“Bir Avuç Düş”
Abdullah Gülcemal’i Milli Gazetede ki dörtlüklerinden tanıdım. Şimdi ise Vahdet Gazetesi yazarlarından, kadim bir dost ve kıymetli bir Ağabeydir. Isparta’da yaşıyor. Bu sütunlarda haftada iki gün kültür sanat yazıları yazmamın da müsebbibidir. Kendisine müteşekkirim. Üçüncü sayfada “Bir Nazar Eyledim” köşesi D. Mehmet Doğan’ın yazısının hemen üstünde.
“Düğüm Düğüm Üstüne” dörtlüğünde şöyle söylüyor;
“Senin hissettiğin, benim gördüğüm
İlmek ilmek, nakış nakış ördüğüm
El de düğüm, dil de düğüm çözemem
Çeşit çeşit topal, sağır, kördüğüm”
İçinde zekânın yer aldığı, hicvi de barındıran dörtlükler bunlar. Yasin Hatipoğlu’nun “rubaileri” vardı böyle. Abdullah Gülcemal, “Garip Yetimoğlu” imzasıyla da yazıyor. “Aklımızı Nadasa Bıraktık” yeni yayınlanacak eseri. Bu yazının girişinde şöyle sesleniyor her birimize;“Düşünüyorum da millet olarak biz eskiden böyle değildik! Dostumuzu bilirdik, düşmanımızı bilirdik…Kendi gövdemizin üzerinde kendi başımızı taşır, kendi başımızda da kendi aklımızı kullanırdık! El etek öpmeyi bilmezdik. Kırılırdık belki; ama asla eğilmezdik! Sevgimiz de buğzumuz da Allah içindi. Zenginler şükürlü, fakirlerimiz sabırlı idi. Âlimlerimizde ilmin vakarı, cahillerimizde ise bir utanma duygusu vardı!..”
“Bir Avuç Ateş” Rahmetli Tiyatro ve sinema sanatçısı Hasan Nail Canat’ın bir romanıydı. “Bir Avuç Düş” Talat Ülker’e ait şiir kitabı “Recep Garip’e saygılarımla” diye imzalanmış. Bir avuç rüzgâr, bir avuç gözyaşı, bir avuç insan, bir avuç deniz, bir avuç göz… Görüldüğü üzere çoğaltılabilir bir güzellikle sürüyor. Biraz daha sürdürelim; bir avuç gülüş, bir avuç hissediş, bir avuç çile, bir avuç tebessüm, bir avuç bakış, bir avuç karakış. Talat Ülker Bir Avuç Düş’te şöyle giriyor şiire;
“Dönülmez yollara saldı aşk beni
Yol azığı eyle dualarını
Islak bakışlarını gözlerimden kaçırma
Bırakma ellerimi
Tut ki aklın mihengine vurulmuş
Muştusuna geç kalmışım sabahın
Ve omzuma yük olan
Bunca büyük günahın
Tövbesi sensin efendim,
Tövbesi sen…”
Talat Ülker böyle yakarıyor. Sonra ekliyor;
“Habil’in kanına karışmış terim
Ha kuyu ha saray düş yoruyorsam
Nuh’un gemisinde yer yok mu bana
Uyumak üç yüz yıl hey! Çok mu bana?
Uykunun bir diğer adıdır ölüm
Ruhum ki bedenden sürgün nicedir
Miracına menzil arıyor gönlüm
Kâbe’si sensin efendim
Kâbe’si sen…”
Efendimizin, âlemlerin sevgilisi, sevgililer sevgilisinin her daim aramızda olduğundan müminler asla şüphe etmezler. Çünkü “onlara ölüler demeyiniz. Onlar diridirler” uyarısıyla hayatı yaşamak, anlamlı hale çevirmek düşüyor Müslüman yürekler için. Biz peygamberlerin, şehitlerin, evliyaların ölü olmadıklarını biliriz. Biz onları görmesek de onlar bizi görürler. Biliriz bunları. Bu nedenlerdir ki hayatı diri yaşama mücadelesi kuran ve sünnete uygun yaşamakla mümkün olduğunu da bildiğimiz gibi.
