Bir şey eksik ama ne ?
Ortada millî birlik ve beraberlik içinde olunması gereken bir askerÎ operasyon var.
Neden öyleyse iktidar ve muhalefetiyle bütün dünyaya parlamentomuzun erdemini, erkini, kararlılığını, iradesini, bilgisini, inancını ve aklını haykıramıyoruz.
Burada bir problem var.
Ve bu problem daha çok iktidarı ilgilendirmesi gerekiyor.
Sorumluluğu muhalefete atarak işin içinden kurtulmak olmaz.
Bu, bugüne kadar geldiği gibi, kolay hükümet eylemenin bir yöntemidir ki bu kadarına Hak da razı olmaz.
Nerede beleş, oraya yerleş…
Yok öyle yağma…
Şimdi sorumluluk zamanı değil mi?
Delikanlılığın, erdemin, bilginin, inancın, kahramanlığın, sabrın, tevazunun, müsamahanın, merhametin, sadakatin, fedakârlığın, hikmetin ve aşkın diline ihtiyaç yok mu?
Bunlar mayamızın bize kazandırdığı meziyetler değil mi?
Nerede hani?
Tek bir kırıntı var mı sözcülerde, konuşan ağızlarda?
Benim tanıdığım Ahmet Davutoğlu bile kendi üslubunun dışında bambaşka bir kişiliğe bürünmüş. Ne gereği var?
Mehmet Doğan’ın da yazdığı gibi size sempati ile bakanlar arasında bile kırık kalpler var. Biz Hüseyin Avnilerin, Ali Şükrü beylerin, Mehmet Akiflerin, Mustafa Kemallerin, Kazım Karabekirlerin savaş kararı alan meclisini hatırlarız hep. Hani düşman Polatlı’yı dayanmıştı da, başkenti mecburen Kayseri’ye veya Sivas’a çekecektik. Hatta aileler Kayseri’ye gitmişlerdi bile…
Ne dedi Hüseyin Avni Bey:
“Düşman Polatlı’ya dayanmışsa, niçin başkenti Polatlı’ya taşımıyoruz?”
“Parlamento milletin kâbesidir” diyen Hüseyin Avni bu… Nurettin Topçu’nun kayınbabası…
Yani devletin harcında parlamenter yapının ne kadar köklü olduğunun ifadesi bu…
Ya son operasyon?
Niçin damakta bir acılık hissi var? Neden kekremsi ağzımızdaki tad?
Evet, belki de başka çare yoktu. Belki de büyük bir savaş tezgâhından ülkeyi kurtardınız.
Ama bunu niçin TV’lerde iddia edenler bile inandırıcı bir yüze sahip değiller? Niçin söylediklerine kendileri bile inanmıyor?
Diyelim ki muhalefet partileri yanlış yapıyor ve millî bir davada sizi yalnız bırakıyor. Meselenin o kadarla kalmadığını görmüyor musunuz? Millet nezdinde sandığınız kanaat olsaydı niçin onlar yaban kalsınlardı ki? Oysa milletin yarısında kesin bir yenilgi kanaati var ve diğer yarısında ise buruşuk bir ifade… inançsızlık… Görün artık…
Kobanİ’ye komşu
Süleymanşah Kobani’ye komşu olmuş.
Sınıra 200 metre mesafeye taşınmış.
Kobani’ye ahali dönüyormuş.
IŞİD örgütünün kontrolsüz ‘departmenleri’ anlaştığımızın aksine eylemler ortaya koyabilirmiş.
Asker Kobani’den geçerken rahatsız edilmemiş, bilakis desteklenmiş.
Bu ahvalin bir de mazisi var.
Kobani düştü düşecek..(ti ya hani)
Yani IŞİD’in eline geçecek…(ti ya hani)
Türkiye bölgede bir Kürt kantonu oluşmadığı için memnun. Fakat stratejik müttefik zannettiği ABD ile bunu paylaşamıyor. Karnından konuşmak zorunda.. Söylediği ile yaptığı, bazen de yaptığı ile imanı çelişiyor.
Sonunda uluslar arası gücün terör örgütünü ulusal savaşçı saymasının ve YPG güçlerini desteklemesinin ardından Kobani’den IŞİD çekildi. Çekildi de ne oldu? Yine Sünni Arap direnişinin tahmin edilen sosyal psikolojisi üstünde yükselmeye devam edecek, emperyalizmin işgal ettiği Ortadoğu’da her zaman hayat bulacak konumda. Burada uluslar arası istihbarat örgütlerinin hatta İllimünati’nin böylesi bir idare edilemez terör yapısına nasıl duhul ettiği hatta yönetsel ivmeler aktardığı meselesi dikkat çekmektedir.
Türkiye’nin yönetemediği sürecin aslı faslı budur. Bizim karnından konuşan ve bir fikri bir türlü bulunmayan bürokrasi ve meclise tepeden düşmüş siyasetçilerimiz yüzünden uluslar arası camiaya ve sözde müttefik ABD’ye net tavrımızı koyamadığımız ve bunun felsefesinden siyasî diline kadar bir kavramsal inşa yaratamadığımız için zihniyet ve matematik sorunumuz var. Planımızı, programımızı, iddialarımız ve kırmızı çizgilerimizi anlatamıyoruz tezimizi savunamıyoruz.
Karnımızdan konuşuyoruz.
Bunu sıklıkla Sayın Cumhurbaşkanımızın ağzından da müşahede ediyoruz. Bir tek o bazen açık edip konuşuyor bu iddiaları savunmak üzere. Fakat bu da altı olmayan bir piramit manzarası arz ediyor.
Üstadın “tersine dönmüş ehram” dediği şey…
Bu yüzden de hâlâ (The Economics dergisinin yazdığı gibi) Türkiye’nin tıpkı Kuzey Irak’taki oluşuma sözde izin verdiği gibi bir sürecin Suriye’nin kuzeyinde yaşanabileceği ve hatta bağımsız bir Kürdistan devletinin artık hayal olmadığı işlenebiliyor ortalık yerde…
Türkiye bunu millî selameti açısından ehven görüyorsa, bunu uygun bir yapılanmayı da deruhte edebilir. Mesela toplumu böyle istikbale hazırlar. O zaman da yapılması gerekenler başka şeylerdir. Ama o yok bu yok… Hâlâ terör örgütü suçlamaları ve karnından konuşmalar…
Kim ne bilsin sizin toprak bütünlüğü ısrarlarınızı?
Kim ne bilsin bizim asla ve kat’a bölünmeyeceğimizi?
Bunun matematiğinin olmadığını…
İstesek bile imkânsız olduğunu…
Kısacası yapılması gereken şey gerek AB’ye, gerek İsrail’e, gerek ABD’ye ve uluslar arası kuruluşlara millî tezimizi kesin hatlarıyla ifadelendirmektir. Ama kim tezimizin ne olduğunu biliyor ki?
Yoksa adımızı değiştirip David Pihillips veya Henry Barkey mi yapsak?..
RUBAİ:
Menzile varır mı bilmem karda kışta araba
Bak tekledi şimdiden ilk zor yokuşta araba
Gitmen gereken yerin çizdin mi her köşesini
Son tur başa sarmasın tekrar, ‘varış’ta araba
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.