Çanakkale ruhu: Diriliş ruhu istiklalın nüvesi
Korkma!
Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz
Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz
Daha Berlin’de Çanakkale’nin akıbetini merakla beklediği günlerde yazdı bu mısraları Mehmet Akif.
İstiklal Marşını kaleme aldığı 1921 yılının mart ayı evvelinde değil.
Henüz Taceddin Dergahına gelmemişti.
Ankara’da vekillik günleri de başlamamıştı.
Kastamonu vaazını da vermemişti.
Milli Mücadele yıllarında değildi yani…
Çanakkale demleriydi.
Düşman bütün hışmıyla boğazlara çökmüşken, düvel-i muazzama Osmanlı’ya son yumruğunu vurup yok etmeye hamletmişken, İngiliz ve Fransız donanmaları ne kadar ortalığı cehenneme çeviren topları ve onları taşıyan gemileri, ürkütücü denizaltıları varsa Çanakkale Boğazına dadanmışken, deniz ve kara savaşları ile elleri arkalarında teslim olmamızı beklerken...
Osmanlı askeri ve bütün millet, dünya tarihinin en önemli savunma hattını meydana getirdiler. Hem denizde hem karada şaşılacak bir direncin ve vatan savunmasının ne idüğünü âleme öğreten ir iman gücünü ortaya koydular.
Mehmet Akif de Berlin’de müttefikimiz Almanya’da esir düşmüş olan ve fakat işgalci İngilizlere, İngiliz Yahudi medeniyetinin emperyalizminin maalesef piyonu olmuş Müslümanlara vaaz vermekteydi.
Kulağı hep Çanakkale’ydi.
Fakat ümidvar idi.
Korkma nidası korktuğundan değildi.
Bugün bazı yeni İngiliz maşası Müslüman kılıklı, fes takımlı zerzevat O’nun İstiklal Marşında kullandığı ilk nidayı ve manasını yıkarak, önemsizleştirerek bize yeni bir nifak, fitne sokmak peşindeler.
Ne korkacağım lan p..venk diyen bu fesli soytarı Akifimize hakaret ederek kaleyi içten yıkma peşinde.
Onun İngiliz soytarısı olmuş ve Berlin’de Akif’in vaazını dinleyerek hidayete ermiş safdil Müslümanlardan elbette farkı var.
Onlar bilmeden halifeyi kurtarıyoruz yalanına aldanarak Çanakkale’mize saldıranlara destek verdiler. Galiçya’da,Yemen’de, Bingazi’da, Trablus’ta, Ortadoğu’nun birçok yerinde…
Fakat bizim feslinin hidayete erme ihtimali yok.
O yüzden Çanakkale ruhunu, ondaki diriliş muştusunu, onun Korkma diye başlayan nidasını Kurtuluş harbine dek uzatan milli direnci ve milliyetimizi ve şüphesiz milliyetçiliğimizi ilelebed payidar kılacak ve hakiki vasfımız yapacak bir şuurda olduğumuzu dünyaya ve içimizdeki şeytanlara haykırmak mevkiindeyiz.
Akif ve onun nesli Asımlar Namık Kemal’den aldıkları vatan fikriyatını “asrın idrakine söyleterek” biteviye yenilendiler. Çanakkale harbi olmasaydı Kurtuluş harbi de belki olmazdı.
Kurtuluş harbi yapabileceğimizin idraki Çanakkale ruhunda mündemiçtir.
O çökmüş psikoloji, Bülbül ile ifadesini bulan yıkım çok geçmeden Çanakkale ruhuna evrildi.
Akif’in şiiri bu süreci çok güzel tarif ediyor:
Önce Bülbül:
Teselliden nasibim yok hazan ağlar baharımda
Bugün hanümansız serseriyim öz diyarımda
Ne hicrandır ki, en şevketli bir mazi serab olsun
O kudretler, o satvetler harab olsun, türab olsun
çökük bir kubbe kalsın mabedinden Yıldırım hanın Ezan sussun, şenaatlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın
Dolaşsın sonra İslam’ın haremgâhında namahrem
Benim hakkım sus ey bülbül, senin hakkın değil matem
Bülbül ve gül aşkını terennüm eden kitabın ve şiirin, suyun ve toprağın medeniyeti demirin, hırsın, kinin, şirkin, kötünün, korkunun, kapitalizmin, emperyalizmin yeni yok ediciliğine tahammül edebilecek miydi?
Fakat Bülbül yerini Çanakkale Şehitleri’ne ithaf ettiği Asım kitabının zirvesine yerini terk etti:
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi
Diye başlayan şiir, Alain’in dediği gibi büyük şairi aynı zamanda büyük bir ressam yapıyor ve ta Berlin’den çizdiği tablolarla milli ruhu alevlendiriyordu.
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil
Ne kadar gözdesi varsa hakkıyla sefil
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına
…
Medeniyetini ne güzel tarif ediyor Batı’nın. Ki bu tarif İstiklal marşında da yerini bulacaktır.
Ve tablo daha korkunç renklere bürünüyor:
Öteden saikalar parçalıyor afakı
Beriden zelzeleler kaldırıyor amakı
Bomba şimşekleri iniyor göğsüne her siperin
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin
Ve ….
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müthiş tipidir savrulur enkaz-ı beşer
….
Aman Allahım!
Sinema şeridi gibi… tiyatrosunu, operasını, filmini yapamayan nankör Asımlar Asım geçinenler sadece şiir okuma yarışmaları yapabiliyorlar. Ne tuhaf bir vefakarlık örneği…
Kafa göz gövde bacak kol çene parmak el ayak
Boşanır sırtlara vadilere sağnak sağnak
…
Top tüfekten daha sık gülle yağan mermiler
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler
…
Kahraman ordu ifadesi sonraki baskılar-… İlk baskısında: “Küçücük orduyu seyret ki bu tehdide güler” idi. Küçücük demesi küçültücü sıfat değil; bu kadar muazzam ordulara direnen küçük bir ordu manasına..
Şiir şu beyitle bitmeli diyenler vardı:
Hercü merç ettiğin edvara da yetmez o kitap
Seni ancak ebediyetler eder istiab
Öyle şehit ebediyete uğurlanmışsa geriye ne kalır?
Fakat doymaz şair. Yetinmez bu iltifatlara….
Bu taşındır diyerek Kabe’yi diksem başına
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına
Diye devam eder ve sonunda malum Peygamberin avucuna koyar şehidi…
En yüce makama…
Çanakkale ruhu Akif’in mısralarında müşahhaslaşır, çelikleşir.
Şair şehit işte iki nüve medeniyetimizin…
Şairi olmayan, şehidi olmayan toplum istiklali hak eder mi?
Elbette etmez.
Şehidimiz var ama şairimiz var mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.