İslami Siyaset, Devlet ve Demokrasi
İslâmi siyaset, yeryüzünün halifesi olan insanoğlunun dünyevi ve uhrevi saadetini konu alan bir ilimdir. İnsanların bedevi (göçebe) bir yaşayış tarzından, medeni hayat nizamına geçebilmeleri, peygamberlerin rehberliği sayesinde mümkün olmuştur.(1) Siyaset, peygamberlerin insanlara öğrettiği bir ilimdir. Ehl-i sünnet ve’l cemaat vasfına haiz olan âlimler, siyasi nizamı/rejimi ifade için ‘Hilâfet’ kavramını kullanmışlardır. Hilâfet nizamının meşrûiyeti; kitap, sünnet ve icma-ı ümmet ile sabittir. Kur’an-ı Kerim’de: “Ey Davûd!.. Biz seni yeryüzüne halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adâlet ile hükmet. (Sakın) Hevâna tabi olma ki, bu seni Allah yolundan saptırır. Hesap gününü unuttukları için onlara (hevâlarına tabi olanlara) çetin bir azab vardır.” (Es Saad Sûresi: 26) hükmü beyan buyurulmuştur. Hz. Davud’un (a.s.) hilâfeti, devlet başkanlığı ile ilgilidir. Zira hak ve adâletle hükmetmesi emredilirken, hevâsından sakınması da hatırlatılmaktadır. Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim’de yer alan bir hadis-i şerif’de, Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) “İsrailoğulları, peygamberler tarafından siyaset (idare) ediliyorlardı. Bir peygamber öldüğünde, onun yerine başka bir peygamber geçerdi. Benden sonra peygamber gelmeyecektir. Fakat bir-çok halife olacaktır” buyurduğu malûmdur. Yine bir başka hadis-i şerif’de: “-Benim ve raşid halifelerin sünnetine uyunuz” (2) emrini vermiştir. Hilâfet nizamında; adâlet, liyâkat, müşâvere ve insanların rızasının (bey’at /seçim) esas alınması zaruridir. Hz. Aişe (r.anha) validemizden rivayet edilen bir hadis-i şerifte; Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) ‘ zorla başa geçen ve zorbalıkla hüküm süren kimseleri’ lanetlediği haber verilmiştir.(3)
İslâmi siyasetin rükünlerini “nassla sabit olan hakikatleri esas almak, adaleti sağlamak, emanetleri ehline vermek, insanların dünya ve ahiret saadetlerine vesile olacak siyasi düzenlemeleri gerçekleştirmek” şeklinde ifade etmek mümkündür. İslâm Fıkhı’nı esas alan bir devletin; hem Allah’ın (cc) hukukuna, hem insanların haklarına riayet etmesi gerekir. İmam-ı Maverdî “İmam, ümmetin haklarını yerine getirdiğinde, ümmetle ilgili hak ve görevleri konusunda Allah’ın (cc) hakkını yerine getirmiş olur. Bu sağlandığı zaman ümmetin, imamın durumu değişmediği sürece iki borcu vardır: İtaat ve yardım”(4) diyerek, bu inceliğe işaret etmiştir. Son yıllarda bazı muhafazakar aydınlar ‘İslâm’ın devlet talebi var mıdır? Kurán ve sünnette herhangi bir siyasi rejim modeli tavsiye edilmiş midir?’ gibi sualleri gündeme getirerek, Müslümanların siyasi tercihlerini değiştirmeye gayret etmektedirler. