine bu.. Nostrodamus’tan beri böyle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.