Adanmışlık
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında üç büyük fetret döneminden bahsedilebilir. Birincisi, Haçlı seferlerinin daha başında yani Türk-Selçuklu projesinin hayatiyet bulması sırasında Anadolu’da yaşanan o korkunç talandır. Batı’nın aç gözlü talancıları, din motifi ile Kudüs’ü kurtarma misyonuyla teçhiz edilerek Doğu’ya zenginlik ve iyilik coğrafyasına saldırtıldılar. Maskeler misyonerlik türevi bir adanmışlığı işaret etmekle birlikte, bugünkü davranış bilimlerine ya da sosyal psikoloji kodlarına göre; sözde kutsal dürtünün aslı faslı gem vurulmaz hırslarının Doğu zenginliklerini aparmak olduğu anlaşıldı. Sadece İslâm coğrafyasını değil, Bizans’ı da talan eden Haçlılar, dejenere adanmışlıklarıyla fazla kalamadılar ve Doğu Roma için de bugünkü bütün insanlık için de “lanetliler” olarak anılmaya başladılar.
Bugün bütün Avrupa bu lanetlilerin utancını taşımak istemediklerini dile getirme mecburiyetindedir.
Nitekim zaman zaman “özür” mahiyetinde açıklamalar yapmaktadırlar. Fakat burada işaret edilmesi lüzumlu bir gerçek vardır ki, o da, bu özrün adresini bilerek veya içgüdüsel olarak yanlış yere kaydırmaktadırlar. İstanbul’un talanından dolayı özür dileyen Avrupa, Türkiye’yi ve onun resmî, hukukî ve tabiî yönetimini değil de, yine derûnunda yatan talancı psikolojisiyle Patrikhane’yi adres göstermektedir.
İkincisi, Osmanlı’nın henüz kuruluş dönemindeki fetrettir. Daha büyük fetih projesi için kollar sıvanmışken Doğu’dan gelen Timur rüzgârıyla Osmanlı Devleti korkunç bir içe kapanma ve hedeften sapma mecburiyetinde kaldı. Fakat kısa zamanda toparlanan devlet olma şuuru, İstanbul’un fethine kadar olan süreci inşa edebildi.
Üçüncüsü, Fetret Dönemi Balkan bozgunu ile başlar gibi görünen gerekte kökleri Genç Osman’ın katline kadar uzanan çözülme daha doğrusu bozulma dönemidir ki, Kurtuluş Harbi ile devletimizi yeni bir forma kavuşturmuştur.
Devlet yeni bir form kazandığı içindir ki, Anadolu’nun baldırıçıplak Türkleri iktidarlara yürümeye başlamışlardır.
Hali hazırdaki devletimiz tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar güçlüdür. Fetret dönemlerinde bile devlet olma şuurunu kaybetmeyen ve adanmışlığını her dem yaşatan ecdadın da tarihte büyük hataları oldu. Padişahlar dahil hiçbir devlet adamı yahut ulemadan, udebadan, atalarımız layüsel değildir. Fakat en zor şartlarda bile taşıdığı adanmışlıktır ki onu nizam-ı âlem davasından alıkoymadı. Yarım kalan ne varsa ergeç tamamlamaya cehdetti.
Böylece aşkın olanı yakalayıp tekrar aşkın metafiziğiyle fiziğe hükmetti.
Türkiye Cumhuriyeti, Fatih’in İstanbul’u fethettiği zamanlardan çok daha güçlü ve büyük bir devlettir. Bir kere Fatih’in ordusunda topu topu iki yüzbin asker vardı. Bugün Türkiye’de silah altındaki asker sayısı bile bunun birkaç katıdır. Hele hele savaşma potansiyeli taşıyan genç nüfusumuzun milyonlarla ifade edilmesi gerekir. Fakat enerjisini içerde patlatmayı alışkanlık haline getiren bu ülke sanırım en büyük cevheri olan adanmışlığını kaybetti.
Adanmışlık oysaki bütün enerji veren kaynaklardan daha büyük bir lait-motive unsurudur.
Türkiye’nin bir davası yok.
Siyasetçinin bir davası yok.
Devlet adamının bir davası yok.
Akademisyenin bir davası yok.
İş adamının bir davası yok.
Din adamının bir davası yok.
Böyle ülke olur mu?
Niye yaşadığını veya niye yaşaması gerektiğini bilmiyor.
Böyle bir ülkenin bütün enerjisini davası olan başka siyasi yapılanmalar için berhava etmesinden daha tabii ne olabilir?
Türkiye’nin bir davası olmalıdır.
Bir ülküsü… Teoman Duralı hocanın dediği gibi “tarihte ülkü devleti kurmuş tek bir millet var. O da Türkler.” Ülkü devleti şu demek: devletin bir gayesi, bir davası, bir ülküsü vardır ve bu soyutlama beceresi yüzünden bu devlet bünyesindeki herhangi bir etnik gruba mensup şahıs eğer bu ülküye sahipse en yüce makamlara kadar yükselebilir. Bunu başka herhangi bir devlette göremezsiniz.
Bugün de Türkiye Cumhuriyeti bu tarihi emanete sahip yegane devlettir.
Fakat ecdadındaki adanmışlıktan eser yok.
Bize adanmış nesiller, adanmış idareciler, adanmış bürokrasi, adanmış akademisyen, adanmış din adamı, adanmış siyasetçi lazım.
Gerisi fasa fiso…
Rubai
Gök İnsanları
Göklerin her birinde uçuşuyor melekler
Gök insanlarıyla bir baş üstünde külekler
Bu cümbüşü ne bilsin görmez ki şaşı bakan
Gömer yaşayanları ellerinde kürekler
ÖZGECAN’DAN HABER VAR
Şehitler kervanından selam sizlere
Koruyun benden sonra namusunuzu
Direnin riyakâra, fesat gözlere
Kirletmeyin korkuyla namusunuzu
Elbet yeğdir ölüm bomboş yaşamaktan
Sonsuza dek bayrak yaptım iffetimi
Özgürüm kurtuldum bir zillet taşımaktan
Asumana imrendirdim nusretimi
Mezarımı kristalden yapsınlar
Değmesin kem gözler, namahrem eller
Vicdanı olanlar bir hisse kapsınlar
Korkusuz gezebilsin nurdan güzeller
O ırz düşmanlarının dönse de gözü
Yıkılmadım ayaktayım babacığım
Yine babam söyledi en güzel sözü
Meleklerle uçmaktayım babacığım
Şehitler kervanından yurduma selam
Kirletmeyin koruyun namusunuzu
Nice diyarlarda hep duyulsun selam
Haykırıp namusunuzu, usunuzu
ÖZGECAN’IN BABASI
Şehit kızımız Özgecan’ın babası Mehmet Bey, başına bu felaket gelmemiş fevri babalardan politikacılardan çok daha makul, mütevekkil ve ölçülü konuştu. Bağrı yanmasına rağmen ırz düşmanı katil için bile adalet istedi. Mehmet Akif’in ‘başkasının bederine temessül lazım’ diye tarif ettiği tabiat-ı icad eyleyip yani yeni öğrendiğimiz lafzıyla empati yapıp kendinizi bir de onun yerine koyun bir bakalım. Bu kadar mütevekkil, bu kadar makul ve bu kadar ölçülü olabiliyor musunuz?
İşte şehit babası böyle olur.
Allah O’nun gönlüne öyle bir serinlik verdi ki, belki de kızının evliyalardan daha yüksek bir makamda oturduğunu gördü bizzat.
Kimbilir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.