Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Yarın Diye Bir Şey Yoktur

Yarın Diye Bir Şey Yoktur

Dün zaman tüketici bir hız yaşadığımızı ifade etmiştik. Kaabiliyetsizleştirici uzmanlıklara, aptallaştırıcı eğitimden geçmiş olanlara, yoksullaştırıcı zenginliklere, ayrıcalık zevkinin dengesiz dağılımına, hasta edici tıbbî bakıma, sun’i yapay hakların eşitsiz dağılımına, biçimlendirici entelektüalizme, yoksulluk modernizasyonuna, ihtiyaç üstü tüketime, profesyonellerin zulmüne, uzman ruhbanlıklara, zorlama ihtiyaçlara temenna edip daha hızlı hareket etmeye çalışacağız. Zaman tüketici bir hızlılığa değinmiştik.

Sabah çıkarken acelemiz var, hızlanmışız. Trafik hızlanmış… her şey… Ama sadece zaman tüketiyoruz ve hiçbir işe yaramıyor hızlanmamız. Akşama koşuyoruz hep.

İş güç derken eve varacağız.

Yemek filan derken zaten zaman geçmiştir. Öyle ya televizyon programlarını kaçırmak olmaz. Haberler.  Her kanalda aynı haber farklı farklı anlatılıyor olabilir. Kaçırmamak lazım. Bugünkü gazeteleri okuduk mu? Yine aynı haberi tamamen farklı haberler olarak okumak olası.

Televizyon programları... incir çekirdeğini doldurmayan konular. Eskiden semranım adında oğlunu medya şehidi(!) vermiş bir kadın vardı. Şimdi de yeni ve daha zengin incirler inciler… Bunlar hakkında yine aynı mahalle kadınları ayrı ayrı kanallarda şüphesiz gündem etrafında o olağanüstü frekans çeşitliliğiyle ne de farklı, ne de orijinal ahkâm keseceklerdir; kaçırmak olur mu?

Birbirine benzeyen senaryolar ve yazarlarla, birbirine benzeyen prodüksiyonlar ve yönetmenlerle dizi filmleri de kaçırmamalı...   

Mümkün olsa, hani bir iletişim profesörünün dediği gibi, aynı anda birkaç televizyon ekranı bize hizmet etmeli, her kanalda ne olup bittiğini bilmeliyiz.

Arthur Clarke’ın dediği gibi, “Tanrılar toplumlar üzerindeki egemenliğini idame için yeni oyuncaklar yarattılar...” televizyon yeni oyuncaklarıdır tanrıların. 

Dünya silah ticaretini ellerinde bulunduranlar, dünya medyasını da ellerinde bulunduranlardır. Enerji piyasasını şekillendirenler, askeri harekâtları da, petrol fiyatlarını da, medya gündemlerini de planlıyorlar. 

Televizyon izleme oranlarındaki artış ve yayın kalitesinin düşüklüğü müthiş bir hıza eriştiğini zanneden insanın bütün zamanını tüketen bir hastalık, bir sapkınlık haline geliyor.

24 saati üçe bölen çeyrek asır önceki insan, bunun üçte birini okuyarak, gündelik ihtiyaçlarını gidererek, dinlenerek, üçte birini çalışarak, üçte birini uyuyarak geçirmeği planlıyordu.  Bugün en az üçte birini televizyon karşısında geçiren insan giderek gözlerini iğfal eden bir pornografi altındadır. Pornografi sadece cinsellikle ilgili bir kavram değildir. O âdeta bir şehvet duygusuyla, sapkın bir tutkuyla görselliğin, zaman tüketici hızlılığın, şehevi teslimiyetlerin insanı esaret altına alması demektir. Kimi geyik muhabbetli tv programları, siyasi tartışmalar, çığırından çıkmış eğlenceler bu babta değerlendirilmelidir.

