Ahmed Gürkan

Ahmed Gürkan

Beklediğimiz Gençliğin Vasıfları

Beklediğimiz Gençliğin Vasıfları

Necip Fazıl Bey iman, aksiyon ve ülkü sahibi, özlenen yeni Türk neslinin vasıflarını on bir başlık altında toplamıştır. Şimdi bu başlıkları kısaca açıklayalım.

1-) AŞK
    
İşin esası sevmekte, ama bu sevgi zamanın ve mekânın ötesinde delice bir sevgi olacak... Hani Şanlı Peygamberimize (aleyhisselam) soruyorlar, “en makbul amel nedir?” diye, cevaben Peygamberimiz “Hubbi fillah, buğzu fillah” cevabını veriyor. Yani Allah için sevgi, Allah için nefret... “Aşk”ın Allah için olacak ve ‘karşılıksız’ seveceksin. Yeri gelirse Hazreti Ebu Bekir Efendimizin yaşadığı gibi Uhud dağının eteğinde müşriklerin yanında bulunan oğlun senin en amansız düşmanın olacak ve öne atılıp Resulullah’tan onu öldürmek için izin isteyeceksin, buna mukabil senle hiçbir kan bağı olmayan bir ensar “dâva arkadaşlığı” münasebetiyle senin en büyük sevgine muhatap olacak. İşte çizgi budur.

Delicesine aşk dedik ya, yine Fâtih dedemizi misal olarak sunalım. Mehmed Han, daha çocuk denilecek yaşta şehzadeyken kendine İstanbul’u hedef seçmiş ve oraya kilitlenmişti. Fetih müyesser olana kadar, otururken, yatarken, yemek yerken kesintisiz aklında İstanbul vardı. Bütün bir benliği ile fetih dâvası onun aşkı olmuştu. Neticede vuslata erdi.

2-)ÜSTÜN AKIL VE SIR İDRAKÎ

Neden 3 vakit değil de beş vakit namaz? Neden orucu Recep’te değil de Ramazan’da tutuyoruz? Sır idraki şeriati toptan kabul eder. Aklın bir sınırı vardır. Mevlana Celaleddin Hazretlerinin dediği gibi her şeyi akılla bulmaya çalışanlar dört ayağıyla bataklığa saplanmış camıza benzer, depelendikçe daha da fazla batar.

Tarihi mevzulara yapılan yorumlar da öyledir; II. Bâyezid’in yerine keşke Cem Sultan gelseydi, Sarı Selim tahta oturacağına Şehzade Mustafa Hakan olaydı. Bilmezler ki II. Bâyezid’den Yavuz Selim gibi bir cengâver, Sarı Selim’in neslinden de IV. Murad gibi biri çıkmıştır. Cenabı Allah’ın hikmetinden sual olunmaz. Her alanda teslimiyet şart...

3-)NEFS MUHASEBESİ

    İlim ilim bilmektir,
    İlim kendin bilmektir,
    Sen kendini bilmezsen,
    Ya nice okumaktır.

Yûnus Emre ne güzel demiş, ilim kendini bilmektir, kendini bilmezsen şayet bu ne biçim okumaktır. Burada Mutasavvıf İsmet Akçal Beyefendi ilk inen âyet olan “İkra”-oku-  emri ilahisine de atıf olduğunu ifade eder. ‘İlim kendin bilmektir’, hadîs-i şerif: ‘Nefsini bilen Rabbini bilir’, Rabbini bilen, kendini bilir, kendini bilen haddini bilir. Demek ki mesele önce nefsini bilmekte...

Tebük seferi yapılmış, İslâm ordusu Medine yollarında... Şanlı Peygamberimiz’den (aleyhisselam) bir ses işitilir; “Küçük cihattan, büyük cihata gidiyoruz.” Sahabe şaşkın, Tebük seferi o kadar meşakkatli, o kadar zor olmuş ki bundan daha büyük bir cihat ne olabilir diye birbirlerine sormaktalar. Allah’ın Resulü, kafalardaki soru işaretlerini giderir; “Büyük cihat âdemoğlunun kendi öz nefsiyle yapmış olduğu bir cihattır.” Herkeste bir silkinme ve ardından kendine dönüş... Bu kadar hassas ve derin bir mevzu.  Nefis konusunu diğer yazılarımızda işleyeceğiz.

Bir misal daha verelim; İman ve aksiyonunun tavan yaptığı Seyfullah lakaplı Hazreti Ali, onlarca gazada kestiği düşman kellesinin haddi hesabı olmayan büyük sahabi... Yine bir gazanın en şiddetli zamanı, kefereyi altına almış, kılıcını kaldırmış, son hamleyi yapacak iken altındaki müşrik Allah’ın kılıcının suratına tükürür... Keferenin tükürmesiyle Hazreti Ali Efendimiz kılıcını anında yere indirir... Kâfir yaşadığının rüya mı hakikat mi olduğunu anlayamaz. Hazreti Ali Efendimiz ise; “Ben seni Allah için öldürecektim, şimdi ise işe nefsim karıştı, onun için kılıcımı indirdim” der.  Hassasiyete bakalım ve ibret alalım.