Şairler, yüreklerinde duydukları, hissettikleri kelimeleri inci gibi ipe dizerek elde ederler şiirlerini. Talat Ülker’de öyle yapmış. Hem şiirinin hem de kitabının adı “bir avuç düş”, oldukça etkili, lirik ve ustalığın mısralarda koştuğunu duyabilirsiniz şiirlerini okurken.
“A Gülüm”, kitabın ilk şiiri. İçten, yapmacıksız, sıradan gibi gözüken ama sıradan olmayan yöntemler şiire derinlik kazandırıyor Ülker’de.
“A gülüm
Düş artığı şafaklarda
Dağlara savrulur külüm
Tül saçları dolaştıysa baharın
Eline kan bulaştıysa baharın
Gün yanığı sinelere sor beni
Eğer cevap alamazsan vur beni” diyor.
Gündüz Kitabevinden çıkan kitap 2007 de okuyucuya ulaşmış. Geçen yıl Şanlıurfa’daki bir şiir programda birkaç kitabını birlikte imzalamıştı Talat Ülker. Nihal Atsız’ın biyografisi “Atsız”ı İstanbul’a döndükten sonra zevkle okumuştum. Türkiye’nin her döneminde etkin ve etkileyici kalemler var olmuştur. Geçmiş dönemlerde Atsız’ın kalemi de dikkat çekicidir. Mücadelesi de, savundukları da. Necip Fazıl Kısakürek, Osman Yüksel Serdengeçti, Ayhan Songar, Haluk Nurbaki, Mustafa Yazgan, Şule Yüksel Şenler gibi…
Türkiye’de bir yanlışlığı her daim yaparız. Oda şudur; Solcular sağın kalemlerini, sağcılar solun kalemlerini, Müslümanlar her iki taraftan da seçerek tercihler kullansa da yine de kapalı devrededirler. Bu ayrımın artık yapılmıyor olması ülkemizin hayrınadır. Daha çok Orta doğu, Avrupa ve Rus tercümeler 80 öncesi dönemlerde oldukça fazlaydı. O yıllarda belkiTürkiye’de ona ihtiyaç olsa da kendi değerlerimize karşı sırt dönme hep var olagelmiştir. Şimdilerde buzlar çözülmüştür. Telif eser üreten kalemlerimiz azımsanmayacak düzeydedir.Türkiye kendi içinde var olan duvarları yıkmakla kalmıyor dışında ki demirden engelleri de yıkarak yeryüzünde ki asli duruşunu yüceltmeye devam ediyor. Bu nedenle Yeni, Türkiye’den bahsedeceksek eğer kültürün, sanatın, şiirin ustalarının eserleri dünyanın bütün ülkelerinde var olması elzemdir. Dünya şiirinde, romanında, öyküsünde, müziğinde, resminde var olduğunuzda Yeni Türkiye’den bahsetmem mümkündür. Bu nedenledir ki yurt dışı kitap fuarlarında, kültür sanat alanlarında ülkeyi temsil eden Kültür ve Turizm Bakanlığının daha dikkatli seçkiler yapması, fuarları daha ciddiye alarak Türkiye’nin edebiyatçılarının bütün eserlerinin dünya dillerine çevirilerinin gerçekleştirilmesi, onlarla imzalar, söyleşiler, oturumlar gerçekleştirilmesi icap eder. Bilim adamlarımızın, akademisyenlerimizin de, ressamlarımızın, müzisyenlerimizin de bu türlü etkinliklerde Ülkeyi temsilen bulunmaları icap eder. Gidenlerin neler yaptığı, ne tür etkinlikler de yer aldıkları dikkatle izlenmelidir. Mutlak surette resim sergileri, el sanatlarımız, film günleri daha seçkin ve izlenilir filmlerle dünyaya ses verilmelidir.
