Faruk Köse

Faruk Köse

Adalet sisteminde dönüşüm-2

Adalet sisteminde dönüşüm-2

Adaletin hiç olmadığı, eksik kaldığı veya aksadığı yerde zulüm vardır. Bu yüzden AK Parti’nin, seçim beyannamesinde “adalet”e dair önemli projeler sunması yerinde bir hassasiyet. Bu kapsamda, “temel önceliklerimizden biri adalet sistemimizde köklü düzenlemeler yaparak ileri standartlarda bir yapı oluşturmak olacaktır” vaadini önemsiyorum.

Ancak beyannamenin genelinde olduğu gibi burada da müphem ifadeler var. Mesela sözü edilen “köklü düzenlemeler”in neler olduğu ve “ileri standartlar”dan neyin kastedildiği izaha muhtaç. Bu kapsamda, “yargıyı siyasal bir erk olarak değil, toplumsal düzenin gerektirdiği, ürettiği bir işlev olarak görüyoruz” ifadesi önemli. “Yargının siyasallaşmaması”na vurgu yapan bu ifadeyle yargı bizatihi “siyasal erk” olarak görülmeyecek; ancak “siyasal erkin yargı üzerindeki etkisi ve kontrolü”nün olmayacağına dair de net ve kesin ifadeler olmalıydı. Bu husus seçim çalışmaları esnasında telafi edilmezse, “yargı sisteminin yeniden yapılandırılması”nın çok da önemi kalmaz.

Aslında AK Parti, işaret ettiğim bu hassasiyetin öneminin farkında. Nitekim, “siyasal ve ideolojik yargıdan ülkemizin çok zarar gördüğünün bilincinde” olunduğuna vurgu yapılıyor. Ardından, “yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını, adalet taleplerine cevap verebilme imkânının güvence altına alınmasının bir aracı olarak değerli görmek”ten söz ediliyor. “Bu kapsamda katılımcılığı, demokratik meşruiyeti ve şeffaflığı temel esaslar olarak güçlendireceğiz” vaadinde bulunuluyor.

Ancak bu vaadin anlamlı olabilmesi için, “yargı mekanizmasının kurumsal ve hukuksal yapı ve mekanizması”nın, “adalet üzere yargı bağımsızlığı”nı gerçekten sağlayabilecek nitelikleri haiz olarak nasıl dizayn edileceğine dair somut veriler sunulmalıydı. Mahkemelerin “siyasi kararlar”la kolayca yapılandırılabildiği, yargı görevlilerinin beğenilmeyen kararlarından dolayı mahkûm edilebildiği bir mekanizmanın “yargı bağımsızlığı ve güvenliği”ni nasıl sağlayabileceği izah edilmeliydi.

Burada dikkat çekmek istediğim önemli bir husus var. Beyannamede, “Türkiye, hukuk düzeniyle kendi yurttaşlarının özgürlüklerini korumaya, uluslararası topluma güven vermeye, yerli ve yabancı yatırımcılar için güvenli bir liman olmaya devam edecektir” denildikten sonra, “mevzuatın bu niteliklere sahip olabilmesi için” bir kriter belirleniyor: “Özgürlük-güvenlik dengesi...”

Bu ne demek? Bunun izah edilmesi lazım. “Özgürlük” ve “güvenlik” kavramlarının sınırları, birbirlerine müdahale alanları açık ve net olarak çizilmeli. Özgürlük adına güvenlikten ne kadar taviz verilebilir? Ya da bugün ağır basan uygulamada olduğu üzere, güvenlik adına özgürlükten taviz verilecek mi? Denge nasıl ve ne üzerine kurulacak? Bütün bu müphem noktaların seçim çalışmaları esnasında izah edilmesi gerekiyor.

“İkincil düzenlemelerle oluşturulabilecek detayları, yasalardan ayıklayacak ve mevzuat enflasyonuna son vereceğiz” vaadi iyi de, bu hususta “idarenin takdir hakkının genişletilmesi” sözkonusu ise, dengenin kaçırılmaması gerekir.

“Yargıda etkinlik, hızlılık, hesap verebilirlik, ekonomiklik ve şeffaflığı sağlayacağız” vaadi hakkında daha detaylı açıklamalar yapılmalı. Mesela “hesap verebilirlik” ne demek? Kim kime, hangi usûl ve esaslara göre, nasıl ve niye hesap verecek? Bu, hakimlerin, “bizden hesap sorulur” endişesiyle etkiye açık kararlar vermesine yol açar mı? Ya da “şeffaflık” ne demek ve nasıl sağlanacak? Bunlar izah edilmeli.

“Temyizi, hukuki denetim ile sınırlandıracağız” güzel bir vaat; zira temyiz, karar yeni değil, hukuki denetim yeri olmalı. “Yargı üst yönetimi ile temyiz mahkemelerinin oluşumunda milli iradeyi temsil eden Meclisimizin rolünü güçlendireceğiz” vaadi ise izaha muhtaç. Zira şahsen, Meclisin, milli iradeyi yansıttığına inanmıyorum. Meclis, siyasi parti liderlerinin ve kurmaylarının iradesini daha çok gözetir. Çünkü asıl belirleyiciler onlardır; milletin oyu, seçimin altına mühür basmaktan ibarettir. Bu durumda, yargı siyasi parti liderlerinin kanaatlerine göre belirlenecek demektir. Peki, siyasi kararlarla belirlenen yargı sisteminin bağımsız ve adil olması nasıl sağlanacak?

“Yüksek mahkeme üyeliğinin makul sürelerle sınırlanması”, yargıçlar hegemonyasına son verilmesi bakımından, yeterli olmasa da önemli bir vaat. Ancak, “ticaret ve iş mahkemesi gibi bazı ihtisas mahkemelerinde meslekten olmayan hakimlerin de yer alması”nın sağlanacak olmasını sakıncalı buluyor, “meslekten olmayan hakimler” meselesini ciddi bir sorun olarak görüyorum. Hukuk bilmeyen hakim hukuku nasıl sağlar?

Bir de “yargı mensuplarının mesleki ahlak ve davranış kurallarını uluslararası ölçütlere göre belirleyeceğiz” vaadi var. Sorasım geliyor: Milletin inançları, kültür ve gelenekleri, kimlik ve kişilik değerleri, ahlâk ve âdâbı varken, hâlâ ne işiniz var “uluslararası ölçütler”le?

“Bilirkişilik müessesesini yeniden yapılandıracağız” deniyor. Bu çok önemli. Zira, bilirkişi bir nevi hakem konumunda olduğundan, belirlenmesinde davalı ve davacı tarafın ittifakı sağlanmalı.

“Hukukun tüm dallarında alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına ağırlık verecek” olunması kapsamında, özellikle kişisel anlaşmazlıklarda “Hakemlik Müessesesi”ne yer verilirse isabetli olur. “Koruyucu ve önleyici hukuk yaklaşımını yaygınlaştırılacağız” vaadi de, Anayasa Mahkemesi’ne “bireysel başvuru”nun gözden geçirilecek olması da izah gerektiren, mahiyeti açıklanması icabeden vaatler.

Şunu açıkça belirtmek istiyorum:

Artık “çok hukukluluk” sistemine geçilmeli ve “İslam Hukuku (Şeriat)” da tercih edene tatbik edilecek temel hukuk normlarından sayılmalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Faruk Köse Arşivi