Hani evinde televizyon yok diye gerici addedilen kimi insanlar ilerici olduğunu ispat için evindeki salonun nadide köşesinde televizyon tanrısının nasıl oturduğunu, hatta küçük bir televizyon alıcısının da mutfakta hanımına hizmet verdiğini, öyle ki yatak odasına da bir tv alıcısı yerleştirdiğini; yani ki uyuyup kalıncaya kadar kumanda cihazını ellerinden düşürmediklerini, gerçekte nasıl muti olduklarını kanıtlamaya çalışmadılar mı?

Oysaki günümüz insanının gerçekten özgürleşimi televizyon esaretinden kurtulmasıyla doğru orantılıdır kimi düşünürlere göre...

Fakat vakit çok geçmiştir. Artık bu esaretten nasibini almayan kaç kişi kaldı ki...

Ama yine de ümitvar olmamız için de sebepler vardır.

Vakit o kadar geçtir ki, çok erken sayabiliriz.

Yarın diye bir şey yoktur.

Yedinci gün advantizmidir bizi esarete sokan. Tanrı altı gün çalışmış, yedinci gün yorulduğundan dinlenmeye çekilmiştir.

Altı günde yaratan tanrı yedinci gün yorulmuş ve uykuya teslim olmuştur. Bu bizim tanrımız olamaz. Bu Yahudi’nin tanrısı.. Bizim inandığımız Allah, el’an yaratmaktadır. Yaratma fiili kesintisiz devam etmektedir.

Obskürantizm de bunun zincirleridir. Bir nevi kendi iç aydınlığını karanlığa teslim etmek. Karanlığı aydınlıkmış gibi düşünmek, inanmak...

Oblomovculuk bir de... herşeyi kendi dışında bir akışa bırakmak. Değiştirebileceği en ufak bir şey kalmadığına inanmak.. Ne yaparsa yapsın olanı etkileyemeyeceğine kapılıp kalmak.

Oysa 

Kaplumbağa ile tavşan hikâyesi, kaplumbağanın da azminin çok hızlı koşan tavşanı geçebileceğini bize hatırlatıyordu.

İki nine:

Yerleri süpüren gelin, iki ihtiyarın yerleri değiştirmesini söyler:

İhtiyarlar konuşur:

“Dünür: insanoğlu kuş misali, nerdeydik nerelere geldik.”

Oblomovculuk bu... oturduğu yerden kalkamamak. Lök gibi durmak. Okumadıysanız okuyun, Oblomov, Ivan Gonçarov’un romanı.

Televizyon izleyicisi tıpkı gün içinde çok hızlı bir trafiğe kapılmışlığının televizyon karşısında da yine çok hızlı bir yayın kuşatması altında zaman tüketici bir hıza kölemen yani medyamen olarak iştirakçisidir.

 Durup gün içindeki trafikte “kimim ben ve bu hal neyin nesi” diye soramayan insan; akşam da tv düğmesine basmayı akıl edememekte, bütün yorgun bedenine tamamen göz teslimiyeti ile daha bir tükenmişlik şırıngası yapmaktadır.  

Zaman akıp gitmektedir; fakat o bir türlü tatmin olamamaktadır. Peşinde koşturup durdukları gün içinde ve akşam ona sadece bir zaman tüketici hızlılık olarak geri dönmektedir.

Zaman tükenmekte, büyük bir hızla giderek çağdaşlığın daha da hızlanmak olduğuna kanaat getirmekte, ama her şey elinin altından kayıp gitmektedir.

‘Hadi şimdi basın televizyonun düğmesine’ ve odada bulunan eşinize, çocuğunuza, sevgilinize, annenize, babanıza, komşularınıza, akrabalarınıza, kitaplarınıza, birkaç gündür sevgiyle bakıp yapraklarını silemediğiniz çiçeğinize, sokağın ucundaki tarihi binanın her geçen zamanla nasıl çürüdüğüne ilgili nazarlarla bir bakın. Konuşun onlarla... yitip giden hayatı yeniden kurgulayın. Tamamen tükenmeden zaman...

Rubai

Bir kapı açılanda o kapıyı yele açma
Zaman denen hazineyi har vurup harman saçma
İnce ele, sık doku; son takdiri Hakka bırak
Seçilmişler incisisin, kader çizginden kaçma

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi