Küresel Devletin Terör Yöntemi
PİVOT ÜLKE İDİK HEDEF ÜLKE OLDUK
Türkiye’nin IŞİD (DAEŞ) için bir planı yok. Belli ki adında İslam olan bu küresel terör devleti, kurulu Müslüman devletlerin hepsi için baş belası…
İslam ülkeleri bu meseleyi çözemezlerse istikballeri kesinlikle tehlikede demektir.
Çünkü bu terör devleti onların zaafları üzerinde yükseliyor.
Belli ki daha da kritik coğrafyalarda yükselmeye ve bir küresel siyasetin gelecek kurgusunda işlevsel olmaya devam edecek.
Bir küresel gelecek kurgusu acaba bu örgütü daha başka hangi mıntıkalarda ve hangi siyaseti temin için hangi süreçte kullanmaya devam edecek?
Bunu planlayan küresel üst akıl neyi temsil ediyor ve ona karşı neler yapılabilir?
Türkiye’de bunu tahlil edebilecek ve ona karşı argümanlar geliştirebilecek bir beyin var mı?
Herkes “ben demiştim” yaygarasında şimdi…
Ne dedin kardeşim sen?
Bir takım stratejist ve terör uzmanı geçinen sözde akademisyenlerin sorumsuz ve her tarafa sponsorluk daveti çıkaran beyanları mı üst aklımızı oluşturacak?
Bomba patladı ve devlet sorumluları kınamaktan ibaret lakırdılar ettiler. Bomba patladı ve üst aklımızı oluşturan(!) beyinsizler ekranlara doluştular. Bomba patladı ve yeni yetme yorumcular bile devreye girip yine arkasında bir derin devlet aradılar. Keşke bu bombaların da arkasında Ergenekon gibi emisyon hacmi yüksek bir örgüt çıksaydı da kafa konforumuz bozulmasaydı diye düşünen bir sürü liberal ve İslamcı kırması yaratıklar hiçbir delilleri olmadığı halde ısrarla o bildik alışkanlıklarını izhar ettiler.
Kimse bu IŞİD nedir, temelinde ne var, bu temellerin siyasal, askeri, sosyolojik zeminleri nedir diye tahlil edemedi.
Gariban ya da kafa konforlu Müslüman sorumlu tipi, hemen IŞİD yerine DAEŞ derse sorumluluktan yırtacağını sandı.
ABD ve gerçek müttefikleri Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde giriştiği yeni planını 11 Eylül sonrası İslam coğrafyasında hayata geçirdi. Ortadoğu, Doğu Akdeniz çanağı, aslında İslam coğrafyasının merkezi…
Planını hayata geçirirken de sonuçlarını değerlendirdi.
Kimileri ABD’nin, Irak müdahalesinden sonra pişman olduğu ve bölgeden çekilmek istediği görüşünde… ABD ve İngiliz Yahudi medeniyeti adına da bu kimileri fikirler geliştiriyorlar…
“Canım ABD çekilecek ama arkada kalanlar rahat durmuyorlar, durmayacaklar… İşte gördünüz” gibisinden global statükonun ekmeğine yağ süren açıklamalar yapıyorlar…
“Canım… ama bölgede o kadar terör grupları ve işte gördüğünüz gibi bela bir İslam(!) var ki buna karşı Irak müdahalesinden farklı bir jeostratejiye ve ona uygun askeri, istihbari, ekonomik ve siyasal plana ihtiyaç var….”
Belli ki küresel kaba güç artık bodoslamasına açık saldırılar yerine istihbarat örgütlerini, terör örgütlerini ve ülkelerin iç siyasal yapılanmalarını ve yeni taleplerini değerlendirerek Ortadoğu’yu şekillendirmeye çalışacak.
Bunların başında bölgenin de-stabilizasyonu geliyor.
