Damla
Şeyh Sadi’den... Bir buluttan bir damla yağmur düştü. Bu küçücük damla denizin enginliğini, büyüklüğünü görünce utandı.
Şu denizin yanında ben de kim oluyorum eğer deniz bu ise ben bir hiç imişim.
Damla kendini böylece hor görünce sedefin biri onu koynuna aldı. Severek besledi.
Felek de yardımcı oldu, en nihayetinde padişahlara, prenslere, prenseslere, onların taçlarına layık bir inci oldu.
İşin özeti damlacık, bu yüceliğe kurumsuz olmakla erişti.
Yokluk kapısında durduğundan var oldu.
Tamahkârlık ve kibir insanı perişan eder, yolundan uzaklaştırır.
Kendi nefsine hor bakmak, çalım ve kurum çatmamak, alçak gönüllü, mütevazı olmak ise olgunlaştırır. İnci gibi yapar…
“İNSANIN KARAKTERİ KADERİDİR”
Heredot demiş bu sözü. Büyük tarihçi Heredot…
Geçenlerde bir büyük(!) gazetecinin karakteri hakkında özetlenmiş bir resim altı yazısı yayınlanmıştı.
Gazetecilik hayatı boyunca 37 başbakan gelip geçmiş, hepsiyle de arası iyiymiş. Hepsini desteklemiş.
Bu özet alt yazı üstteki resmi anlatmaya yetiyor aslında.
İnsanın karakteri kaderidir.
Her zaman mutlu, mesut yaşamış o gazeteci…
Bütün iktidarları desteklemiş. Bütün başbakanların yakınında yer almış. Bütün köşklere, saraylara girip çıkmış… Bütün nimetlerden yararlanmış.
Kaderi görünürde gıpta edilecek bir kader öyle mi?
Bir gazeteci için gelene ağam gidene paşam demek, her iktidarın kuyruğunu tutmak, her makam sahibini yağlamak bu meslek için herhalde en aşağılık hallerden biri olsa gerek. Bu mesleğin asla kabul edemeyeceği tipoloji böyle birisi olsa gerek…
Geçenlerde eski Anadolu Ajansı genel müdürlerinden olup şimdi köşe yazarı olan Kemal Öztürk, isabetli, isabetli olduğu kadar da kanırtıcı bir gerçeğin altını çizdi. Artık meslekte itibarlı kimse kalmadı, itibarlı yazarlara, gazetecilere ihtiyaç var diye…
Her dönem bir fırsatını bulup iktidara yağdanlık yapmaya becerebilmişlerin itibar kazandığı, hayatlarına gıpta edildiği bir meslek arenasında ne bekliyordunuz ki?
Düşünebiliyor musunuz 12 Eylül ihtilal yönetiminin proje olarak hazırladığı medya platformu bugün ayniyle vaki hayat damarlarını alabildiğine genişletmektedir.
Eee, nerede Yeni Türkiye?
Geçenlerde Mehmet Doğan dostumuz da yazdı Sabah Gazetesi’nin hali pür melalini…
Ermeni sözcülüğüne handiyse soyunmayı marifet sayanlar hep orada…
Neden?
Düşündünüz mü?
Çünkü baştan beri 12 Eylül projesidir de ondan…
Müslümanlar(İslamcılar mı demeliydim) da, Müslümanların iktidarları da huzur içinde mutmain o medyanın eteklerinde kıvırtıp dursunlar…
Kafes filminde de geçecek, 12 Eylül sularında Muhsin Başkan ile kaçak günlerimizde Vilayetler Konağından bir Süleymancı aşçı dostumuz iki sayfalık bir tutanağı çöpten bulup bize getirmişti.
Ne yazıyordu üzerinde?
EYLEM PLANI 3: GENÇLİĞİN DEPOLİTİZASYONU
Araçlar malum: seks ve spor… İşte o eylem planından sonra medya şekillendi. Magazin programlarında futbol ile cinsellik, seks, magazin, artizler filan birleştirildi. Aynı karede verildi. Hülya Avşar ile Tanju Çolak aşkı başlatıldı.
Hıncal Kuluç bakanlığında bir ekip –ki içlerinde Ahmetler, Altanlar, Yılmazlar, Bayramoğlu, Gülaylar, Emreler, Enginler, Acunlar filan- bu proje için görevlendirildi.
Bugün değişen ne var?
Kimler yazıyor Sabah’ta…
Genel olarak da medyaya kimler hâkim?
Yeni Türkiye eski Türkiye’nin gazetecileri ile payidar…
Fonksiyon önemli demek ki… O fonksiyonu kim yerine getiriyorsa onunla işt tutabiliyorlar…
Eski Türkiye’de bir takım başka modernizm düşkünleri egemendi. Modernleştirmeciler, modernleştiriciler… Aidiyetleri farklı sanılırdı.
Değişen bir şey yok aslında…
Bugün de başka bir alternatif adına başka bir aidiyet adına yine aynı figürler fonksiyonlarını deruhte ediyorlar…
Demek ki devlet denen mekanizma merkez kenar ilişkisini iyi biliyor. Kenarda talepleri artan kesimleri daha doğrusu onlardan bazılarını merkeze alıp emisyon hacmiyle kendine benzetiyor ve kitlesel talepler yerine geliyormuş gibi iktidar, asıl iktidar bildiğini okumaya devam ediyor.
Diyelim ki, kenardaki talepkârlar filancı falancı, filan kesim falan kesim devlet çarkları arasına aldığı bu kesimden kimi önderler eliyle koskoca bir alternatifi iğdiş edip çöpe atılır hale getiriyor ve siyasetteki tatmin sayesinde sistem dejenerasyon tekniğini yine çok iyi kullanıyor…
Kendini güven içinde hissediyor böylece…
Alternatif olanlar da devletin kaygusuyla öyle haşır neşir oluyorlar ki kendilerini adeta devletin asli sahipleri sanmaya bile başlıyorlar…
Devletin güvencesi oluyorlar…
Sözde bu Müslüman(cı) gazetelerde Allah rızası için hakiki bir Müslüman kalem yer bulmuyor, işte cevabı bu…
Bence dostumuz Kemal Öztürk haklı ama yapabileceği bir şey yok…
Zaten iyi adamların çirkefle ne işi olabilir?
İman ve Küfür
Bu nasıl namazdır ki önünde put duruyor
Beş vakit kurduğunu şeytan bir kez kuruyor
Hem iman hem de küfür sığdırdığın kalbinde
Şeytan binbir keyifle taht kurmuş oturuyor
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.