Üretim Araçları, Sermaye, Emek ve Faiz
Modern ekonomi literatüründe üretim araçları; “emek, sermaye, doğal kaynaklar ve teşebbüs” şeklinde tasnif edilmiştir. Bunlardan her biri, diğerinden bağımsız faktörler olarak ele alınır ve değerlendirilir. Bunların kullanılması karşılığında ödenen bedel ise “ücret, faiz, rant ve kâr” terimleriyle ifade edilir. Ücret, faiz, rant ve kâr oranları, piyasa mekanizmasında kendiliğinden oluşan tabii sürecinin normal bir sonucudur. Burada belirleyici olan insanların prağmatik ihtirasları ve bunun arz-talep biçiminde tezahür eden yansımasıdır. Buna göre kendi çıkarı için gayret sarfeden bir kimse, farkında olmadan toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasına da hizmet etmiş olur. Kapitalist ekonomiyi savunan filozofların “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” sloganıyla ifade ettikleri dünya görüşü ile faizli muamemeleleri birbirinden ayırmak kolay değildir. Sermayenin üretim aracı olduğunu esas alan ve potansiyel bir nemâ olarak gören kapitalist ekonomi uzmanları, fâizi “paranın kirası” olarak tarif etmişlerdir. Yani sermayenin takdiri nemâ özelliğine haiz olması, menkûlün (paranın) kiraya verilmesi için yeterli sebeb kabul edilmiştir.
Bütün muteber fıkıh kitaplarında üretim araçları, emek ve mal olmak üzere ikili tasnife tabi tutulmuştur. İktisadi anlamda değerin ortaya çıkmasına vesile olan unsur, sadece emektir. Sermaye kavramıyla ifade edilen unsur; kimi zaman üretim araçlarına, kimi zaman da sikke’ye (paraya) aktarılmış halde bulunan birikmiş emekten ibarettir. Sermaye, ancak emek sahibiyle birlikte olduğu zaman meşrû bir üretim faktörü haline gelir. Paranın/ sermayenin kiraya verilmesi söz konusu değildir. Zira kira akdinde; malın aynının muhafaza edilmesi, sadece on maldan faydalanılması esastır. Meselâ: oturmak için mesken (ev) kiralayan bir kimse, o meskeni bozdurup-harcayamaz, sadece faydalanır. Hâlbuki sermaye-para için aynı durum sözkonusu değildir. Sermayenin-paranın, potansiyel nemâ özelliği vardır. Ancak bu fâizin meşrû olması için yeterli/meşrû bir sebeb değildir. İslâm âlimleri; “sermayenin takdiri nemâ özelliğine hâiz olduğunu kabul etmelerine rağmen” fâizin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Bilindiği gibi zekat verilmesi farz olan mallarda aranan şartlardan birisi, malın nâmî (çoğalma-üreme) vasfına haiz olmasıdır.(1) Nakit para, altın ve gümüş gibi semen özelliği taşıyan mallar (ticâri faaliyette kullanılmasa dahi), nâmi vasfına haiz olduğu için zekâta tâbi tutulmuştur.(2) Mudarebe Akdi’nde sermâye sahibinin (çalışmadan) kârdan pay almaya hak kazanması, sermayenin nâmi olma vasfınının zaruri bir sonucudur.
Kapitalizmi savunan ekonomi uzmanları ile İslâm alimlerinin “Sermayenin potansiyel nemâ vasfına haiz olduğunda” ittifak ettiklerini söylemek mümkündür. Buna rağmen fâizli muameleler konusunda ihtilâf etmişlerdir. Çünkü kapitalizmi savunan iktisad uzmanları “ödünç verilen sermayede bulunan potansiyel nemânın, derhal hakikî nemâya dönüştüğünü” esas almış ve peşin fâizin tahakkuk ettirilmesinin şart olduğunu ileri sürmüşlerdir. İslâm âlimleri “potansiyel nemanın neticesinin bilinemiyeceğini ve miktarının tesbitinin mümkün olmadığını” dikkate almış ve fâizin meşrû bir kazanç olmadığını belirtmişlerdir. Bir teşbihle, bu iki farklı görüşü îzah etmek mümkündür:
Kapitalist teorisyenler “Dişi bir canlının erkeğiyle çiftleşmesinden sonra mutlaka yavrulayacağına” hükmederken, İslâm âlimleri “Bu dişinin yavrulamama, bir değil iki adet yavrulama veya hiç yavrulamadan ölmesi” gibi ihtimallerle karşı karşıya olduğu için, peşin nemâ hükmünü kabul etmemişlerdir. Dolayısıyla “İslâm dini fâizi meşrû kabul etmez” derken; sermâyenin potansiyel nema vasfını kabul etmediği değil, bu nemanın miktarının önceden tesbitinin mümkün olmadığı anlaşılmalıdır.
