MİLLİ KARARLILIK ve HAKKARİ’Lİ ŞEHİD TEĞMEN’İN VASİYETİ
Strateji veya sevkülceyş, yazılarına devam edeceğiz.
Güç, mevcut kuvvetlerin kullanılması ile elde edilen verimliliktir. Millî güç ise, “Bir devletin millî menfaatlerini sağlamak ve millî hedeflerine ulaşmak için kullanabileceği maddî ve manevî unsurların tümüdür.” şeklinde tanımlanır.
Millî güç unsurları, bir büyük sistemin ayrılmaz parçalarıdır. Unsurlardan herhangi birisindeki yetersizlik, “Zincirin gücü, en zayıf halkası kadardır.” kuralınca millî gücü zayıflatır. Ancak şu da unutulmamalıdır. “Cephenin her yerinde güçlü olmaya çalışan Komutan, cephenin her yerinde güçsüzdür.” İyi bir değerlendirme ve analizle Millet ve Milli Devlet gerektiğinde Öncelik, Güç Yoğunluğu oluşturmalıdır.
Milli kelimesinden bir ırkı ima ettiğimizi düşünen ahlaksız ve ard niyetli insanlar var maalesef aramızda.. Onlara ısrarla şunu ifade ediyorum, tekrar tekrar.. Biz Millilikten, önce Kur’an-ı Kerim ile Rabb’imizin emirlerini ve Rehberimiz (SAV)’in öncülüğünü ve örnekliğini, Bilge Kağan’ın birlik vasiyetini, Hoca Ahmed Yesevi Atam’ın hedeflerini, Alpaslan’ın Malazgirt Ovasındaki Mücadelesinin kaynağını, Kudüs önündeki Selahaddin’in ısrar ve edebini, Osman Gazi’nin rüyasını, İstanbul Surları önündeki Fatih’in iradesini ve kararlılığını, Abdulhamid Han’ın sabır, inanç ve mücadelesini, Libya’da yokluk içinde direnen Sunusi’nin ve Ömer Muhtar’ın kavgasını, Hasan El-Benna’yı, İkbal’i, Gaspıra’lı İsmail’i, Akif’i, Osman Turan’ı, Necip Fazıl’ı anlıyoruz. Anadolu, Balkanlar, Kafkasya, İran, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ümmetin ikinci ve en uzun soluklu dikilişinin mayasını kast ediyoruz. Bu mayaya öncülük edenleri rahmet ve minnetle anıyoruz.
Milli kelimesinden kastımız Türk Irkı değildir. Ancak, Türk Milleti’nin Kader-i İlahi’nin tecellisi olarak öncülük yaptığı medeniyetimizin Maddi, Manevi tüm değerlerini, bu değerlerin etrafında kenetlenen yiğit insanları kast ediyoruz. Anadolu’ya yeniden öncülük edenlere bakın. Seyyid aileler.. Çoğu Kürtleşmiş değil mi? Bediuzzaman Hz. Kürt değil mi? Ama öncü, mücahit talebelerinin çoğu tabii nüfus oranı ile de alakalı olarak Türk değil mi?
Radikal laik CHP Hükümetlerinin “Ne işiniz var bu Kürt Hoca’nın peşinde?” diye aşağıladığı sisteme inat, Isparta’lı, Emirdağ’lı, Anadolu’lu herkes koşmadı mı ardından Bediuzzaman’ın? Türkler’de hangi İslam Milleti’ne karşı kompleks var da Kürt’e karşı olsun?
Bu yersiz açıklamaları özellikle İslamcı görünümlü Kürtçüler için yapıyorum. Affınıza sığınarak…
Genel anlamda sosyal dokuyu yakınlaştırmak ve halkın uyumluluğu, etnik ve dinsel ayrımcılıkların yapılmaması, ideolojilerden bağımsız Milli durabilme, tüm vatandaşların devleti ve bayrağı benimsemesi her anlamda çok önemlidir. Burada genel bilgi olarak Stratejik bir tanımdan söz edeceğim.
Millî Güç unsurlarının; politik, ekonomik, askerî, coğrafî, demografik, psikososyal ve kültürel, bilimsel ve teknolojik güç olmak üzere yedi grupta toplanması genel kabul görmektedir. Ancak şu da unutulmamalıdır! Milli Gücün tek bir kaynağı vardır ki O’da milletin kendisidir. Bu herhangi bir kurumuna bağlanamaz. Tabii öncü kurumlar var. Bunların başında da önce Ordumuz sonra İlmiye sınıfı yani âlimler gelmiştir. Ne mutlu bize ki, askerimiz şehid, Ordumuz Gazidir.
