’İslamofobia’ da kurtaramadı, kapitalist emperyalizmi..
Kapitalizmin çöktüğü feryadları ve de sevinç çığlıkları yükseliyor, dünyanın her bir tarafından.. Daha iki hafta öncesine kadar dünya ekonomisine yön veren en etkili ve yetkili konumunda olan dev bankalar birer-ikişer çöküyor.. Amerikan emperyalizminin bu bankaları kurtarmak için 700 milyar dolar gibi dev rakamları devreye sokmak istemesi ve amma, onun da çare olamayacağı endişesiyle Amerikan Kongresi tarafından reddedilmesi, kapitalist dünyayı daha bir şaşkınlığa, tam bir iflas korkusu ve uçurumunun kenarına getirdi..
Bu durum, çeyrek yüzyıldır derin bir karamsarlık içine sürüklenen dünya marksistlerine yeni bir taze kan etkisi yaptı.. Şimdi yeniden, ‘marksizmin, komünizmin, sosyalizmin kurtarıcılığı’ ve Marx’ın büyüklüğü üzerine yazılar yeşertiliyor, her tarafta..
Tabiî bu arada, bazı müslümanlar da, bu sistemlerin ikisinin de çökmesi itibariyle, dünyanın beklediği ‘tek kurtarıcı sistem’in ‘İslam’ olduğu konusuna vurgu yapıyorlar.
Ancak, bir cihanşumûl din olan İslam’ın sadece ‘ekonomik bir çözüm’ yolu olarak gösterilmesinin yanlışlığı unutuluyor ve dahası, bugün hangi müslüman toplum ve ülkenin dünyaya, ekonomik açıdan pratik bir örneklik teşkil edebileceği ve kezâ, dünya çapında teorik/nazarî bir ekonomik formüllerinin olup olmadığını sağlıklı şekilde ortaya koymak noktasında hangi noktada bulunduklarını gözardı ediyorlar..
Yani, doğrudur ki, kapitalizm, sonunda korkunç bir şekilde çöküşün eşiğinde..
Ama, kolaycılığa kaçıp, hayâlî kurtuluş reçeteleri yazmaya kalkışanların da, global çapta bir ekonomik kurtuluş formülü olup olmadığını düşünmeden, göklerde bir dünya düzeni kurmaya kalkışmaması ve kalkışanlara prim kaptırılmaması gerekir..
Bu vesileyle, bir noktayı da hatırlayalım..
Vahşî kapitalizme bir taze kan gibi hizmet eden ‘Sanayi Devrimi’nin dişlileri arasında daha bir ezilen fakir kitleleri, ‘proleterya’yı ezilmekten kurtarıp, ihya ve âbâd etmek iddiasıyla, dünya sosyo-politik sahnesine 1870’lerden itibaren ve daha sistemli bir ‘kurtarıcılık’ formülü olarak çıkan komünizmin en güçlü ve sembol ülkesi Sovyetler, dünyanın en fakir ülkelerinden birini 1978’deki kanlı marksist darbeden sonra, 1979’da da askerî olarak işgal etmiş ve amma, bu işgal, Sovyet Rusya’ya ağır bir bedel ödetmiş ve sadece Afganistan’dan çekilmek zorunda kalmak gibi bir sonuçla değil, dünya sahnesinden silinmek gibi bir sonuçla da karşılaşmıştı.. Proleterya’nın dünya çapındaki en büyük gücü, bir çula bile muhtac olan yoksul insanlar ülkesi olan Afganistan’da, o yoksul insanlardan öldürücü bir darbe yemişti..
Ateizmin/ dinsizliğin de en büyük kalesi olarak bilinen o komünist imparatorluğuna karşı ülkeleri Afganistan’ı, İslam inancıyla ve kahramanca savunan müslüman savaşçılar, o zamanlar, kapitalist emperyalizm tarafından yönlendirilen dünya kamuoyunda, ‘terorist’ olarak değil, ‘mojaheed’ (mücahid) diye anılıyorlardı.. Dışardan, sefalet bataklığında görülen, ama kalbleri tertemiz olan o müslüman insanların bir iddiası ve rüyası vardı..
İddia şuydu: ‘Komünizmi sadece Afganistan’da değil, dünya çapında yenilgiye uğrattık.. Sovyetler sadece Afganistan’da değil, bizimle girdiği savaştaki yenilgisinin etkisiyle, dünya sahnesinden de silindi.. Bu bizim gücümüz değil, Allah’ın gücü..’
Evet, bu neticeyi ‘Allah’ın gücü ve takdiri’ olarak zikretmek hassasiyetini gösterseler bile, yine de, o takdirin gerçekleştirilmesinde, beşer planında en büyük rolün kendilerine verilmiş olduğunun inancını ve gururunu yaşıyorlardı..
Ve bu insanların iddialarının devamı olan daha büyük iddia ve rüyaları ise şuydu: ‘Bir gün gelecek, Amerikan emperyalizmini de yeneceğiz, sıra onlara da gelecek..’