4-)EŞYA VE HADİSELERE TAHAKKÜM VE ONLARI TASARRUF MİZACI
    
Nevzat Kösoğlu Hoca bir yazısında şöyle der; “medeniyetimizi yaratan, ruh potansiyelimizi, medeniyetimizin eserlerini yabancı tesirlere karşı korumak ve temsil ettiğimiz üstün değerleri bütün insanlığa kabul ettirebilmek için aynı zamanda maddeten de güçlü olmak, maddeye hâkim olmak zorundayız.” Avrupalı bu güce eşyaya hâkim olarak kavuştu, lâkin bunu medeniyetin inkişafı için değil, insanlığı daha fazla sömürebilmek için kullandı. Türk’ün İslâm Ülküsü’nde, Şanlı Peygamberimizin (aleyhisselam) “Rabbim bana eşyanın sırlarını aç” niyazında olduğu gibi, eşyanın yani maddenin, zahir-batın bütün yönleriyle bilinmesi ve bunun millî vazifenin gerçekleştirilmesi yolunda kullanılması şarttır.
    
5-)AKSİYON RUHU

Ana temel konumuz olan bu vasıf yeni Türk neslinin en belirgin vasfı olmalıdır. Fikrin askıda kalmayıp, uygulamaya geçmesi... İmanın harekete dönüşmesi...

6-)GÖZÜKARALIK

Kadim kültürümüzde “deli” kavramı vardır. Şeyh Edebalı’nın Osman Bey Gazi’ye nasihatinde de söylediği gibi “atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler”. Bu vasıfta Türk’ün İslâm ülküsüne gönül verenlerin ana vasıflarından biridir ve ne yazık ki günümüz müslümanında bu vasıftan eser kalmamıştır. Planların uygulamaya geçmesinde gözükaralığa mutlaka ihtiyaç vardır. Şehit Enver Paşa ve arkadaşları gözükaralık gösterip meşhur Babıâli baskınını yapmasalardı yönetimi değiştiremezlerdi. Sultan Alp Arslan mahiyetindeki 40 bin kişilik bir kuvvetle Doğu Roma topraklarında ilerlerken keşif için gönderdiği askerlerden biri heyecanla yanına gelir ve 200 bin kişilik Bizans ordusunun kendilerine doğru yaklaştığını söyler, Sultan Alp Arslan hiç istifini bozmadan, “biz de onlara doğru ilerliyoruz” der. Alp Arslan’da bu gözükaralık olmasaydı Malazgirt Zaferi kazanılamazdı.  

7-)FEDAKÂRLIK VE DİSİPLİN

Bu iki hususta Türk’ün İslâm Ülküsü’nün ana direkleridir ve şuan en fazla mahrum kaldıklarımızdandır. Fedakârlık ve disiplin kelimelerini dağarcığımızdan çıkardık. Acaba bugüne kadar inandığımız dâva için hangi fedakârlıkta bulunduk? Fedakârlığımız ne yazık ki lafta kalmaktadır. Fedakârlık bu değildir. Almanlar II. Dünya Savaşı’ndan sonra senelerce patates yiyerek bu hale geldiler. Şuan kimseden patatesle beslenmesini istemiyoruz, yalnızca hainlerin, satılmışların, münafıkların vs. kendi bâtıl dâvalarına sahip çıkıp gösterdikleri fedakârlık kadar yüzde milyon hak dâva olan İslâm dâvâsı yolunda fedakârane bir şekilde mücadele etmelerini bunu yapmayacaklarsa şayet Müslümanlık iddialarının boş bir lakırdıdan ibaret kalacağını ifade etmek istiyoruz.

Disiplin kavramı da günümüzün vidaları gevşemiş insanları için bir mana ifade etmiyor. Hâlbuki İslâm baştanbaşa disiplin içeren bir sistem getiriyor. Evvela Müslümanlara kendi nefislerini disiplin altına almaları gerektiğini belirtiyor, sonra bunu cemiyet düzeninde ele alıyor ve başıbozukluğu reddediyor. İbadet deyince akla gelen namazdır. Namazdaki saf, Üstad Necip Fâzıl’ın ifadesiyle en büyük disiplin sembolüdür. Disiplinin ehemmiyetini idrak edemeyenlerin tarihimizde disiplinsizliğin açmış olduğu felaketleri okumalarında fayda vardır.

