Müslüman Şairler Geçidi - (3)
Şiirin taşlı yollarına tahammül eden şairler, gerçek şiire, mısralara, kalıcı olmaya yol bulurlar. Şairlerin verdiği emek kaybolmamak için bir çırpınıştır aslında. Hangi insan kaybolup, unutulup gitmek ister ki? Her insan anılmak, aranmak, unutulmamak için çaba harcar. Her bireyin bu çabası biraz da kendince sürer. Kendi algısı ne kadarsa ektiği de, biçtiği de, kaldırdığı da o kadardır.
***
Yosun tutan ellerin senin
Maviye götürür bu sonsuz yapı
Bir merdiven bulmalı göğe
Hira’dan yükselen nurla
İçten içe yürüyen
Dıştan dışa büyüyen bir hicret
Sürgünün olmalı
Büyüyen, hep büyüyen
Yağmurun olmalı
Elin kalbimi bulmalı
***
“Müslüman, elinden ve dilinden herkesin emin olduğu insan” diye buyrulmuş tanımımız. Müslümanın tanımı buysa eğer; öyle olmakla da ödevlidir Müslüman şair, Müslüman yazar ve Müslüman sanatkâr ve her bir Müslüman. Böyle olduğuna kuşkusuz tam bir teslimiyetle iman ederiz.
Böyle bir tanımlama, aynı anlamda farklı sorumlulukları da yüklemektedir. Sorumludur yaşadığı çağdan, yaşadığı cemiyetten ve yaşadığı uygarlıktan. Bu nedenle olan biten her şeyden de sorumluluk payının olduğunu bilir ve bilmelidir de. Savaşlar, çağın var oluşundan bu yana sürmektedir. Habil ve Kabil olayı işin sadece gözüken tarafıdır ve bu günkü savaşların da gözüken yönlerine işaret eder. Dolayısıyla savaş ve barış, Müslüman şairleri, yazarları, düşünürleri elbette ki ilgilendirmenin ötesinde onların sözü, sazı, yazısı, tarihi, coğrafyası, gözcüsü, sözcüsü olma ödeviyle de yükümlüdürler. Şiirin varlığı, Rahmanın bir ikramıysa eğer ki öyledir bu ikramla insanları uyarmaya, uyandırmaya, sulamaya memurdurlar, mecburdurlar.
Peygamberin şairleri nasıl ki hakkı haykırmışlarsa, Müslümanların en güçlü silahı şeklinde yerini almışlarsa, her şaire düşen ödev de hakkın yanında, hayrın yanında mısralarıyla –şiirleriyle- aynı ödevle yükümlüdürler.
“O sabah ezan sesi gelmedi camimizden. Korktum bütün insanlar, bütün insanlık adına” diyen Cahit Zarifoğlu, bu yolu sürdürmüştür. Bu nedenledir ki şiir, aynı zamanda bir savaş, aynı zamanda bir barış aracıdır da. İnsanlık adına umudu olan şair, Müslümanca düşünür ve Müslümanların acısını hissettiği kadar, insanlığın acısını da duyar. Müslüman sanatkâr, Müslümanca hayat yaşayan bir topluluğun insanıdır.
“Hiç Değilse Bugün” şiir kitabı Okur Kitaplığı’nca yayınlanmış şiir kitaplarından Özcan Ünlü’ye ait. 5 Mayıs 2015 tarihinde adıma imzalı, taze. Altunizade de imzalamıştı. Öpüp alnıma koymuştum. “Bu Kan Durmaz” şiirini “Cumali Ünaldı”ya ithaf etmiş. Şiirin 4.bölümü aynen şöyle;
****
“Çok oldu unutalı rica ederim
Artık bahaneler baştan sona kan
Şimdi benim bugün dokuz canım mı olsun
Bir canım Ahed’e feda mı olsun
Bir canım Zekeriya’ya müjde
Bir canım Ramez’e hayat mı olsun
Bir canım İsmail’e kurban
Kalan beş can sıcak yorganın altında
Utanç içinde bir titreme mi olsun
Söyle vicdan susma kaç canım olsun” diyor.
***
Özcan Ünlü, şiirine emek verenlerden. Söylemeye çalıştığım şiirin yüklediği sorgu; biraz azap, biraz vicdan, biraz özlem, biraz korku, biraz ümit ve biraz tanıklıktan ibaret olması. Bunu görüyor Ünlü ve yaşıyor, yaşarken ölüyor diriliyor, ölüyor diriliyor bu durum hayat boyu sürüyor. Diri bir şekilde sürsün istiyor yaşadıkları. Kalsın bir taraflarda. Özgürlük adına her kelime;
***
“Allah yoksa özgürlük de yok
Allah yoksa özgürlük
Allah yoksa
Allah”. “Semender” şirinde böyle söyler.
