Üç Tarz-ı Siyaset
Üç Tarz-ı Siyaset, Yusuf Akçora'nın (1876–1935) 1904'te yazdığı 33 sayfalık bir makale. Akçora, Osmanlı Devletinin temel devlet politikası olarak Osmancılık, Pan İslâmizm, Türkçülük olmak üzere üç siyaseti kıyaslayarak incelemiş ve Türkçülüğün kabul edilmesi gerektiğini savunmuştur. Yazdığı makale Türkçülüğün ilk manifestosu olarak kabul edilir.
19. yüzyılda Batı’nın enjekte ettiği kafatasçı milliyetçilik maalesef büyük bir imparatorluk olarak dünya barışının da garantisi olan Osmanlı’yı mahvetti. Balkanlar elimizden çıktı, 25 milyon kilometrekarelik İslâm yurdu paramparça oldu. Lâkin bugün bile bütün bunlardan gereken ders çıkarılabilmiş değil.
Bazıları hálâ (MHP’nin sürdürdüğü) bu kafatasçı zihniyetle bir halt olacağını düşünüyor, bunları hamiyyet adına destekliyor. Ben her görüşe saygı duymam. O yüzden “olabilir, onlara da saygı duyarım” tarzında bir cümlem hiç olmaz. Bu fakirin tek görüşü vardır, o da İslâm ne diyor diye bakmak...
Müslümanın bir tek siyaset tarzı olabilir o da İslâm’ın tevhid sancağı altında vahdeti sağlamak. Aksi intihardır, aksi kahrolmaktır, gözyaşıdır, kardeş kanıdır...
Bir avuç ermeni jenosid diyerek dünyayı ayağa kaldırıyor. Bu soysuzkırım (tehcir) hadisesinin ardındaki olaylar kabak gibi durduğu halde göremeyenler var. İslâm ordusuna (Osmanlı’ya, Allah yolunda savaşanlara) haince içeriden saldıran, kâfir Rus ordularıyla işbirliği yapıp onların yanında Müslümanları katledenlere uygulanacak en hafif ceza idi tehcir. Aslında katilleri (öldürülmeleri) caizdi.
Bu yüzden de Tehciri (Mâide Sûresinin 33. âyeti ile izah ederek) Allah’a (Allah yolunda savaşanlara) harb ilân edenlere uygulanan en hafif ceza olarak izah etti Cüppeli (Ahmet) hoca. «Allaha ve Resulüne (müminlere) harb açanların, yer yüzünde (yol kesmek suretiyle) fesâdcılığa koşanların cezası, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları, yahud (sağ) elleriyle (sol) ayaklarının çaprazvâri kesilmesi, yahud da (bulundukları) yerden sürülmeleridir.» (Mâide Sûresinin 33. âyeti)
Bulundukları yerden sürülen ermenilerin bir kısmı ise gitmedi, saklandı, suretlerini değiştirip aramızda yaşamaya devam ettiler. Bugün Âlevî olduğunu söyleyip namaz kılmayan, gusl etmeyenlerin kahir ekseriyeti bunlardandır.
Bizim dinimiz kinimiz değil. O yüzden çabuk unuturuz. Ancak onlar öyle değil. İçeride kalanların bir kısım akrabaları da biz herşeyi unutunca sökün edip bu topraklara yeniden döndüler. Böylece bunların ayranı kabardı, nüfusları arttı. Sadece nüfusları değil, nüfuzlarını da arttırdılar. Bize iş verir oldular. İnanmayan araştırsın, içimizde ne kadar Karun olmuş ermeni var bir görsün...
Müslümanlar!.. Bütün bunların sebebi bizim ne tarzda bir siyaseti takip edeceğimize bir türlü karar veremeyişimizdir. Biz elbette ecdadımız Osmanlı’yı çok severiz, sevmeye devam da edeceğiz. Lâkin bunu şuurlu yapmak lazım. Osmanlı’yı taklid ederken hatalarıyla birlikte değil, üstünlüklerini taklid ederek takipte olmalıyız. Yani biz Osmanlıcılık tarz-ı siyasetini de takip edemeyiz.
Biz Osmanlı’yı benimseriz, onların İslâm dâvasına sahip çıkmaları, medeni insanlar olarak dünyaya kazandırdıklarını elbette savunuruz da. Ecdadını inkâr eden cibilliyeti bozuklar gibi tarihimizle irtibatımızı kesecek de değiliz. Bin yıllık yazımızdan da, dilimizden de, sancağımızdan da, ecdadımızdan da vazgeçecek değiliz.
Fakat biz Müslümanlar olarak Osmanlı’nın da yaptığını yaparak asıl olan İslâm ekseninde bir tevhidi sağlamak gayretinde olmalıyız.. Bunu yaparken de Osmanlı’nın düştüğü hatalardan ders almalıyız. Meselâ koruduğumuz Arap kardeşlerimizden, tebaamız olan ermenilerden falan gol yememeliyiz. Arkamızdan vurmalarına zemin hazırlamaktan sakınmalıyız.
Yahudiler gibi “bu devirde kardeşine bile güvenme” diyecek değiliz ama akıl ve feraset sahibi olup kuvvetli bir istihbarata sahip olacak, dünya konjonktürüne önem verecek, dikkat göstereceğiz.
Bizim mason Cemaleddin Efgani’lerin kafasındaki türden bir Pan İslâmizm dâvamız da olamaz. Biz İslâmın tevhid dini olduğunu bilir, bütün Müslümanların İslâm sancağı etrafında birlik olmalarını, bir İmam-ı Kebir’e itaat ve biat ederek birleşmelerini isteriz ama bunu da şuurlu olarak yaparız. Masonlardan, ajanlardan akıl almadan yaparız.
Yani cennetmekân sultan İkinci Abdülhamid Han gibi yaparız. Allah rahmetiyle muamele eylesin mübarek hakanımızın siyasetindeki dehayı onun büyük hasımları olmuş olanlar bile itiraf ederler. Hattâ Feylesof Rıza (Bölükbaşı) gibiler dizlerini döver, “Ah biz eşekler” bile derler ardından...
Biz Müslümanlar, Halifemizi akıllıca seçeriz, kalkıp Daeş’in ilân ettiği ingiliz uşağı bir halifeye biat edemeyiz.
Müslüman her işinde şuurlu olandır. Müslümanların «Üç Tarz-ı Siyaset»i olmaz. Müslümanların «Tek Tarz-ı Siyaset»leri olur vesselâm.
Allah şuurlu Müslümanların sayısını arttırsın, içimizdeki beyinsizlerin sayısını azalttıkça azaltsın. Allah Müslümanların yâr ve yardımcısı olsun. İslâm dünyasının, bu arada bizlerin işi çok zor. Önümüzdeki günler giderek zorlaşacak dünya...
Kimseye karamsarlık enjekte etmek değil niyetim. Allah için akıllı olalım, yolumuzu, siyasetimizi iyi tesbit edip şuurlu Müslümanlar olalım diyorum.
Dünya kendi ekseni etrafında dönüyor, günler geçiyor, güneşin etrafında dönüyor, yıllar yılları kovalıyor, tarih meydana geliyor... Dünya tarihinde kimi dönemlerde büyük olaylar oluyor...
İşe onu diyorum, gözünüzü açın, o günler ufukta göründü.... 03 Mayıs 2015