Dinimiz bizden ne bekliyor?
Dinimiz İslâm, vahiy dinidir. Vahiy belirli bir zamanda gelmiş, onu tebliğ eden Peygamber belirli bir zamanda yaşamış iken, tüm zamanlarda vahyin hükmünü, Peygamberin önderliğini cari kılan şey, özdeki maksadın – sebebin, illetin devamıdır. İslâm, bütün bir insan ve toplum hayatına ölçüler getiren bir dindir. İslâm, kıyamete kadar bütün zamanların dinidir. İslâm bütün coğrafyalarda yaşanmak üzere gelen bir dindir. Onu tarihin bir dönemine münhasır kılmak, ona ihanet edip onu inkâr etmektir.
İslâm’ı tarihsel kılmak, hayatın merkezinden çıkarıp taşrasında tutmak, İslâm’ı yanlış anlamak ve İslâm’a yanlış muamele etmektir. Oysaki bizim "Doğru Müslüman olmak" gibi temel bir meselemiz vardır. Müslümanın Şahsiyet tutarlılığı da bunu gerektiriyor, İslâm'ın bizden beklentileri de bunu gerektiriyor.
İslâm, Rabbanî değerler bütünüdür. Parçalanmış değerlerle, tutarlı bir kişiliğe ulaşmak mümkün olmadığı gibi, beklentilerini karşılamadan da İslâm'ın aradığı insan olmak mümkün değil. Parçalanmış değerler de, aslında kişiliğimizin, İslâm ile başka disiplinler arasında gidip gelmesinden doğuyor.
Kur'an dilinde bu, "Hakkı batıla karıştırmak", ya da "Hakka zulüm elbisesi giydirmek" şeklinde ifade ediliyor. İslâm bir din ve kendisine bağlanan insanla, kâmil bir iletişim kurmak istiyor. Ancak o takdirde İslâm-insan ilişkisinin sağlıklı olabileceğini belirtiyor. İslâm insanla bir tür akit yapıyor ve o akdi ciddiye alıyor. İnsandan da akdini ciddiye almasını istiyor. İslâm, kulun Rabbi ile yaptığı akdin bir "oyun ve eğlence" olmadığını bize hatırlatır ve öğretir. Hayatın her kademesinde Rabbimiz ile yapmış olduğumuz akde sahip çıkmamızı bizden bekliyor.
Dinimiz İslâm bizim için Rabbimizin seçtiği dindir. Hayatımızdaki İslâm'ı O'nun razı olacağı İslâm haline getirmek de bizim için görevdir. Ondan başka din aramamak da Allah'ın bize yüklediği bir görevdir. İslâm'dan başka din aramak, bir yeni ilah arayışıdır çünkü... Din belirlemek sadece Allah'a has bir yetki... İslâm’la belirlenmiş olana razı olmamak ve dini tırtıklamaya yönelmek de, Kur'an ölçüsünde, kişinin Allah inancını yaralayacak bir sapma...
Allah soruyor: “Yoksa onların, Allah'ın dinde izin vermediği şeyi kendilerine meşru kılacak şerait/hukuk yapacak ortakları mı vardır? Eğer azabın ertelenmesine dair kesin yargı sözü olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilir, işleri bitirilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azab vardır.” (Şûra suresi- 21)
Dinimiz İslâm’ın öncelikli olarak bizden istediği şey; Allah’a karşı ortaya attıkları sistemlerle, kanunlarla, kriterlerle Rablik iddiasında bulunan sahte ilahlara ve onların kokuşmuş bozuk düzenlerine isyan ile birlikte Allah’ın hükmüne ve hâkimiyetine tam bir teslimiyettir. Öncelikle İslâm'ın aradığı budur... İnsan kendisini sunacak İslâm'a ve onun bünyesinde oluşan kişiliği hayatının gayesi bilecek. Sanki o kişiliğe ulaşmak için yaratıldığını düşünecek... Sanki İslâm insana "Ben senin kişiliğinin özü olmalıyım" diyecek, insan da o özü temessül edecek... İslâm, teslimiyet duygusu içinde bağlanılacak bir değerler manzumesidir. Bir samimiyet içinde... Pazarlık yapmadan... Şu kadarı yetmez mi demeden? Yan çizilebilir alanlar aramadan... Hatta daha öteye gidip Allah'a din öğretmeye kalkmadan? Teslim olduktan sonra eksiklikler kalmışsa, Rahman’ın engin affına sığınarak... İslâm bir lütuf gibi sarılınacak bir değer bütünü. Uçurumda bir kurtuluş ipi gibi... İslâm bir şuurdur. Şuurla temessül edilecek bir disiplindir. Varlığının farkında olmadığımız şey İslâm değildir. Sorulduğunda "acaba nerdeydi?" diye aradığımız şey değildir İslâm; her an diri olandır yüreğimizde, her an canlı olandır hayatımızda...
Ahirette, Mahşer'de "Hani İslâm'ın?" diye sorulduğunda perişan bir şekilde arandığımızı düşünebiliyor musunuz? Onu şimdi, yaşarken arasak ya? Arasak ve bulamadığımızda şimdiden telâşlansak ya... İslâm’ı kendi hayatlarında değil başkalarının hayatında, kendi ailesinde değil başkasının aile hayatında arayan, İslâmsız kalmış demektir!