8-)EN DERİN MERHAMET İÇİNDE EN KESKİN ŞİDDET

Mazluma Yunus, zalime Yavuz olma durumu... Bir misâl; Hazreti Ömer Efendimiz Müslüman olduktan sonra merhameti kalbinin merkezine koyuyor ama mukaddesat düşmanlarına karşı ‘celal’liğini muhafazaya devam ediyordu; Münafığın bir tanesi Hazreti Ömer Efendimizin de bulunduğu bir mecliste Şanlı Peygamberimiz (aleyhisselam) hakkında ileri geri laflar söyler, Hazreti Ömer yerinden kalkar, münafığa bir dakika beklemesini söyler, yan odadan satırı alır ve geri içeri girmesiyle beraber satırı münafığın boynuna indirmesi bir olur. Münafık olduğu yere yığılır. Herkes şaşkın, Hazreti Ömer ise gayet sakindir. Bu olay üzerine Cebrail Aleyhisselam, Şanlı Peygamberimize (aleyhisselam) gelip olayı haber verir ve “Ömer hak ile bâtılı birbirinden ayırdı” der. Resulullah Efendimiz bunun üzerine Hazreti Ömer’e hakkı batıldan ayıran anlamındaki “Faruk”lakabını vermiştir.

Bu vasfı Üstad Necip Fâzıl şu şekilde ifade etmiş; “Serçe öksürürken ağlayacağız! Ağlamayı o kadar seveceğiz!.. Fakat düşmanımızı imhada da, karşımızda kellelerden ehramlar yükselse titremeyeceğiz ve sigaramızı tüttüreceğiz!”

9-)BAŞTA SAMİMİYET, HER ŞUBESİYLE O’NUN AHLÂKI

Hadîs-i şerif; “Ben güzeli ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmak... Günümüzde cinsî ahlâksızlığın tavan yaptığını, her geçen sene bir ahlâk kaidemizin daha ayaklar altına alındığını, ahlâken düzgün bir hayat sürmeye çalışanların değer yargıları değişen toplum tarafından dışlandığını düşünürsek ahlâkı muhafaza etmenin elzem olduğu kadar zor bir iş olduğunu da görürüz.

10-)ZARAFET ve ESTETİK

Müslüman Türk kılığıyla, kıyafetiyle, duruşuyla, adab-ı muaşerete azami derecede riayet etmek mecburiyetindedir. Düzgün bir Türkçe bu zarafet ve estetiğin temelidir. Bizlerin estetik kaygısı olması gerekir. Türk asıllı hak mezhep imamlarından, Ehl-i Sünnetin Reisi Ebu Hanife Hazretlerine “niçin bu kadar güzel giyiniyorsun?” diye sorarlar. O da “Sana verdiğim nimetleri takdis et, dile getir!” ayetiyle cevap verir, yani Cenabı Allah verdiği nimetleri kulunda görmek ister.

11-)ANA MODEL: SAHABE

    Sahabe hakkındaki hüküm malum: “Siz onları görseydiniz deli derdiniz, onlar da sizi görselerdi Müslüman kabul etmezlerdi”. Başka söze ne hacet...

                                                ***
“Sabah vakti baskın yapan, tırnakleriyle yerden ateş fışkırtan, düşman topluluğunun ortasına dalan atlara and olsun...” Âdiyât Sûresi, 1-5.Âyet
    
“Biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik, onlar, onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O gerçekten çok zalim çok cahildir”. Ahzab Sûresi, 72. Âyet
    
Cenabı Allah, insanoğlunu yeryüzünde halifesi olarak halketmiştir (Enam, 165). Dilediğini derecelerle yükseltmiş (Enam, 65), dilediğini aşağıların en aşağısına yani esfel-i safilin derekesine düşürmüştür(Tin, 5). Âlemlerin Rabbi, bizlerin yaradılış gayesini net bir şekilde ifade etmiştir: “n cinleri ve insanları yalnız ve ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat, 56). İnsanoğluna düşen vazife rızaların en büyüğü olan ilahî rızayı kazanarak çene kapamaktır (Tevbe, 72). Böylece “bir oyundan ve eğlenceden başka bir şey olmayan” (Ankebud, 64) bu hayat mana kazanır ve ahiret yolunun kilometre taşları döşenir. İ’lâ-yı Kelimatullah dâvâsına gönül verenler de işte bu yolun yolcularıdır. İmanları, aksiyonları, ülküleri tamamiyle bundan ibarettir. Bu yüksek hedefi, Yunus’un “Her dem yeni doğarız/ Bizden kim usanası” diyerek tarif ettiği gibi imanlarımızı her an tazeleyerek, “Elbette ki Allah kendi yolunda kenetlenmiş binalar gibi saf bağlayarak çarpışanları sever” (Saff sûresi) ayetinde ifade edilen birlik içinde aksiyonumuzu diri tuturak gerçekleştirebiliriz. Niyet hayır olursa, akıbette hayır olur demişler. Allah’ın inayeti, Evliyaullahın himmeti bu hayırlı niyete sahip Türk İslâm erlerinin üzerine olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Ahmed Gürkan Arşivi