Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

‘İnsan ilişkisi zenginliği’ni kaybettiren asıl sorumlular ki

‘İnsan ilişkisi zenginliği’ni kaybettiren asıl sorumlular ki

Asıl zenginliğini yitirmiş bir ülkemiz var.. Bu zenginliğin başında, hangi dinden olursa olsun, saldırgan olmayan insanlara, adâlet ve merhametle yaklaşan bir inancın, bir kültür ve medeniyetin bize sunduğu yüksek insan ilişkileri geliyordu..
Ülkemizin geçmişinde, toplumda elbette müslümanlar teoride ve fiiliyatta kısmen egemen konumundaydılar. Ama, müslüman olanlar arasında kavim veya dil farklılıklarından dolayı bir ayırım genelde yoktu.. Genelde ‘elsine-i selâse’ (üç lisan/ türkçe, arabca ve farsça)dan oluşan bir ortak dil olan osmanlıca hâkim idi, yüzlerce yıl... Ama, ermenice, sırbça, rumca, bulgarca, italyanca, hindce ve hattâ rusça gibi dillerden de kelimeler yer alıyordu, günlük konuşma dilinde.. Ama, arab, fars, türk, kürd, arnavud, ermeni, gürcü, çerkez, abaza, boşnak, sırb, pomak, rum, hindli, zenci vs. her kavimden yığınla müslümanlar, aynı inanç potasında eriyip kaynaşıyorlar; onların oluşturduğu kültür, sosyal hayatı yönlendiriyor ve gayrimuslim unsurlar da genelde o kültürü zorlama olmaksızın benimsiyorlardı..
O geçmiş zaman dilimlerinde de, gayrimuslim devletlerle savaşlar oluyordu.. Bütün halk müslüman olmadığı halde, ülkedeki ‘gayrimuslim’lerden korkulmuyor; onlar potansiyel düşman olarak görülmüyordu.. Ve, hainlerin müslümanlar arasından çıkması da mümkündü..
Müslüman olmayanlar da, bu ülkenin savunulmasında kendilerine verilen fonksiyonları yerine getiriyorlardı.. Özellikle genel nüfus içinde, bir milyondan fazla yer tutan ermeniler, Osmanlı ordusunun en hassas yerlerinden olan ordu mutfağını bile yönetiyorlardı.. Müslüman olmayan tebâ’ içinden en ‘kavm-i necîb’ ve ‘kavm-i sâdık’ olan, onlar sayılıyordu.. Aynı şekilde, özellikle rumlar, Batı Anadolu’dan taa Orta Anadolu’ya Karaman, Kayseri, Konya civarına ve Karadeniz kıyılarına kadar her yerde azımsanmayacak mikdarlarda bulunuyorlardı. Ve bir savaş çıktığında, onlara ‘potansiyel hain’ olarak bakılmıyor, hainler üretilmiyordu..
Dahası, 1850’lerde bile, Osmanlı’nın Londra’daki büyükelçisi, Todoris Paşa isimli bir rum idi ve helen/ yunan nasyonalistleri, onu kendi kavmine hıyanet ettiği gerekçesiyle vurup yaralamışlardı..
Ama, sonra özellikle 1789’daki Fransız Devrimi’nden sonra, Osmanlı bünyesindeki müslüman olmayan unsurların da ulus-devletler oluşturma ideallerine sürüklenmelerinin rüzgarıyla, hadiseler öyle gelişti ki, Osmanlı canla başla didişirken, bir kısım nasyonalist militan örgütler dışarda ve içerde işbaşındaydılar.. Artık İslamî birliği önemsemeyen, dil birliği düşüncesine ağırlık veren türkçü-turancı hayallerin bağlıları da diğerlerinden geri kalmadı ve Osmanlı, 1877-78 (93 Harbi) ve I. Dünya Savaşı’nda son ölümcül darbeleri yerken, büyük facialar yaşandı.. Müslüman olan ve olmayan teba’ arasında bile, devletin önlemekte güçsüz kaldığı ‘mukatele/karşılıklı öldürüşmeler yaşandı..
Ve sonra gerek ‘tehcîr’ (göçe zorlama) ve gerekse Lausanne (Lozan) Andlaşması’nda varılan (ve müslüman ve gayrimuslimlerin değişimi yönündeki) ‘mübadele’ hükümleri gereğince kitleler, asırlarca yaşadıkları yerlerden, kendi topraklarından yabancı diyarlara sürüldüler..
Ve o günlerin sancılarından hâlâ da kurtulabilmiş değil, ülkemiz..
KAVMÎ ARINMA ADINA, HEPİMİZ
YANDIK EMPERYALİZMİN ATEŞİNDE..