“Gözümü açtım ve kapattım
***
Sesim kökünden kesilmiş buğday demeti” diyor ya Yusuf peygamber kıssasını hatırlatıyor bana. Şairin ne düşündüğü, neyi kast ettiği pek de umurumda değil. Aslolanın okuyucunun neyi anladığıdır. Ben böyle anlıyorum. Bu nedenledir ki Özcan Ünlü şiiri, kendisini var kılan, sorumlu hisseden ve inanmış olmanın erdemli duruşunu ortaya koyuyor. Kalemine kuvvet kıymetli kardeşim aziz şair.
İkinci bir örneği Adem Turan’dan verelim. “Hayal Defteri” şiir kitabını “Okur kitaplığı” okuyucuya ulaştırmış. 7 Haziran 2015Cahit Zarifoğlu’nu andığımız gün Küplüce’de elime bir güvercin edasıyla konuverdiğinde öpüp alnıma koyup yüreğime aldım. Kitabı biz, “Kelamı Kadim yani Kuranı Kerim’den mülhemdir diye öper, alnımıza koyar, yüreğimize yaslarız. Hep böyle oldu böyle sürecek. Rahmetli Erdem Bayazıt Ağabeyin benim “Bir Leyla Düşü” şiir kitabımı bir edep çizgisiyle takdim ettiğimde öpüp alnına koymuş, sonra yüreğine bastırmış ve ardından bu bana bir büyüğümün emanetiydi Recep, bundan böyle benim sana bir emanetimdir artık dediği bir emaneti her kitapta yapma keyfini yaşıyorum. Emanetin benimle yaşıyor Erdem Ağabey, Rabbimin cenneti, cemali, efendimin şefaati üzerinde olsun inşallah.
“Adem Turan” Çocuk ve Düş” şiirinde şöyle söylüyor;
***
“Çocuk balkondan inmiyor
Aşağıdaki hayata bakıyor/kargaşaya
Ve diyelim ki tam o sırada Kenan İli
Çıkıp gelse gözleri önüne Mısır diye
İhtimal ki çocuk, kendini
Nil’e bırakacak
Kızıldeniz yerine…”
***
Adem Turan şiiri de kendini bulmuş şiirlerdendir. Kendi dili, tarzı, üslubu olan şiirler. Olan bitenle geçmiş arasında köprüler kuruyor. Az önceki mısraları okurken birden bire Mısır’da yaşanılan olaylarla geçmişin Mısır topraklarına, Kızıldeniz’den Nil’in sularına ve Hazreti Musa peygamberin çocukluğuna doğru yelken açıyorsunuz. Şiir, budur işte dedirtiyor. Az kelime ile söylenilmesi gerekeni söyleyip ufkun içindekilere vukufiyettir şiir. Benim kuşağıma el vermiş şairler, edipler kuşku yok ki; Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve Yedi Bilge “Yedi Güzel Adam”ın her birisi ve ismini saymadığım ustalar söz konusudur.
Geleneğin içinden modern bir tarzın, söylemin, anlaşılır ve kalıcı olmasını sağlayabilenler kalıyor elbette.
Bu işler biraz da usta çırak ilişkisiyle şekilleniyor. İstidadı olanın elinden tutar şairler ve onlara mutlaka kalacakları limanı, besleneceği ırmağı gösterirler.
***
“Kar Helvası”nda şöyle söylüyor Turan;
Kapımızda nal izleri, avluda helva hırsızları
Dilimde hep o dua: yetiş ya Hızır, helvamızı çalmışlar!”
****
Burada da yakaladığımız ipucu yine bugünden başlayarak geçmişten hız alan bir yapının varlığı göze çarpıyor. Musa Peygamberle, Hızır (as)’ın birlikte yolculuk hikâyeleri manevi bir sofra olarak gönlümüze oturuveriyor. Geçmiş dediğimiz birikim, kadim kültürel değerleri bilince, şiirin derinleşmesi söz konusudur.
Dünü bilmeden yüzeysel anlama, tanımlama söz konusudur ki bugünde söylenilen şiirlerin kabuktan öteye geçememeleri biraz da kendi başınalıklarını ilan etmiş olmalarıdır ki şiir, bundan ürker ve kaçar.
Çünkü kelimelerle oynanan bir oyun değildir şiir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.