Tokluktan şişip devrilen ‘Catoplebas’ açlıktan mı ölecek?
Âkif -hangi şiirindeydi, tam hatırlayamadım, ama,- Osmanlı’nın son yıllarında, İngiltere ve Rusya’nın siyasetlerine olan hışmını, buğzunu bir ‘ehl-i derd’in ağzından, ‘İngiliz ve Rus ya açlıktan çatlamalı, ya da tokluktan patlamalı..’ diye dile getiriyordu.. Tabiatiyle, düşmanımız da olsa, ‘açlık’tan olmasını istemeyiz.. Çünkü, bir düşmanının zaafiyeti yüzünden safdışı olması, rakibine şeref vermez.. Ama, o günlerdeki dünya siyasetinde karşılaşılan korkunç entrikalar yüzünden, öyle bir beddua edilmiş..
Ama, ‘tokluktan patlama’ya gelince.. Biz, öyle bir beddua etmesek bile, o kaçınılmaz..
Batı mitolojisinde ‘Catoplebas’ (veya, catopeblas) denilen bir canavardan sözedilir. Bu mitolojik canavar, ‘devamlı yiyip şişer ve sonunda hareket edemez hale gelir. Ve dev gövdesiyle bir yiyeceğe uzanırken, devrilip kendi ağırlığının altında kalıp açlıktan ölür..’
Bu mitoloji, sadece Roma İmpatarorluğu’nun muazzam maddî güç ve zenginlikleri döneminde, devamlı yiyen insanların, yediklerini hazmedinceye ve tekrar acıkıncaya kadar beklemeye tahammül edemeyip, yemek -yutmak hazzının yaptırımıyla, parmaklarını boğazlarına götürerek, -affedersiniz- istifrah edip midelerini boşaltmaları ve sonra yine yemeleri ve bunu böyle sürekli tekrarlamaları şeklindeki bir korkunç fizyo-psikolojik çöküntüyü günümüzdeki kapitalist toplumlar da aynı şekilde, değişik şekilde yaşamıyor mu?
Dünyanın büyük bir bölümü açlık, sefalet ve yokluk içinde kıvranırken, kapitalisit dünyanın insanları, ‘obesite/ şişkoluk’ illetine mübtelâ vaziyettedir ve bu hal, fizyolojik olarak bir ‘gigantismus’a, devleşme’ye dönüşmekte ve ‘ferd planından toplum planına ve oradan da sosyal düzenler planı’na doğru giderek daha bir ilerlemektedir, hızla..
İnsanın sadece bir takım fizyolojik hazzları için hareket edip, fiilen sürekli yiyip-içen bir ‘doldur-boşalt mekanizması’ temeline oturan materyalist dünya görüşünün geliştirdiği iki teoriden birisi olan ‘komünizm’, açlığa çare bulayım darken; bir korkunç diktatörlüğün pençesine düştü, ‘insan insan tanrısıdır’ gibi anlayışın zebunu olarak yokoldu..
Materyalist dünya görüşünün öbür kanadı olan ‘kapitalizm’ ise, sosyalizm/komünizmin ortaya çıkmasına ve kendisine büyük korkular ve kabuslar gördürmesine müncer olan kendi uygulamalarından biraz geri adım atar gibi yaptıktan sonra; şimdi rakibsiz kalınca, USA emperyalizminin şahsında, ‘II. Roma İmparatorluğu’ havasıyla dünya sahnesinde kovboyluk yaparken, ‘Homo hominu lupus/İnsan insanın kurdudur’ anlayışını, ‘Vahşî Batı’ hikayelerinin bir çağdaş versiyonu olarak tezgahlamaktadır, dünya haklarına karşı..
Ve böyle bir durumda, daha birkaç ay öncesine kadar, (Türkiye de dahil) dünya ülkelerinin ekonomileri hakkında âmirâne yolgöstericilikler yapan dev amerikan şirketleri ve bankaları arka arkaya çökmeye başladılar.. ‘Catoplebas devrildi, kendi ağırlığının altında kaldı ve açlıktan öldü..’ demek için henüz vakit çok erken ama, öyle bir durum da meydana gelebilir.
Dün, ekonomist Prof. Kerem Alkin, ‘Geçmişte, Amerika’da hapşırsa Türkiye nezle olduğunu, bugün ise, dünya ekonomilerinin böylesine fırtınalı olduğu bir zaman diliminde, Türkiye ekonomisinin ve bankacılık sisteminin geçmişte yaşanmıyan şekilde sağlıklı yönetildiğini’ belirtiyordu ve sanıyorum, bunu derken haksız değildi..
