Acı 1
Ecdadını rahmetle anan bir topluluğuz. Buna şükretmek icap ediyor. Elimde Kubbealtı yayınlarından Samiha Ayverdi’nin “Yusufcuk”u var. Kitaba şöyle giriyor Ayverdi rahmetli;
“Devletlim! Evvela karşıma şu kainat kitabını açtın ve;
Oku! Dedin.
Ben acemi fakat çalışkan bir talebe gibi, onu kelime kelime hecelemeye başladım. Dostlarım buna şahittir. Bir kır çiçeğinde, bir çiğ tanesinde, bir incecik su şırıltısında, zevkte, tebessümde hep senin parmak izlerini görerek hızlı hızlı okuyor ve yanımdakilere söylüyordum.
Fakat bunlara, bu güzelliklere doymadan sahifeler karşımda dönüyor, bütün telaşıma rağmen, zahmette, meşakkatte, gözyaşında, ıstırapta gene senin dehana ve hünerine şahit oluyordum. İşte böylece de gece demiyor, gündüz demiyor, önüme ne gelirse okuyordum.
Nihayet yorgunluğuma acımış mıydın, neydi? Karşıma gelip gene bana dedin ki:
lKainat kitabını okumak uzun sürer; kendi kitabını oku!..
l Bu o büyük kitabın hülasası idi; onda da güzelliklerden, çirkinliklerden, zevklerden ve acılardan izler, eserler, görünüşler vardı. Belki hakikaten bu, ötekinden küçüktü; ancak kâinat kitabına sığmayan büyüklükler buna sığmıştı…”
Kitap böylece sürüyor. Okudukça okutmayı sağlayan, ince, naif, kadim geleneğe bağlı, dile olan ünsiyeti son derece coşkulu kalem erbaplarındandır Samiha Ayverdi hanımefendi. Rahmetle anıyorum.
İçten içe bir kıvrılışı anımsatır acı. Bir kopuş, aniden çıkan bir fırtına gibi alır, sürükler, ovalar ve bir kenara fırlatır gibidir. Sökün eden, yürüyen, acelesi olan, biteviye, mütemadiyen kanayan bir yan, bir yön, bir içleniş, bir tükeniş, hıçkırıklarla ağlayıştır acı. Acı, tatlının karşıtıdır bir de.
İnsanın kendi ruhunda azalttığı unsurların, düşünceden, histen ve duygusallıktan arda kalanların bir temas haliyle bir göz kaymasıyla oluşan iç sızlanış, debeleniş, dibe vurma halidir. “Dost acı söyler” bunu bilir ve yarayı kanatır.
Samiha Ayverdi Yusufcuk’ta kahramanlarını şöyle konuşturuyor;
“Tatlı ot safra çıkarmaz; doğruyu bilmek için acılığa katlanman lazım. Sen bir yalanıcısın işte: Dün pencerenin altından geçiyordum. Sen de sevgilinle karşı karşıya idin. O sana soruyordu:
Beni seviyor musun?
Sen elindeki dikişe batıp çıkan iğneyi buğulu gözlerinle takip ederken, ona şu büyük yalanı söyledin:
Hayır!
Lambayı yakma, yakmakla acele etme… Komşuların ışıklarını seyretmek hoşuna gidiyor. Onlar, gecenin havayı tozlaya tozlaya karartışından sıkıldıkları için, yıldızlar görünür görünmez aydınlıklarını yakmışlar.
Hakları da var ya… Âlem bin türlü işin sahibi. Kadına akşam yemeğini hazırlamak, çocuğunu emzirmek, kocasına kapıyı açmak için aydınlık lazım…”
Şehri uzaktan seyredince içine büyük acılar birikti. Geçmişin günleri sanki bir bir gelip geçti gözlerinin önünden. İlke kez gittiği istiklal caddesinde dinlediği müziği hatırlayınca olanlar oldu. İlk kez sokak ressamıyla bura da mı tanışmıştı. Tamda buna uyuyor gibi Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Acı acı gülerek Beyoğlu’nun ilk ışıklarına baktı” cümlesi. Durdu, uzun uzadıya akıp giden insanlara baktı, bir ırmak gibi burada insanlar diye geçirdi içinden.
