Afganistan Notları-1
Öyle bir kaderin içerine düşmüş ki bu topraklar. Gülmek, sözlük sayfalarının arasında kalmış.
Gülmüyor mu insanlar?
Elbette gülüyor. Lakin anlamını bilmeden!
Bir boyun eğiş var dünyalarında. Her şey iç içe geçmiş; her şey birbirinden keskin bıçaklarla ayrılmış. Kopukluklar dünyası. Kopukluklar arasında bütünlüğü sağlamış bir ahenk. Ne dolu var ne boş. Kafası karışıyor insanın.
Öyle şeyler duyuyorsunuz ki “oh” olsun diyesiniz geliyor.
Yine öyle şeyler duyuyorsunuz ki “ah” diye inliyorsunuz!
Gözlerinizin önünde bir çocuk tedavi olmamaktan damla damla eriyor. Öksürdükçe kan geliyor ağzından. Doktorlar ellerindeki imkânlar ölçüsünde ellerinden geleni yapıyor. Ah imkânlar… Belli ki çocuğun içi kanıyor ve siz, babasına, tıp bilmezliğinizde yalanlar diziyorsunuz: “İyi olur”, “geçer”, “bak iyiye gidiyor”…
Başka bir hadise: Gencecik bir kız. Henüz yirmisine ya girmiş ya girmemiş. Derstesiniz.
Niye yazmıyorsun, diyorsunuz?
Ellerim acıyor, diyor.
Ellerine ilişiyor gözleriniz. Niye acıyor diye merak ediyorsunuz? Bakıyorsunuz; kapkara iki eldiven. Öğreniyorsunuz ki, elleri yanmış. Kalem tutunca kanıyormuş. Nutkunuz duruyor. Kendi ellerine düşüyor gözleriniz.
Duramıyorsunuz bir vakitten sonra. “Niçin?” sorusu başlıyor obur bir kurt gibi beyninizin içinde gezinmeye. Ve onun her kıpırdanışı beyninizi kemiriyor yavaş yavaş. Öyle bir soru ki saklı kalmış şehrin lâbirentlerine götürüyor sizi. Yalan cevaplarla yolunuzu şaşırtmaya çalışıyor. Bulduğunuz her sebep size “çözmüş” olma lezzetini tattırıyor. Lakin çok geçmiş yalancı emziklerin ağzınızdan düştüğü gibi düşüyor avuntularınız. Karnınız yeniden acıkıyor. Ve başlıyorsunuz sizi doyuracak olan gıdayı aramaya. Çarpa, tökezliye öyle bir noktaya geliyorsunuz.
Tüm sorularınız ve sorunların cevabı dikiliyor karşınızda. Bu boyun eğiş, bu yokluk, bu çıkmaz sokaklarda kayıp olmuşluğun sebebi: İnsanların heybesindeki hayalleri tükenmiş…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.