Öncelikle ülkeler liderlerden kurtarılmalı ve bir daha bir milliyet birliği etrafında içtimai kuvvelerini gerçekleştirememeliler…
Diktatörler gidecek ve demokrasi gelecek, yok Arap baharı olacak İslam’ın yeni liberal güneşi parıldayacak yalanları ve hayalleri ile bütün Ortadoğu coğrafyasında hazmedilmemiş bir entropi yaratıldı…
Eee liderler gitti, demokrasi geldi mi? Ne gezer? Artık bu ülkeler elli yıl toparlanamayacaklar ve her an Batı’nın müdahalesine açık halde bulunacaklar.
İkincisi ülkelerin ola ki hayırda yer, şerde hayır var mucibince yine de bu beladan bir yeni yapılanma çıkarma ihtimalleri söz konusu olabilir.
O zaman da teorik olarak bütün eskiyi rafa kaldıran ve asalak devlet kavramının dışında yeni bir devlet, teorik devlet kavramı peşinde küresel bir yapılanmaya sevk etme programı devreye sokuldu.
Bu elbette ki küresel güçlerin istihbarat teşkilatları tarafından ortada fol yok yumurta yok iken pişirilmedi…
Potansiyel vardı elbette… Onun üstüne bir yöneylem uygulaması planlandı.
CIA meseleyi tartıştı. İngiliz Yahudi aklı yeni stratejiler üretti. Teröre karşı yeni önlem paketleri ortaya kondu.
Bizimkiler doğal olarak bunu takip edemediler. Etseler de bir şey anlamazlardı.
Sünni Arap geleneği Irak’ta tamamen devre dışı bırakıldı.
Türkiye o zamanlarda Irak’ın toprak bütünlüğünü savunuyordu. Fakat savunması tıpkı şimdiki menfur terör saldırılarından sonra ortaya konan kınama ritüelleri gibi içi boş savunma idi. Yarım ağızdı…
Muhataplar bunun yarım ağız bir savunma olduğunu çarçabuk anladılar. Ve dediler ki; canım Kuzeyde de-facto bir devlet zuhur ediyor, nasılsa; siz bunun hamisi olun, siz kazanırsınız…
Türkiye bu tuzağa düştü ve Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmayı bıraktı hatta Irak’ın kuzeyindeki devleti âdeta tanıdı. Plan işledi ve ikinci ayak olarak Suriye kuzeyinin karıştırılması icap ederdi.
Esad’ın gitmesi, Suriye’ye demokrasi gelmesi tıpkı öncekiler gibi palavraydı.
Böylece güneyimizde yeni bir karışıklık meydana getirildi… Yeni bir de-facto durum yaratıldı. Bunun için de iyi polis kötü polis aparatları kullanıldı. IŞİD baş belası eylemleriyle sözde uluslararası camiayı insanlık adına ortak savunma refleksine geçiriyor, o da elindeki aparatı PYD’yi kullanıyor ve Kürt teröristler halk kahramanı hatta küresel fedailer olarak tarihe geçiyorlar…
Devlet aklı, güya çözüm sürecinin bir aşaması olarak kabul ettiği planın zaafını görüp Suriye’ye sevk ettiği silahlı güçlerin Esad’a karşı çarpışmayıp bölgede bir kanton oluşturmaya başladığını görünce ‘denize düşen yılana sarılır misali’ karşısındaki güçlere zımnen ve açıkça destek olma arayışına, telaşına kapıldı.
Kobani filan derken de artık ABD’nin faktöriyel yeni eklemli devlet projesi mümkünatın sınırları içinde gözüktü. Buna biz ikinci İsrail projesi diyoruz.
Asla izin verilemeyecek bir noktaya doğru sürükleniyorduk.
Belli ki küresel üst aklın güneyimizde yıllardır sahneye koyduğu planın artık bizi de dairesi içine aldığı döneme giriyoruz.
Suruç faciası bunun kanıtıdır.
Türkiye pivot ülke olmaktan hedef ülke haline getirilecek diye yıllar evvelinden yazdık ve bu küresel planın karşısına o derinlikte bir planla çıkmanın zaruretine değindik. Ama Türkiye mesela daha Irak’ta sünni Araplar yani Irak’ın eski sahipleri devre dışı bırakılırken sesini yükseltmeliydi.