25 Nisan 2015 günü saat 19.da Ali Emiri Kültür Merkezinde Sadettin Kaplan’a Saygı gecesi tertip edildi. Bir yanında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı diğer tarafındaysa Eskader…. Geceye en başından itibaren çağırıldım. Lakin elim kolum bağlandı Yeğenim Abdussamet Garip’in düğünü nedeniyle Adana, Mersin, Tarsus bölgesinden gelen akrabayı taallukat nedeniyle kıpırdama şansını elde edemedim. Gelebilmiş olmayı çok arzu ettim. Çabaladım da. Eğer gelebilseydim gecede mikrofon bana düşer miydi onu da bilmiyorum. Farz edelim ki mikrofon elime geçti, ne söylerdim; “Sadettin Kaplan, bu toprakların yetiştirdiği vefa duygusu ve nezaketi açısından, incelik ve zarafet açısından, insani ilişkiler ve muhabbet açısından dahası yol arkadaşlığı, yarenlik ve nüktedanlık açısından, sevgi, saygı ve hürmet açısından hisse alınacak, ders alınacak bir isimdir. Yine kendisinde biriktirdiği değerleri inanç potasında eritmiş eritmiş ve onu şiirden billur avizelere çevirmiş bir dava adamı, bir sevda adamı ve bir Ağabey’dir derdim. Ne zaman ses verseniz; sesinize daha güçlü, daha kalıcı, sizi kendisine daha bağlayıcı ifadelerle ünsiyeti güçlendiren adamdır Kaplan. Kelimeler ondan yerli yerinde nükseder. Şiire nasıl gireceğini, yerleşeceğini kelimelerin inceliklerini, ayrıntılarını, geçmişten günümüze neler taşıyıp taşmadığını da bilir. Kelimelerle olan ünsiyeti aynıyla şiirine, yazılarına, normal muhabbetine de yansır. Dün tamamıyla bizimdir onda. Bu topraklarda yaşadığımız ilk günden bu güne ne kadar asır geçmişse hepsi bizimdir ve bize ait unsurlarla vatanseverliğin, kadim anlayışın en diri, en canlı, en besleyici yönleri hem şiirinde, hem hikâyelerinde, hem romanlarında hem de dini eserlerinin tamamında yer alır. Etle kemiğe bürünmüş bir haldir Sadettin Kaplan’ın yazı dili ile şiir dili ve hayatı. Fizik ya da metafizik Kaplanda ayrı durmaz. Bir bütündür onda hayat. Hayatı yarım yarım yaşayamazsınız. Yarım kalanların kalması gerektiği için dönüp bakmayan bir anlayışa sahiptir. Çağları aşıp gelen türkülerin onda varlığı her an nüksedebilir, mırıltılar halinde sizi besleyebilir bir faslı muhabbette hem şiir, hem türkü ve hem de içli dokunuş beslemeleri sürüp gider. Hayatın öğretilerinde var olan yaşanmışlıkları şöyle ya da böyle her bir bireyin yaşadıklarından pek farklı olmasa da şaire inen, şairde var olan kavrayış, kelam, ilham bir başka âlemin fısıltısı gibi değerler üzerinden beslenerek gürül gürül akan bir Anadolu nehridir.
“Sultanların Şiirleri – Şiirin Sultanları” ya da “Neva Teli” üzerinde de durulabilir “Esmaül Hüsna ile Hakka Münacaat”tan fasıllar nakledilebilir ya da “Hazreti Muhammed’i Sevmek, Anlamak ve Onu Yaşamak” üzerinden yola çıkarak;
“Senin yüce ahlakından hevesim
Rüsvay etti haya bilmez huy beni
Haykıra-haykıra kısıldı sesim
Faş eyledi gizlendiğim kuy beni
Ya Muhammed! Ya Muhammed duy beni
Senin aşkın bend olur bu taşkına
Tut elimden, yol göster bu şaşkına
Habibi olduğun Allah aşkına
Şu melamet libasımdan soy beni
Ya Muhammed! Ya Muhammed duy ben.”
Şiiri öğrenmek isteyen, şiir duymak ve hissetmek isteyen, şiirde var olmak isteyen Sadettin Kaplan’dan çok şey öğrenir. Kendisinde var olan her şeyi ikram edebilir, biriktirdiği bütün bilgileri asla saklamaz, dağıtmayı ve ikram etmeyi bir vecibe gibi yapar. Anadolu’muzun özgün, özel ve kalender meşrep kalemi olan Sadettin Kaplan Ağabey o gün yanında olamadığım için bir kez daha hayıflandım. Kayıplarda olduğumu biliyorum. Şiir ırmağından beslenen gençlerin varlığını biliyoruz. Onları beslemeyi her diam sürdürüyorsun. Ömrün var olsun. Hayatına bereketler dolsun Sadettin Kaplan Ağabey.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.