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) Mekke’de nebevi hakikatleri tebliği etmesiyle başlayan sürecin, Medine’de İslâm Fıkhı’nı uygulayan devleti kurmasıyla neticelendiği malûmdur. Medine’de, ticaret, miras, borçlar hukuku, devletler hukuku, ceza, kısas, zimmet ehlinin varlığının kabulü ve onlarla birlikte yaşamanın şartları, yeraltı-yerüstü zenginliklerinin paylaşımı gibi iktisadi hayatı ilgilendiren hemen her alanda vahye dayanan hükümler hayata geçirilmiştir. Sadece insanların can emniyetinin muhafazasıyla ilgili olan kısas hükmü bile, İslâm’da devlet hayatının varlığını ispat eden bir delildir. Kur’an’da bu hükmün muhkem nassla konulması, İslâm’da devletin varlığı ve fonksiyonunu ortaya koymaktadır. İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre kısasın ancak devlet eliyle gerçekleştirilmesi mecburiyeti de din-siyaset-otorite bütünlüğünü göstermektedir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) iman edenlerle yaptığı akidler (beyat), savaştığı tarafla imzaladığı anlaşmalar (Hudeybiye) ve Medine’de İslâm’ın belirleyici olması kaydıyla tarafların iradeleriyle oluşan uzlaşma metni (Medine Vesikası), İslâm’ı kabulün salt vicdanî tahayyülden ibaret olmadığını göstermektedir. İslâm, mahiyeti gereği din ile siyaseti bölünmez bir bütün olarak kabul eder. Siyasi hedeflerinden ve tercihlerinden soyutlanmış bir şeriat anlayışının hiçbir değeri yoktur. Kur’an-ı Kerim’de, yeryüzünde kendilerine iktidar verilen ve bununla imtihan edilen mü’minlerin, bariz vasıfları haber verilmiştir: “Onlar (o müminler) ki; eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler. İyilikleri emrederler ve kötülüklerden nehyederler.” (El-Hacc Sûresi: 41) Siyaset, yönetim tekniğiyle ilgili olan ve insanlığa hizmeti ifade eden bir kavramdır. Bir devletin kurulması ve sürekliliğinin sağlanması siyasetle mümkündür. Kısaca siyaset; ülke, devlet ve insan yönetimidir.
DEVLET VE DEMOKRASİ
Aydınlanma felsefesine iman eden siyaset uzmanlarına göre devlet, kendilerini mutlak anlamda hüküm koyucu (ilâh) olarak gören insanların gerçekleştirdikleri bir üst yapı kurumdur. Değişik çağlarda yaşayan filozoflar; devletin varlık sebebini, kendi dünya görüşlerine göre izah etmişlerdir. Filozof Karl Marx ‘Egemen sınıfların, diğer insanları baskı ve denetim altına alabilmek için geliştirdikleri kurama devlet denilir’ tarifini gündeme getirmiş, sermaye sahipleri ile devlet arasındaki münasebete dikkati çekmiştir. Anarşizmi savunan filozoflara göre devlet, sadece cemiyet hayatının devamını sağlayan ve siyasi istikrarı muhafaza eden bir kurum değildir. Aynı zamanda kaynağı ne olursa olsun, özel mülkiyeti güvence altına alan ve bunun için kuvvet kullanma imtiyazını sahip kılınan tüzel kişiliktir. Meksikalı anarşist filozof Flores Magon‘un ‘Karanlıkların Kutsal Üçlüsü’ şeklinde tasnif ettiği ‘devlet, sermaye ve kilise’ yaşanan bütün siyasi ve sosyal felâketlerin kaynağıdır. Devletin, insanlığın ortak değerlerine karşı işlediği cinayetlerle; sermaye sahiplerinin, emeğiyle geçinen insanlara karşı işlediği cinayetler arasında bir fark yoktur.