Irak’taki ABD valisinin kontrolünde siyaset biçimlenirken özellikle sünni Araplar devre dışı bırakıldı. Şii ve Kürt unsurlar öne geçirildi. Bu bugünkü planın ilk adımları idi.
Şimdi İran ile ABD yakınlaştı.
Suudi Arabistan çelişkili biçimde ABD kucağında oturuyor.
Bu bölgede dost düşman kuvvetler anlayışında küresel gücün yeni bir atraksiyon yaptığının da işareti olsa gerek.
Düşmanla aynı yatakta yatmanın fazileti üzerine kurulmuş bir plan bu…
Sünni Arap potansiyelinin siyasette temsil edilmemesi üzerine bölgede bir büyük ülkünün İslam’ın bu merkez kuvvesini sinirlendireceği, zıvanadan çıkaracağı âşikârdı.
Siyaseten tek temsilcisi Vahhabi Arabistan’ı olan bu geleneksel yapının bütün İslam âleminde etkisizleştirilmesi, bu geleneksel potansiyelin bir medeniyet projesi veya bir medeniyetin yeniden ibdası ya da kültürel İslam’ın geliştirilmesi gibi sağlıklı bir yol tutturacağına terörize edilmesinin önünü açtı.
Ve IŞİD müthiş bir sosyo-psikolojik zeminde hayat buldu.
Tarihin derinliklerine uzandı. Hilafet devletine gönderme yaptı. Şam ve Bağdat demesi boşuna değil. Hilafetin iki başkentiydi bunlar. İki başat başkenti…
Dikey düzlemde geçen asırda cetvelle bölünen sınırlarla ortaya çıkmış İslam-Arap yapılanması çürümüştü ve artık yatay bir yapılanma ihtiyacı kendisini gösteriyordu. Bunun sağlıksız bir zeminde istihbaratın devreye girerek saptırılması amaçlandı. Bölgeden işgalci güçler çekildikten sonra ortaya çıkacak sünni Arap siyaseti iktidarları ele geçirecek ve kuzeydeki yeni yapılanmanın yani batının deklare ettirdiği de-facto Kürt devletinin üstüne yürüyecekti.
Bunun ta o zamanlar altını çizmiş ve yine yeni Arap - Kürt çatışmasında Kürtlerin sığınağının Türkiye olacağını belirtmiştim. Fakat böyle bir gelişmeyi hisseden İngiliz Yahudi medeniyeti ve onun küresel ve bölgesel aparatları IŞİD’in içine sızarak onu küresel planın bir manivelası haline getirdiler. Ona bölgede kötü polis rolünü oynattılar. Bu süreçte terör yöntemiyle bölgede etkinleştirilmiş Kürt hareketi legalize edilmiş oluyordu.
Güya sıfır dış politika ve güya
Osmanlı gibi kendi hinterlandımızda etkin olma hülyaları kendi senaryoları, teşkilatları, aparatları olmayınca
gümledi…
Edilgen bir Türkiye, etkin IŞİD ve PKK-PYD oyununu kötü bir izleyici olarak sadece seyretti.
Zaman zaman telaşla devreye girdiği de oldu ama fotoğrafın bütününü göremediği için küresel güçlerin yanında da karşısında da olamayan bir ağlak tip ortaya koydu.
Bomba patladı ve Türkiye IŞİD ile PYD güçlerinin sınır dışında ortaya koydukları bir ileri bir geri hamlelerinde oyunun içine alındı. Artık yeni çatışma alanları Türkiye’nin her yeri…
Böylece güneyindeki hadiseleri ve orada yaşanan savaşları, acıları, siyasetleri gözleyen Türkiye bundan böyle üçgenin içine alınmış oldu.
Eğer küresel bir strateji ortaya koyamaz ve küresel güçlerin ya paralelinde ya karşısında yeni bir planı devreye sokamazsa Türkiye’nin işi gerçekten zor. Evet, doğrudur; Türkiye IŞİD’in varlığından sorumlu değildir. Ama bütün İslâm âleminin ve elbette ki Türkiye’nin bu belaya karşı yeni bir beyin fırtınasına ve yapılanmaya ihtiyacı vardır.
Yarın “ne yapılmalı” üzerinde duracağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.