Bir ârıza üzerine, ‘Deniz Feneri’nden vazgeçilir mi?
‘Deniz Feneri’ ismini ilk duyduğumda, bir hayır kurumu için, ‘güzel seçilmiş bir isim’ demiştim.. Çünkü, koyu karanlık bir gecede, korkunç fırtınalarla boğuşan bir gemide, ‘battık-batacağız..’ korkuları içindeki insanların, selâmet sahiline ulaşma hayali içindeyken, bir ‘Deniz Feneri’ görmeleri nasıl bir şeyse, bu hayır kurumu da, hayatın fırtınaları içinde çaresiz kalan insanlar için bir taze nefes hükmünde olabilirdi ve genelde öyle de oldu..
Nice tv. kanalları, en mübtezel proğramları saatlerce yayınlarken, Kanal7, ‘Deniz Feneri’nin bağış kampanyalarını yayınlıyor ve bunlar dünyanın her yanındaki, her dinden ve ırktan hayatın sillesini yemiş insanlara ulaştırılmaya çalışılıyordu..
Bu arada, birilerinin bu bağışları kötüye kullanma ihtimalleri yok muydu?
Bu ihtimal, hele de hayır kurumlarının faaliyetlerinde daha bir gözönünde bulundurulmalıdır.
Memurların yolsuzluk yapması ihtimaline karşı vergi dairelerini kapatmak nasıl makûl değilse, bu da öyledir.. Ancak, hele de bu gibi hayır faaliyetlerinde, bu gibi iç gözetim ve kontrol mekanizması çok dikkatli ve sağlıklı şekilde işletilmelidir..
Son bir aydır, kamuoyu, ‘Deniz Feneri’ etrafındaki yolsuzluk iddialarıyla çalkalanıyor..
Ve Türkiye’deki ‘Deniz Feneri’ derneği yetkilileri, bu haberler ayyuka çıktıktan sonra, Avrupa’daki ‘Deniz Feneri’ ile hiçbir ilgilerinin olmadığını ve kendi isimlerinin taklid edildiğini açıkladılar.. Ancak, bu açıklama, bu konuya en fazla güven ve ümidle bakanlardan birisi olan beni bile tatmin etmedi..
Türkiye’deki ‘Deniz Feneri’nin bu etkinliklerden haberdar olmaması düşünülemezdi.. Ve, habersiz idiyse, o da büyük bir zaaftır.. Çünkü, Türkiye’deki ‘Deniz Feneri’nin yurt içi ve dışı proğramlarındaki sembol ismi haline dönüşen U. A. da Avrupa’daki bu proğramlara katılıyor ve ‘Karagümrük yanıyor..’ diye şarkı bile okuyordu.. (O sosyal yardımlaşma çalışmalarıyla ün yapan bu şahsın daha sonra mübtezel bir tv. kanalındaki yığınla cıvıklıkları bünyesinde taşıyan ‘çöpçatanlık’ rollerine kadar düşmesi de, ayrı bir olumsuz işaretti..)
Bir diğer konu, Alman Mahkemesi’nin hükmünün doğruyu ne kadar yansıttığıdır.. Çünkü, alman yargıçları, bu tip sosyal yardımlaşmalara alışık olmadıkları gibi, 600 kadar klasörden sadece 40 kadarının incelenebildiğini, bunlardan sadece birisinde noksanlık veya yanlışlar bulunduğunu bizzat Alman Mahkemesi itiraf etmiştir.. Ve cezalandırılan Mehmet Gürhan’ın, içinde bulunduğu olumsuz cezaevi şartlarından kurtulabilmek için, duruşmanın uzamaması yolunda alman savcılığıyla anlaştığını açıklaması ilginçtir. Keşke, hepsi incelenebilseydi..
Ben ‘Deniz Feneri Dâvası’nda öne çıkan isimlerin bir kısmını şahsen tanıyorum..