Burada bir tanımdan söz edeceğim size; “İRADE KATSAYISI” Biz buna; “Ortak irade/Milli Kararlılık Katsayısı” demeyi uygun gördük. Strateji uzmanları bir ülkenin Milli Gücünü hesaplarken, Maddi gücünüzü bu katsayı ile çarpıyorlar. Sonra da Milli gücünüzü buluyorlar. Bu katsayı Yunanistan için bir, İsrail için iki, Türkiye için 0,5 tespit edilmiş! Maddi gücün içinde, nüfusunuz, askeri, ekonomik, siyasi gücünüz var. İhracatınız, üretiminiz var. Düşünün tüm bunlar toplanıyor. İsrail’in Milli gücünü bulmak için maddi gücü iki ile çarpılıyor. Sizin Milli gücünüzü bulmak için Maddi gücünüz ikiye bölünüyor.
Nedir bu Ortak irade/Milli kararlılık katsayısı?
Ülke insanının tüm manevi değerleri, bu değerlere ve birbirine bağlılığı, gelecekte birlikte yaşama azim ve kararlılığı, ülkedeki siyasi birlik ve kararlılık, katılımcılık, vatandaş memnuniyeti. İnsanların ülkenin geleceğine duyduğu güven ve itimat… Tüm bu manevi değerler, anlayacağınız Çanakkale’de etten duvar olan iradeye biz Ortak irade/Milli kararlılık diyoruz. Bu katsayı siyaset olarak nerede durursanız durun eğer Milli zeminde, emperyalizme karşı bir yerde ve her türlü işbirlikçiliğe karşı iseniz sizi çok ilgilendiriyor. Eğer İsrail gibi 2.0 olmazsa, Japonya gibi 1.75 olmazsa, en azından Yunanistan gibi 1.0 olmazsa işiniz zor. Bu defa Yunan’ı Polatlı’da da durduramazsınız. ABD’yi Kuzey Irak’ta durduramazsınız.
Özetle; Milli Gücün temeli, Milletin imanıdır. Gücü kullanmak hür düşünmekten ve gerçek hürriyetten geçer ki, Rabb’imizin karşısında kullaşabilmiş, diğer her türlü kulluk ve köleliği reddeden cesur yürekli fertler hürdürler. İstikbal beklentisini Hakk’a dayamış, rızk endişesinin kölesi olmamış, emir almayan, Allah’tan başka hüküm ve emir sahibi tanımayan, çalışmayı ibadet sayan, hayatın kendisini ubudiyet deyip kucaklayan, cephede “ölürsem şehid, kalırsam gazi olurum.” diyen çalışkan adamlardan müteşekkil toplumlarda fertler, dün Çanakkale mucizesini nasıl gerçekleştirdiyse, ekonomide de önleri açılırsa bu gün “Japon Mucizesini” gerçekleştirirler. TÜBİTAK, ASELSAN vb. yapılarda canları pahasına üretirler. Siyasette risk ve sorumluluk alırlar.
Başbakanımız Ahmet Davutoğlu da “Stratejik Derinlik” adlı eserinde şöyle formülize etmiş.
SV : Sabit Veriler (SV=t+c+n+k)
t : Tarih
c : Coğrafya
n : Nüfus
k : Kültür
PV : Potansiyel Veriler (PV=ek+tk+ak)
ek : Ekonomik Kapasite
tk : Teknolojik Kapasite
ak : Askeri Kapasite
SZ : Stratejik Zihniyet
SP : Stratejik Planlama Milli Kararlılık Değerleri
Sİ : Siyasi İrade
G : GÜÇ G = (SV + PV) x ( SZ x SP x Sİ )
Buradaki Milli Kararlılık Değerlerini nasıl geliştirecek ve büyüteceğiz? Bunu hangi kurumlar eliyle yapacağız? En önemli soru bu?
Toplumun Ortak İrade ve Kararlılık İfade etmesi için ortak değerlerin ortaya çıkartılması ve eğitim kurumları aracılığı ile de topluma benimsetilmesi gerekmektedir.
Kazakistan Devlet Başkanı N. S. Nazarbayev (Nur Aga) “Tarihin Akışında” adlı kitabında diyor ki; “Bölgenin kaynaşması için zamanında Avrupa ülkelerinin sahip olduklarından çok güçlü önkoşullar mevcuttur. Dış tehditler, kültürel- tarihi kökler, din, toprak –coğrafi- birliği, medeniyet ve kültür birliği, Dünyaya aynı kapılardan çıkabilme ve açılabilme, ekolojik problemler vb. bu kaynaşma için gereken altyapıyı oluşturmaktadırlar. Avrupa Birliğinin mimarları böylesi kaynaşma önkoşullarını ancak hayal edebilirlerdi ancak Türkler bu koşullara kendiliklerinden sahiplerdir.” Lütfen yukarıdaki unsurlara bir daha bakınız, okuyunuz. Dikkat ederseniz duygusal da değil, tamamen akılcı.