İslâm, bir din olarak, bir hayat sistemi olarak kendi insanından tutarlılık bekliyor. Bir inanç tutarlılığı öncelikle... İnançlarında yamukluk bulunanlardan Salih bir icraat beklenemez. Allah'a imansa, gerçekten Allah'a iman gibi olsun. Peygamber'e, İslâm'ın öngördüğü Peygamber kişiliği içinde, Kur'an'a, vahyin anlamı içerisinde, Ahirete dünyaya yansımaları çerçevesinde bir iman tutarlılığı... İmandaki tutarsızlık, hayattaki bütün tutarsızlıkların kaynağıdır. Şunu bilelim ki; insanla tüm ilişkilerini koparıp, Allah'ın varlığını anlamsız kılan bir Allah inancının yeri yok İslâm'da. Allah'ı "şah damarından yakın hissetmek" nasıl bir insan duyarlığı oluşturursa, öyle bir insan arıyor İslâm. O, "Ol" dediği için var olduğunu, varoluşunu, nefes alışverişini, damarlarında kanın dolaşmasını, gözlerinin görmesini, hafızasında bilgiler saklamasını, konuşmasını, düşünmesini, gülmesini, ağlamasını, gülü koklamasını, eşini veya çocuğunu sevmesini, taş-toprak, kurt-kuş değil de insan olmasını, neslinin devamını tümüyle O'na borçlu olduğunu bilen bir insan...
Bu kadar kendisine yakın bir varlığın, kendisini başıboş bırakmayacağını düşünen, yaratılışının bir sınav niteliği taşıdığını kavrayan bir insan... Allah'ın iradesini idrak eden ve kendi konumunu bu idrakin içinde anlamlandıran insan... Kur'an'a "Allah'ın insana mesajı" olarak bakan, Peygamber'i insana gönderilmiş "Allah elçisi" ve "en güzel önder" olarak gören insan... Yaptıklarının yazıldığını, bir gün her şeyin yeniden dürüleceğini ve Allah'ın huzurunda açılacağını, orada dünyada konulan her noktanın, virgülün değer yargısına tabi tutulacağını fark eden insan... İşte dinimiz İslâm böyle bir insan olmamızı bizden bekliyor. Yani dinimiz hesap sormayı ve hesap vermeyi bizden bekliyor.
Dinimiz bizden cehalete karşı, kötülüklere karşı kat’i bir inkılâp bekliyor. Cehaleti kaldırıp ilmi yerleştirecek, kötülüklerin yayılmasını önleyip iyiliklerin iktidarını kuracak bir inkılâp bizden bekliyor.
Dinimiz bizden her şeyi İslâm'a göre değerlendirmeyi, hiçbir şeyi İslâm'ın önüne geçirmemeyi bekliyor. Müslümanlığımızda samimi olmamızı bizden istiyor. Müslümanın Müslümanlığında samimi olması da, öncelikle Allah'a karşı bir sorumluluktur. Ne İslâm olmamızı bir insana beğendirme derdi söz konusu, ne de bir insanın bizim için İslâm'da indirim yapması söz konusudur. Çünkü biz Müslümanlar eklenmeyi ve çıkarmayı kabul etmeyen bir dinin müntesipleriyiz.
Biz İslâm'ı hayatımızın mihverine koymak, hayatın ekseni yapmak ve hayatın olmazsa olmaz değeri gibi görmekle mükellefiz.
Dinimiz İslâm, beğenmediğimizde değiştirebileceğimiz bir aksesuar değildir. İslâm, tek kelimeyle hayatın kendisidir.
"Ben de Müslümanım" ifadesinin içi nasıl doldurulmak gerekiyorsa, öyle doldurmak. İslâm'ın hep içi doldurulmuş anlamlı bağlılıklar istediğini, özü tükenmiş sözlerin Allah'ın tartısında bir değer taşımayacağını bilmek. İslâm'a bağlılığı önemsemek. Çocuğunun farkında olmak gibi, belki daha öte, bir aileye mensup olmak gibi, belki daha öte, bir işe sahip olmaktan daha öte, bir ülkenin insanı olmaktan daha öte, havayı solumak gibi önemsemek, hayat gibi önemsemek İslâm'ı...
Hayat gibi yaşamak İslâm'ı... Ön yargılarla değil, zihni boşaltarak gelmek İslâm'a... Her değerin kıymetini İslâm'ın mihenginde ölçmek... Müslüman olmayı bir onur olarak telakki etmek, utanmamak ondan, ezilmemek, kınanma korkusuna kapılmamak. Yani İslâm bizden Müslüman olmanın bedelini idrak etmeyi öncelikle bekliyor.
Dinimiz bizden kin ve nefreti değil kardeşliği bekliyor. Dinimiz bizden Avrupa birliğinin kriterlerini değil, Kur’an ayetlerini güncelleştirmeyi, gündemleştirmeyi bekliyor.
Dinimiz bizden Batı değerlerinin ve Batı değerlerine tutanların karşısında erimeyi değil, vahiyle dirilip Batı’yı ve Batının batıl ve atıl değerlerini deviren ana devrimin kaynağı zalimleri zulümleriyle birlikte deviren inkılabı bekliyor!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.