Siyasi rejim olan demokrasi konusunda da değişik tartışmaların yaşandığı söylemek mümkündür. Bazı devlet adamlarının “İnsan aklının bulabildiği en iyi siyasi rejim” şeklinde tarif ettikleri demokrasi, hiçbir toplumda ideal yapısına kavuşamamıştır. Merhûm Cemil Meriç ‘Bu Ülke’ isimli eserinde, demokrasi tarifleri üzerinde durmuş ve şu tesbitte bulunmuştur: “Her çağ kendi rüyalarını, kendi emellerini söyletmiş bu kelimeye!.. Her demogog kendi yalanlarını!.. Uğrunda sel gibi kan akıtılmış. Nedir bu demokrasi? “Katıksız demokrasi, ayak takımının despotizmidir” diyor Voltaire. “Demokrasinin temeli fazilettir” diyor Montesquieu!.. De Maistre “Hırstır” diyor. “Demokrasi adaletin temelidir” Vacherat’a göre. Proudhon’a göre “Ruhani ve cismani bütün iktidarların sona ermesidir.” Thierryi’i için “Demokratik cumhuriyetlerin sonu ahlâki bir alçalıştır.” Günümüze gelelim: Weberci bir sosyoloğa göre demokrasiyi diğer siyasi rejimlerden ayıran ön faraziye: Hürriyet!.. Hürriyet demokrasinin başlangıcından itibaren mevcuttur. Derece kabul etmeyen kayıtsız şartsız bir hürriyet. Bu mefhum demokrasinin amacını da belirler: Eşitlik!..(5) Osmanlı toplumunda meşrutiyet rejimi ile birlikte demokrasi tartışmaları da başlamıştır. Kanûn-i Esasi’nin hazırlandığı yıllarda, demokrasi kavramının keyfiyeti ve neticeleri üzerinde durulmuştur. Encüme-i Daniş üyelerinden şair Namık Kemal ‘Onların işleri aralarında şura iledir’ mealindeki âyette yer alan ‘hum’ (onlar) zamirinin, gayr-i müslim olan teb’ayı da içine de içine aldığı iddiası, aylarca tartışılmıştır. 1876 yılında ilân edilen ‘Kanun-i Esasi’ (Anayasa) konusunda değişik görüşler ortaya atılmıştır. Prof. Niyazi Berkes “Türkiye’de Çağdaşlaşma” isimli eserinde; bu tartışmaları izah ederken şu tesbitte bulunmuştur: “Anayasaya karşıt olan görüşün en aşırı biçimini, Arapça’dan çevrilen eski bir kitabın başında “Nusret Paşa” adlı biri tarafından yazılarak Abdülhamid’e sunulan uzun bir önsözde görürüz. Bu yazara göre “Hristiyan dünyasında yalnız iki devlet rejimi vardır: Aristokrasi ve Demokrasi!.. (..) Şimdi bizde de hafif akıllı, yeni moda aydınlar dehriliği Avrupa’dan taklid ederek, bir üstünlük imiş gibi bize getirmeye kalkışıyorlar. Sözde terakki adı altında; İslâm Devleti’nin de din ve ahlâkta demokratik olduğunu iddia ediyorlar. İslâm Devleti; Avrupa’nın aristokrasi ve demokrasi devlet biçimlerinin ikisinden de farklıdır. İslâmi Devlet; mutlak tevhid inancı ile kitap ve sünnete dayanır. Demokrasi denen halk yönetiminin, İslâmi devletle en küçük bir ilişkisi bile olamaz. (6) Günümüzde faaliyet gösteren siyasi partilerin demokrasi anlayışları, kaf dağının arkasındaki ‘Zümrüd-ü Anka’ kuşu gibidir. Keyfiyeti meçhul hale getirilen bu siyasi rejim, anomi felâketininin yayılmasına sebeb olmuştur. Sıfır numara gözlük gibi kullanılan demokrasi rejimi; her ideoloji mensubunun istismar ettiği ve dilediği gibi kullandığı bir rejim haline gelmiştir.
1) İmam-ı Beyhaki-Kitâbu’1-Esmâ Ve’s
Sıfât- Beyrut: Ty. Dâru İhyâit-Türâsi’l-Arabi Yay. Sh:281
(2) Molla Hüsrev- Dürerû’l Hükkam- İst:
1307 C: 1 Sh: 119, Ayrıca Sünen-i Darimi- Mukaddeme:16, İmam Ahmed b. Hanbel- El Müsned- C: 4 Sh: 126-127,
(3) Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi-
Mevkıfû’l Beşer-Kahire:1352 Sh: 26.
(4) İmam Maverdi- El Ahkâmû’s
Sultaniye- Kahire: 1973 Sh: 17
(5) Cemil Meriç- Bu Ülke - İst: 1975
(2. bsm) Sh: 75.
(6) Geniş bilgi için/Prof. Niyazi Berkes-
Türkiye’de Çağdaşlaşma- İst:1979 Sh: 315-316.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.