Son yıllarda, bazı müslüman yazarların “Her ribâ fâizdir. Ancak her fâiz ribâ mıdır?” sualini sormaya başladıkları görülmektedir. Zihinleri meşgul eden bu sualin “ribâ ile fâizin aynı olmadığı”nı ileri süren ekonomi uzmanları tarafından, asırlar önce sorulduğu sabittir. Ribâ ile fâizi birbirinden ayırmak için ortaya atılan iddianın mâhiyeti şudur: “Ribâ, tüketim ödüncünden alınır. Fâiz ise üretim ödüncünün zarûri bir sonucudur.” Türkiye’de bankaların birbirleriyle yarışa girdikleri, taşıt, konut (mesken-ev) ve özel tüketim kredilerinin üretimle bir ilgisi yoktur. Buna rağmen bankaların, bu keyfiyete hâiz kredilerden fâiz aldıkları malûmdur. Modernizmin (aydınlanma felsefesinin) etkisinde kalan ve zarûret kavramını zanlarına göre te’vil eden bazı ilâhiyatçılar, bankalardan konut kredisinin alınabileceğine (zaruret gerekçesiyle) fetva vermektedirler. Asli ihtiyaç ile zarûret arasındaki farkı dikkate almadıkları ve şahsi kanaatlerine tabii oldukları için, verdikleri fetvanın meşrû bir değeri yoktur.
Negatif fâiz teorisini savunan bazı müslüman yazarlar “Enflasyon oranının altındaki fâiz, artık bir değer ortaya koymamaktadır. Hatta mûdi’nin zarar ettiğini söylemek mümkündür. Dolayısıyla buna fâiz denilemez. Günümüzdeki banka fâizleri, enflasyon oranının altındadır” iddiasını gündeme getirmektedirler. Bu iddianın zarûri neticesi şudur: “Bankalara para yatıran kimseler, sürekli zarar etmektedirler” Müslüman yazarların, insanları zarara teşvik etmeleri câiz değildir. Kaldı ki, haram kılınan fâiz ile enflasyon musibeti arasında, gizli bir münâsebet vardır. Meseleyi izah edebilmek için, enflasyonun keyfiyeti üzerinde kısaca duralım. Enflasyon kelimesi, lâtince’de “şişkinlik” manâsına gelen “İnflatio” sözcüğünden türetilmiştir. Tedavüldeki para miktarının; üretim seviyesine ve mal arzına oranla, ölçüsüz bir artış göstermesine enflasyon denilir. Enflasyonun en açık belirtisi; paranın satın alma gücünün düşmesi ve fiyatların yükselmesidir. Muteber kaynaklarda, Peygamberimiz Efendimiz (sav) hayatta iken (Asr-ı Saadette) arz ve talep dengesinin bozulduğu haber verilmektedir. Nitekim “hayat pahalılığının arttığını söyleyen ve fiyatlara müdâhele etmesini (narh koymasını) talep eden” ashâbına hitâben Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) “Fiyatları ayarlayan, bolluk, darlık ve rızk veren Allah(cc)’dır. Şüphesiz ki ben; hiç kimsenin benden talep edeceği bir mal ve can hususunda haksızlığım olmadan Rabbime kavuşmak arzusundayım. (3) buyurduğu malûmdur.
Hülâfa-i Raşidiyn döneminde, malların fiyatlarında yükselme olmuş ve enflasyon hadisesi gündeme girmiştir. Enflasyon oranını dikkate alan ve aynı oranda fâizin helâl olacağını söyleyen kimselerin, şu hakikati dikkate almaları zaruridir. İslâm fıkhını göre kurulan bir devletin, enflasyon hadisesiyle karşı-karşıya kalması mümkündür. İmam-ı Serahsi “El Mebsut” isimli eserinde; rahş ve gâlâ’nın (enflasyonun) mâhiyetini îzah etmiş, fakat bu durumda fâiz alınabileceği üzerinde hiç durmamıştır. Aydınlanma felsefesinin (modernizmin) etkisinde kalan bazı yazarlar “Asr-ı saadette kullanılan dinar, dirhem ve fels gibi mâdeni paralarla, tedâvüldeki kağıt paraların hükmünün aynı olmadığını” ileri sürmekte ve fâiz meselesinin yeniden gözden geçirilmesini teklif etmektedirler. Prağmatik akla uygun olan bu teorinin, meşrû bir değeri yoktur. Zira asr-ı saadette ve hülâfa-i raşidiyn döneminde; Bizans, Sasâni ve Yemen sikkeleri, tedâvül aracı olarak kullanılmıştır. Peygamberimizin (sav) ve râşid halifelerin, herhangi bir sikke (para) basmadıkları bilinmektedir. O dönemde altın mâdeninden basılan paraya “miskal”, gümüşten basılana “dirhem” ve bakırdan basılan paraya “fels” adı verilmiştir.(4) Hanefi fukahasına göre; kendisiyle eşyaya değer biçilebilen herşey paradır. Paranın altın, gümüş, bakır ve diğer madenlerden olması şart değildir. Örf olarak semen kabul edilen herşeyin, ticâri faaliyetlerde kullanılması câizdir. (5) Günümüzde kullanılan kağıt paraların; tasarruf, değeri ölçme ve değeri koruma gibi vasıfları mevcuttur. Bazı muhafazakar aydınların, enflasyon hadisesi öne sürerek yaptıkları keyfi yorumların ilmi bir değeri yoktur.