Mehmet Gürhan’la selamlaşmadan ibaret mesafeli bir aşinâlığım vardır.. Başbakan’la aynı fotoğraf karesinde gözükmesi, Başbakan’ın onu mutlaka tanıdığı mânasına gelmez elbette.. Çünkü, Başbakan yığınla insanla karşılaşıyor ve herkes yanında yer alabilir..
Gürhan’ın bu işleri yürütebilecek çapta olup olmadığı zaman zaman konuşuluyordu. Bazı yanlışlar yapmış olabilir. Ama, bilerek bir yolsuzluk yapacağını, -onun mahkûm olduktan sonra yaptığı açıklamaları doğru kabul edince- düşünmek istemiyorum..
Zekeriya Karaman’ı ise, 40 yıldır ve ‘dürüst bir müslüman’ insan olarak tanırım..
Recaî Kutan Bey, Kanal7’nin sahibi durumunda gözükürken, o Fazîlet’in Gen. Başk.lığı’na getirilince, bu kanunî sahibliği, Zekeriya Bey’e devretmişti..
Sonra, Kanal7’nin YİMPAŞ’a satılması gündeme geldi..
*‘YÂRAB, BENİ BİR ÂN BİLE NEFSİMİN ELİNE KOYMA!’
YİMPAŞ piyasadan bilinen şekilde çekildikten sonra, Kanal7’nin Zekeriya Bey’in kontrolüne geçiş şekil ve mekanizmasını bilmiyorum.. Ama, yine de kendi şahsî malvarlığıyla kazanmış olduğunu sanmam; bir şirketleşme sözkonusu olduğunu düşünsem de, merak da etmem.. Ancak, hoş olmayan bazı proğramların -hele de reklam filmlerinin- yayınlanmasının doğru olmadığını kendisine söylediğimde, ticarî kaygulardan da öteye RTÜK’ün baskıları yüzünden yayınladıklarını ifade etmişti.. Her ne kadar tatmin olmadıysam da.. Buna rağmen, Zekeriya beyi temiz insan olarak biliyorum.. Beyanlarını da esas alırım..
Ama, insanlık halidir, ‘para, makam-mansıb, ihtiras, şan-şöhret, karşı cins’ gibi etkenler nicelerinin ayağını kaydırmıştır.. Onun için, kimseye yüzde yüz kefillik sözkonusu olmamalıdır; kimse de bana olmasın.. Ve, ‘Yârab, beni bir ân bile nefsimin eline bırakma..’ ve ‘En hayırlı ânımı, en son ânım eyle..’ diye dua edelim..
*Bu vesileyle hatırlatayım: Kendi camiâmıza aid konuları, duysak da konuşmak istemiyoruz. Çünkü, hem acı gerçekle yüzleşmekten çekiniyoruz ve hem de, elimizde kesin delil olmuyor.
Bu arada, birtakım yanlışlar varsa bile, toplumdaki merhamet duygularının katline de fırsat vermeyelim.
*KAÇ PÂK SİMA BULUNUR? Tayyîb Bey, -isim vermeden- ‘Yalan haber yazan gazeteleri evlerinize sokmayınız..’ diyor.. Bu gibi temenniler 40-50 yıldır hep dile getirilmiş; ama, etkili olmamıştı.. Şimdi etkili olur mu, göreceğiz. ‘Ben öyle gazeteleri kendi evime sokmayacağım’ deseydi, belki daha etkili olurdu.. O zaman, evine götürebileceği kaç gazete kalırdı, o da ayrı..
Birtakım gazeteci / meslek kuruluşları bir bildiri yayınlayarak Tayyîb Bey’i kınıyor.. Yani, ‘yalan haberler’e de devam, öyle mi? Gazeteciliği, ‘asgarî elfaz ile, azâmi yalan söyleme san’atıdır..’ diye niteleyen Şinasî’nin sözlerinde 140 yıldır ne değişti, sahi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.