Ama, yine de bu büyük dalgalanmaların Türkiye ekonomisinin ihata duvarlarına çarpıp bir takım olumsuz ve yıpratıcı etkiler meydana getireceği unutulmamalıdır..
TOPLUMUN MANEVÎ DİNAMİKLERİ DİNAMİTLENİRKEN…
Kapitalist emperyalizmin en mustahkem kalesi olarak bilinen B. Amerika’nın ekonomisinde yaşanan büyük buhran, tabiatiyle bütün dünyayı da ilgilendirirken, başını (müteveffâ Uğur Mumcu’nun eşi) Güldal Mumcu’nun çektiği bir grup CHP m.vekili, ‘Deniz Feneri’ derneğine Türkiye Meclisi tarafından verilen ‘üstün hizmet madalyası’nın geri alınmasına dair bir yazı yazmışlar, Meclis Başkanlığı’na..
Almanya’da görülmekte olan ‘Deniz Feneri’ derneği dâvasıyla ilgili gelişmeleri bahane ederek girişilen bu teşebbüs, Türkiye’deki ‘Deniz Feneri’ni vurmaya çalışmak, basit bir siyasî hınçın ötesinde, ideolojik bir hesablaşmayı yansıtmaktadır..
Elbette Almanya’daki dâva, bir cezalandırmayla sonuçlanırsa, bu, alman kanunlarına aykırılık gerekçesiyle hafife alınamaz.. Çünkü, orada cezalandırmalar olursa, bu, falanca kişilerin veya onların Türkiye’deki bağlantılı gösterildikleri kişilerin edğil, hepimizin müslüman kimliğine sıçratılan bir leke olacaktır.. Bizim şahsî hatalarımız, şahsımıza değil, dünya görüşümüze, inancımıza, dinimize bir leke olarak görülecektir..
Bu bakımdan bu gibi yanlışların içine bilerek-bilmeyerek câhillik ve gafletle veya taammuden, kasden karışmış her kim varsa, hepimizin üzerine sıçratılacak ‘cîfe’lere zemin hazırladıkları için, onların ‘vebal’leri daha bir katmerleşecektir..
Ama, Almanya’da görülmekte olan bu davayı bahane ederek, Türkiye’deki ‘Deniz Feneri’ne yönelik bu ‘ideolojik saldırı’nın yarınlarda, ‘İslamî’ kimlikleri bilinen kişilerce yürütülen bütün hayır çalışmalarına da yöneleceği unutulmamalıdır..
Unutmayalım ki, müslüman halkımız arasındaki dayanışma, halkın ihtiyaçlarını kısmen azaltsa bile, ondan daha fazla bir ‘şuûrlanma’ meydana getirmektedir, toplumda.. Mısır’da, ‘müslümanalararası dayanışma’nın, oradaki laik rejimi tehdid ettiğini, bunun önlenmesini, bizzat Amerikan emperyalizmi istiyordu.. Aynı korku, Türkiye için de geçerlidir, elbette.. ‘Taife-i laicus’un dehşete kapılması da bu yüzdendir.. Çünkü, ülkenin bütün zenginliklerine ve güç kaynaklarına el koymuş olan bir laik rejimin ‘fedaî’si görünümündeki bu taife, kendi temellerinin giderek daha bir zayıfladığını ve toplumda ‘kelaynak’lar durumuna dönüşebileceklerinin korkusu içindeler.. İstiyorlar ki, müslüman halk kitleleri kendi aralarında dayanışma içinde olmasın ve hep kemalist/laik rejimden istesinler.. ‘Veren el, alan el üstündür..’ şeklindeki nebevî hadisin mânasını onlar da biliyorlar, elbette.. Marmara Depremi sonrasındaki yardım faaliyetleri sırasında, ‘İslamî’ kimlikleri bilinen kişi veya cemaatlerin Ecevit Hükûmeti’nce ne büyük zorluklar çıkarılarak engellenmeye çalışıldığı unutulmuş değildir..
Ve amma, 2001’de yaşanan büyük sosyo-ekonomik buhran sırasında toplumu kurtaranın, halkın dayanışma duygusu olduğunu ‘taife-i laicus’ da itiraf ediyordu.. Ama, bu dayanışmanın, halkın inancından, İslam inancından, İslam kültür ve medeniyetinden imbiklenmiş bir gelenekten kaynaklandığını itiraf etmeye gelince.. İşte o zaman dilleri tutuluyordu. O halde, hayırlı işlerde dayanışmaya inadına hız verilmeli, fâsıklara prim ve yardımlaşma ruhunun katledilmesine fırsat verilmemelidir..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.