İslâm fıkhı’nın hükümlerin uygulandığı bir ülkede (Dârû’l İslâm’da) müslümanların birbirlerinden fâiz almaları haram olduğu gibi, gayri müslimlerden (zimmet ehlinden) fâiz almaları da haramdır. Gayr-i Müslimlerin, kendi aralarında (birbirlerinden) fâiz almalarına ve vermelerine de müsaade edilmez. Zira Kur’an-ı Kerim’de: “... Haram kılınmasına rağmen fâiz (ribâ) almaları, halkın mallarını haksız yere yemeleri sebebiyledir ki, biz (evvelce) kendileri için helal kılınan temiz ve güzel şeyleri üzerlerine haram kıldık” (En Nisâ Sûresi: 161) hükmü beyan buyurulmuştur. Ehl-i kitap olan kimselere, fâizin haram kılındığı nassla sabittir. (6) Dârû’l islâm’da yaşayan kimselerin birbirlerinden fâiz almaları veya vermeleri haramdır. İslâm fıkhının uygulanmadığı ülkelerde yaşayan mü’minlerin, birbirlerinden fâiz almaları veya vermeleri de câiz degildir. (7) Zira iman sebebiyle ortaya çıkan kardeşlik hukuku ve mal masûniyeti (dokunulmazlığı), dünyanın her yerinde aynıdır. İstisna olan ve üzerinde ihtilaf edilen konu, mü’min ile harbi arasında fâizin teşekkül edip-etmeyeceği” meselesidir. Hz. Mekhûl’den rivâyet edilen mürsel haberde, Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) şöyle buyurduğu beyan edilmiştir: “Dârû’l Harp’te, mü’min ile harbi arasında faiz yoktur.” (8) Bu hadisin râvisi olan Hz. Mekhûl’ün (rh.a) tabiûn’un fakihlerinden olduğunu dikkate alan İmam-ı Âzam Ebû Hanife (rh.a) ile talebesi İmam-ı Muhammed (rh.a) bu hadisle amel edilebileceğini kabul etmişlerdir. İslâm’a karşı savaşan kimseler/harbiler, mal masûmiyeti (dokunulmazlığı) için gerekli olan unsurlara haiz değildirler. Diğer üç mezhebe göre (Şafii, Mâliki ve Hanbeli) “Dünyanın her yerinde; kavmi, rengi, dili ve dini ne olursa olsun, insanların birbirlerinden fâiz almaları veya vermeleri haramdır.” (Misak Dergisi)
(1) İmam-ı Kâsani- El Bedaiû’s Senai Fi
Tertibi’ş Şerai- Beyrut: 1974 C: 6 Sh: 79
(2) İmam-ı Merginâni- El Hidaye şerhû
Bidayetü’l Mübtedi-Kahire: 1965 . C: 1
Sh: 97,Ayrıca Yusuf Kerimoğlu-
Emanet ve Ehliyet- Anka:2013 C:1
Sh: 390 Madde:867.
(3) Sünen-i Tirmizi- İst:1401 C: 3
Sh: 605-606 Had.No:1314 K.Büyû:73.
(4) İmam-ı Maverdi- Ahkamû’s
Sultâniye- Kahire: 1298 Sh: 148.
(5) İmam-ı Kasâni- El Bedaiû‘s Senai fi
Tertibi’ş Serai-Beyrut: l974 C: 5 Sh:185.
(6) İbn-i Kesir-Tefsirû’l Kur’ani’l Aziym-
Beyrut: 1969 C: 1 Sh: 583
(7) İmam-ı Merginâni- A.g.e. . C: 3 Sh: 66.
(8) İmam-ı Serahsi-El Mebsut-Beyrut:
ty.C:14 Sh:57.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.