Aniden geliveren bir haberin ardından evin, köyün, kasabanın, mahallenin, şehrin, memleketin üzerine çöken sis bulutunun, dalga dalga yayılarak her bir ferde dokunan, dokundukça büyüyen bir çığlığın hissedilişidir acı. Bir ölüm haberinin dağları devirişine benzer. Evlerin çöküşüne, kalplerin duruşuna benzer. Mavzeriyle kendini vuruşuna, intiharın verdiği sessizliğin ölüm kadar yürekleri susturan halidir acı. Acı ekmeksizliğin, susuzluğun, yoksulluğun, kimsesizliğin, yalnızlığın getirdiğidir. Savaşan çocukların yüzlerinden dökülenle, savaştan kaçanların perme perişan kıyafetlerine yansıyandır. İniltiler halinde, yeryüzüne duyulan ağıtların, ölümlerin, savaş çığlıklarının, kopan bedenlerin bıraktıklarıdır. Haldun Taner şöyle ifade ediyor; “Belki de zamanında lüzumundan fazla susmuştu da şimdi onun acısını çıkarıyordu.” Acının yüreğe abanışı dağlarda şehit düşenlerden gelir. Anaların yüreğinden duyulandır, gelinin yerlerde yatan kalbindendir, nişanlının saçlarını yoluşundandır. Filistinli, Suriyeli, Iraklı, Türkistanlı, Kerküklü, Kırımlı, Bosnalı, Çeçenistanlı, Afrikalı, Buharalı, Ürdünlü, Lübnanlı, dahası koca bir coğrafyamızdan çığlıklarla gelen Ali’nin, Bilal’in, Osman’ın, Ömer’in, Hamza’nın, Ebubekir’in, Ayşe’nin, Fatma’nın, Zeynep’in, Ammar’ın, Yasir’in, Meryem’in, Esma’nın bize ulaşan halidir acı. Hasan Hüseyin Korkmazgil “Acı” şiirinde şöyle söylüyor;
“Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimizde
O yuvasız çalı kuşu
Bense kafeste kanarya
…
Aramakmış oysa sevmek
Özlemekmiş oysa sevmek
Bulup bulup yitirmekmiş
Düşsel bir oyuncağı
…
Yaşadım bir kaç bin yıl
Acılara tutunarak
Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimizde
…
Acılardan arta kalan
İşte bu bakışlarmış
Buğu diye gözlerimde
Gün batımı bulutlarmış”
Şairin sorgusu sürüyor; “Acı çekmek özgürlükse/Özgürüz ikimiz de”. Özgürlüğe gelip dayanıyor acı. Sürgünün, hasretin, yangının, aşkın, kavganın, çekişmenin, didişmenin de adı acıdır Anadolu’da. Çukurova’da, susuz yazların getirdiği kuraklık ve suya hasretlik, düğün alayının bir köyden diğer köye gidişindeki bir burukluğun adı da acıdır. Askere gönderdiği oğlunun ardından döktüğü suda, yaktığı kınada, söylediği türküde içten içe yürekleri dağlayan sızılar taşır. Bir bakraç ayranı ekin biçerken tam da içmek üzereyken birden bire düşüveren, kırılan, içilemeyen ayranda demli durur. Sanki Orhan Kemal gelip bir yükseltinin başından kasketli bakışıyla şöyle söyler; “Acı poyraz kuvvetle esiyordu.”
Yeryüzünde öylesine acılar vardı ki, bol çeşitli acılar, damak tadından, vücuttaki yaradan, ayrılıkların taşıdığı, sözlerin karıştırdığı, dostlukların kırıldığı, ahbapların, konu komşuların bir hal ve davranışların getirdiği acılarla dolu bir dünya geliyor gözler önüne. Acı bademden, acı kavundan, acı biberden, acı baldan, acı bakıştan, acı sözden itibaren sürüp gelen acılar zinciri; insanın yaşadığı, bulunduğu her alanda, ortamda, durumda ortaya çıkması mümkündür. Olan olaylar ve hadiselerin çok yüzlü oluşlarından tutun da, beklenilmedik dostlukların gözden geçirilme mecburiyetlerinde, maddenin devreye girdiği durumlarda ortaya çıkan sonuçların yaşattığı, bir parkta komşu çocuğuyla oynayan oğlunun birdenbire ağlamasıyla başlayan lüzumsuz çekişmelerin doğurduğu gerçekler, sancılar, bağrışmalar birer acı olarak insan yüzüne yansıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.