Bunu söyledikleri sıralarda, henüz Amerika’yla zıdlaşma gibi bir noktadan çoook uzaktaydılar ve amma, kendilerinde böyle bir ‘itimad-ı nefs’/özgüven duygusu meydana gelmişti.. Ve bu duygu ve hayâllerini, hattâ Amerikalıların bulunduğu mekanlarda bile ifade ederler ve muhatablarından da dudak bükmesinden çok, bir tadlı tebessüm alırlardı..
Hattâ, Amerika’nın müslüman coğrafyalarla ilgili stratejilerinin şekillenmesinde en etkili isimlerden birisi olan Graham Fuller, ‘Siyasal İslam’ın Geleceği’ isimli eserinde, Afganistan’lı müslüman savaşçıların henüz ‘Islamic terrorist’ olarak nitelenmedikleri bir sırada Amerika’ya gönderilen bir Afganlı ‘mojaheed’in kendisine söylediği sözleri aktarır..
Afganlı ‘mücahid’ der ki (özetle): ‘Güzel ve zengin bir ülkeniz var.. Ancak, bu fesad ve bu ahlâksızlık sürdükçe, ülkenizin geleceği yoktur ve yıkılmaktan kurtulamazsınız.. Sizi kurtaracak olan, bir İslâm Cumhuriyeti’ne dönüşmenizdir..’ O, bunu o kadar inanarak söyler ki, Fuller bu söz karşısında bir ân tefekküre dalıp, ‘Acaba B. Amerika Devletleri bir Amerika İslam Cumhûriyeti’ne dönüşebilir mi? Bu mümkün müdür ve dönüşecek olsa, neler, nasıl olur ve Amerikan halkı ve kültürü böyle bir dönüşümü kabul edebilir mi? vs.’ diye o sözlere karşılıklar bulmaya çalışır ve sonunda bunun ‘mümkün olamayacağı’nda karar kılar..
* ŞİŞİP DEVLEŞEN VE DEVRİLEREK GÖVDESİ ALTINDA KALAN CANAVAR..
O zamanlar henüz, Amerika’nın Afganistan’ı işgal etmesi ihtimali yoktu. Çünkü, Amerika’nın içgüvenlik zaaflarından faydalanarak kendi içinde şekillendiği anlaşılan ‘11 Eylûl 2001 Saldırıları’ gerçekleşmemişti.. Ama, o saldırılar gerçekleşince, Amerikan emperyalizminin kendi iç zaaflarından dikkatleri dış tehlikelere yönlendirmek taktiği gereğince ve yeni bir dış düşman ve ‘Soğuk Savaş’ arayışının başlatılması için, o saldırıların aslî faili olarak gündeme getirdikleri Usâme bin Laden’in kendilerine teslim edilmesini istediklerinde bunu reddeden Tâlibân rejimiyle olan ‘muaşaqa’ dönemi sona ermiş ve Afganistan bu kez de kapitalist emperyalizm tarafından işgal edilmiş, viraneler bir kez daha viranelere dönüştürülmüştü..
Şimdi, Afganlı o eski müslüman savaşçılar, Amerika’yı da Sovyetler gibi, dünya yüzünden silinmek noktasına sürükleyeceklerine dair eski iddialarını tekrarlıyorlar mı bilmem; ama, en azından, hak ve haysiyetlerini, ülkelerini ve kendilerini korumak için cansiperâne bir şekilde yine savaşıyorlar.. Amerika ise, ‘İslamofobia’ (İslam korkusu) şırıngalamakla meşgul dünyaya..
Ve Amerikan emperyalizmi, ‘daha bir güçleneceğim’ hesabıyla, Afganistan ve Irak’ı yutmak için girdiği savaşlarda eriyen kendi kendine güvenmek psikolojisinin de etkisiyle, ekonomisinin dibe vurduğunu görmenin tasavvur edilemez dehşetlerini yaşıyor..
Bu korkunç sonuçla o güç gösterilerinin arasında mantıkî bir bağ var mıdır, isbatlanması zor.. Ama, nice zâlim güçlere, fir’avunlara karşı, takdir-i ilahî, nice maddeten zayıf Mûsâ’ları çıkarıp, o yenilmez sanılan güçleri zir’u zeber hale getirmemiş midir?
Âdetâ, mitolojideki, şişip devleşen ‘Catopeblas’ heyulasının kendi üzerine devrilip ölmesi şeklindeki durum tekrarlanmaktadır ve Amerikan emperyalizmi, o, korkunç şekilde şişip devrilen kendi gövdesinin altında kalmak durumundadır, şimdi..
Şeytanî güçlerin entrika ve tuzakları varsa, onlara karşı, bir de‚ ‘tuzak kuranların en hayırlısı’nın takdir ve iradesi vardır.. ‘..Mekerû ve mekerallah; vallahu khayr’ul mâkirîyn..’
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.