Dış Tehditler,
Kültürel-Tarihi Kökler,
Din,
Toprak–Coğrafi- Birliği,
Medeniyet ve Kültür Birliği,
Dünyaya Aynı Kapılardan Çıkabilme ve Açılabilme,
Ekolojik Problemler vb. bu kaynaşma için gereken altyapıyı oluşturmaktadırlar.”
Burada ayrılıkçı Kürtler’in itirazı sadece Dil olabilir. Bakın N. S. Nazarbayev dilden söz etmemiş bile… Dil anlamında da bölgedeki Müslüman Halklar kesiştikleri mahallerde birbirlerinin dillerini konuşabilmektedir. Ben Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türkler’in yaşadığı her yerde Kürt olduğu bilinci ile ortak değer oluşturmayı örneklemek istiyorum.
Ortak Değer Oluşturma anlamında ilave çabaya, ABD gibi değer yaratmaya ihtiyacımız yok. Sadece Eğitim Sistemimizin, geleceğe bakışımızın düzeltilmesi gerekmektedir. Çanakkale Harbi’ni yapanları düşünün. Onlar İstanbul’lu şehirli, Kosova’lı Arnavut, Balıkesir’li Tahtacı Yörük, Bitlis’li Kürt, Tunceli’li Zaza, Mardin’li Arap Artvinli Laz’dılar. Ama dedelerini tanıyorlardı, aynı ninnilerle büyüdüklerini biliyorlardı, düşmanlarının kim olduğunun daima bilincindeydiler. Bunları okullarda da öğrenmediler. Onlar iman sahibi ve ferasetliydiler. Bakmayın “Çarıklı Erkân-ı Harp” diye anıldıklarına. Çarıklı ve poturluydular ama şimdiki biz okullular gibi kafaları karışık, gönülleri bulanık, imanları mütereddit, vatana bağlılıkları menfaate dayalı değildi.
Peki, bitti mi zannediyorsunuz Birinci Dünya savaşı?
Hala tüm cephelerinde bakın, Müslümanların kan ve gözyaşı yok mu?
Bakın balkanlara.. Boşnaklar..
Bakın Kafkasya’ya.. Karabağ..
Filistin, Mısır, Yemen, Libya, Musul, Kerkük, Bağdat, Şam, Halep…
Diyarbakır, İstanbul, Ankara, Van, Trabzon.. Konya… Adana..
Bitmiş mi yüzyıllık hatta bin yıllık harp, düşmanlık….
İnanın, bu gün Psikolojik Harp/Harekât kavramı içinde değerlendireceğimiz Değerler Sistemimizin yaşatılması ve geliştirilmesi Milletimiz ve coğrafyamız için o kadar önemli ki? Boşluk, yokolma ve ahlaksızlık ile, her türlü yozlaşma ve düşmanlık ile dolduruluyor. Çanakkale’de yeniden dirilen, Sakarya Boğazı’ında süngü Harbi ile Yunan’ı değil, barbar ve emperyalist Batıyı durduran MİLLİ KARARLILIĞIMIZ yok oluyor.
Diyarbakır Sur’da vurulup, düştüğü yerden avucunun içine aldığı toprağı “Şehid olursam Kabrimin üzerine koyun!” diye vasiyet eden Şehid teğmenimiz Hakkari’li Jandarma Teğmen Abdulselam Özatak gibi Milli değerlerine bağlı oğullar yetiştiremezse bu millet sonunu kendi elleri ile hazırlar.
Bilginize..
Sayın Cumhurbaşkanım..
Başbakanım ve Hükümet..
Milli Güvenlik Kurulu..
Türk Silahlı Kuvvetleri…
….. Bilginize…
Unutulan bir şiirle kalın…
Madem Birinci Cihan Harbi devam ediyor..
“Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupalı"
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya'yla beraber bakıyorsun; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk.
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayâsızcasına,
Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'makı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?
Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bir göğüslerse Huda'nın edebi serhaddi;
"O benim sun'-i bediim, onu çiğnetme" dedi.
Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rüku olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makber'i kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.
Herc-ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
"Bu, taşındır" diyerek Ka'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsan oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki, a'sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağucunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif ERSOY”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.