İlk planda, nicelerimiz, ‘Anadolu, tarihte olmayan şekilde, gayrimuslim unsurlardan temizlendi..’ diye sevindirdiler bizleri; ama, sonra gördük ki, o, ‘temizleme’yle, kendi zenginliğimizi daha bir mahvetmişiz.. Üstelik, müslüman halk da, emperyalizmin dayattığı laik projeler gereğince daha bir ezildi..
Ve bütün bunları yönlendiren, yönetenler de, genelde ‘asker kafalı’lar oldu.. Her mes’eleyi silah gücüyle, öldürmekle, yoketmekle halledeceğini sanan bu kafa, kendi içinden kurbanlar verdikçe, görüşünün doğruluğuna daha bir tartışmasız bağlandı ve kendisini devletin gözcüsü olmanın ötesinde, sahibi olarak da gördü.. Ve bu konular hâlâ da tartışılamıyor, özgürce..
Hâlâ, o ‘asker kafası’nın toplumda sadece askerleri değil, nice sivilleri de ‘askerleştirdiği’nin sancılarını yaşarken, 25 Eylûl günü, Trabzon’da görülen ‘Hrant Dink Cinayeti’yle ilgili duruşmadaki ifadeleri okuyunca, daha bir şoke oldum..
Son haftalardaki tartışmaların arasında kaybolup giden bir başka facia var, karşımızda. Ve bu durum, hemen her tarafında hükümfermâ ülkenin.. Dahası, İstanbul’dakiler Ordu Komutanı’nın varlığını hissetmezken, bir kasabadaki bir ‘uzatmalı çavuş’ daha bir etkili ve oradaki insanlar onun ağırlığını hissederler..
Medyada yer alan haberlere göre, Hrant Dink’in 19 Ocak 2007’de İstanbul’da öldürülmesi cinayetinde ihmalleri olduğu iddiasıyla yapılan yargılamada ifadesine başvurulan Yzb. Hüsamettin Polat, dönemin Trabzon Jand. Kom. Al. Ali Öz ve Jand. İstihbarat Şb. Md. Metin Yıldız’ı suçlamış ve mahallî Sulh C. Mahkemesi de, dosyayı Ağır Ceza’ya göndermiş..
Yzb. Polat’a göre, Dink'in öldürüleceğine dair ilk istihbarat, Temmuz 2006'daki brifingde ele alınmış ve ‘İstihbarat Şb. Md. Yzb. M. Yıldız, Coşkun İğci’nin, (kayınbiraderi) ‘Yasin Hayal’in Hrant Dink’i öldürmeyi planladığını’ şube görevlilerine söylediğini’ belirtmiş.. Bunun üzerine Alb. Ali Öz, ‘Bunu sonra konuşuruz’ diyerek konuyu kapatmış.. Dink’in öldürülmesinden sonraki ilk brifingde ise, Alb. Ali Öz'ün, Yzb. Yıldız'a ‘Yasin Hayal'in eniştesi Coşkun İğci ile görüşün, sağda solda bu konuyla ilgili konuşmasın..’ talimatı verdiğini belirten Yzb. Polat, ‘Aynı gün akşam Yzb. M. Yıldız’la bir araya geldim. ‘Cinayeti ayrıntılı biliyordunuz, ne yaptınız?’ dedim. O da bana, ‘Bu konuyu kapat. Konuşmayalım’ dedi’ diyor.. Yzb. Polat, kendisinin konuyu soruşturan müfettişlerle görüştürülmediğini, Alb. Ali Öz'ün bir kişiyle konuşurken ‘Coşkun İğci mahkemede sıkıysa konuşsun. Başına neler geleceğini bilir’ dediğini duyduğunu ve İstihbarat Şubesi'nde evrakın değiştirildiğini de sözlerine eklemiş.. Kimbilir daha neler-neler var ki, üzerindeki örtü kalkmış değil.. Konuşan kişi, sıradan birisi değil, bir yüzbaşı.. Ve bir albayı suçluyor.. Ülkemizde, 27 Mayıs’ta Muzaffer Özdağ, Şefik Soyuyüce, Ahmed Er, Numas Esin gibi, yüzbaşı rütbesindeki askerlerin ihtilal yapıp ülkenin kaderiyle oynadıklarını düşünürsek, mes’ele daha iyi anlaşılır.
Ve bombalar patladıktan sonra bir şeyler olduğunu herkes anlar.. Bu gibi nice karanlık planlar, entrikalar, vatan-millet adına, nerelerde nasıl tezgahlanıyor ve bu tezgahların üzeri sonra nasıl örtülüyor, bu son duruşma buna küçük bir örnek.. Bu gibi daha nice entrika tezgahları karşısında asıl sorumlu olanlar, muhakkak ki yüksek komuta kademelerinde olanlardır, ama, onlar bu gibi halleri ‘vak’ay-i âdiye’den sayarcasına, başka konularda, hele de laiklik üzerinde tumturaklı nutuklar etmekle meşguller..
Bu bizim kendi hikayemizdir, sessizlikle geçiştiremeyiz..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi