Sâbiteler ve değişenler dengesinde bayramlarımız
“Ah o eski bayramlar!” içerikli hayıflanmaları hep duyarız. Bizim dinî bayramlarımıza dair nostaljimiz yeni değil, dün de vardı, bugün de var ve yarın da olacak.
Ben küçükken de büyüklerin geçmiş bayramlara duydukları hasreti dillendirirken duyardım, tıpkı bugünkü benim neslimin “Ah eskinin bayramları!” diye iç geçirmelerine tanıklık ettiğim gibi.
İnsanlar işin hakikatinde neyi özlüyorlar? Dün, dolu dolu yaşanan ama bugün yaşanamayan bir bayramı mı? Dün, içi ihlâs ve ihsanla doldurulan, takva zemininde paylaşılan ve paylaştıkça çoğaltılan bir bayram resmini mi? Bugün bayramlarımız aynı kıvamda ihya edilemiyor da özlem ona mı?
Yoksa sorun 70’lerden sonra kırsal kesimlerden büyük şehirlere başlamış devâsa göçlerle ortaya çıkmış “yeni kültürel travmalar”ın oluşturduğu kırsal kesimlerde yaşandığı tevatürle anlatılan “o güzel bayramlar”a duyulan platonik aşkta mı?
Ya da her birimizin kişiliğini, eşya algısını ve damak zevkini oluştururken alıştığımız folklorik formların modernleşen dünyamızda hızla dönüşmesinde mi?
Bir bayramın kendine içkin bütün güzelliğiyle, bir ibâdet aşkıyla her zaman ve her mekânda yaşatılabileceğine inanıyorum. Bir bayrama ait yaşanan kalite ve zerafet; o bayramı ihya eden insanların ruh kalitesiyle, şuur düzeyleriyle, estetik anlaşıylarıyla alakalıdır. Bayramın birey ve toplum algısında anlam karşılığının ne olduğu önemlidir. Bir algı dünyasında bayram hak ettiği değere sahipse onun yaşanan hayata izdüşümü de ona paralel olacaktır. Şuur dünyasında bir anlam kayması varsa bunun amele yansımaması da düşünülemez.
“Ah o eski bayramlar!” diye hayıflanmanın bir diğer anlamı da “Ah o eski insanlar” olmasın sakın! Varsa bir kusur, zamanda değil, insandadır. Çünkü zaman nötrdür, bir vakit dilimini değerli kılan onda yaşayanlar ve yaşananlardır.
Meselâ Kadir Gecesi, Kur’an onda nâzil olduğu için değerli ve bereketli kılınmıştır. Meselâ Asr-ı Saadet, Allah Rasûlünü ve O’nun güzîde ashâbını barındırdığı için saadet asrı olmuştur.
Ramazan Bayramı da bir ay oruç tutma ve diğer ibâdetlerle gösterilen kulluğun sonucu olarak Rahman ve Rahim’den kullarına yine özü ibâdet olan ama mutluluğu paylaşarak ifa edilen bir ikramıdır. İllâ paylaşılacak ki surur, bereketlensin! Paylaşmayı anlamlı ve değerli kılacak olan da, niyetleri rızayı ilâhiye uygun tutmaktır.
Niyet ve bir diğer anlamıyla şuurun canlı olması, ihlâs, takva ve ihsan; dinimizin her dönem önemsediği hâller değil midir? Dün kuşanılan bu erdemler neden bugün de kuşanılmasın ki?
Kuşkusuz İslâm nazarı itibarıyla bu değerler her zaman ve her mekânda yaşanabilir ve yaşanmalıdır. Dinin sâbiteleridir bunlar. Bu değerleri hayata aktarırken sahip olduğumuz imkânlar, araç ve edevatlar, formlar değişebilir, bu da bizi korkutmamalıdır. Formlar hiç önemli değildir demiyorum, ancak bayramlara dair formların çoğusu gelenekle alakalıdır. Gelenekler de yaşam tarzlarının değişmesiyle dönüşen özelliklere sahiptirler.
Bu zeminde önemli olan husus şudur; zamanın sürekli değiştiğini, değişen zamanın da insan yaşam tarzını etkilediğini bilip, sâbiteler ve değişenler arasındaki dengeyi iyi gözetmek gerekmektedir.
İslâm vahiy kaynaklı olmasından zaman ve mekâna göre değişmeyen sâbiteleri içerir, bunların iyi bilinmesi ve özümsenmesi elzemdir. Bir de, Allah’ın vahyin ışığında insan bilgi ve tecrübesine bıraktığı ve değişen yaşam tarzına taalluk eden hususlar vardır. Bunlar içtihatlara metruk değişkenlerdir. “Min ehlihi fî mahallihi” fehvasınca içtihada ehil kadrolar, bizlere, hayatımızda değişen ve değişmesini engelleyemeyeceğimiz meselelerde Müslümanca yaşamanın yolunu gösterirler. Bunların yaptıkları içtihada açık folklorik formları değil, özü korumaktır.
Bu fakir; Türkiye’de, Pakistan’da, Patani’de, Malezya’da gelenek ve göreneğe göre edinilmiş biribirine farklı formlara yakînen tanıklık etti. Farklı folklorik formların benim geleneklerime yabancı geldiğini, ama bunlara rağmen yaşatılan bayrama dair sâbitelerin ise beni her daim çektiğini yıllarca tecrübe ettim.
Bayram tecrübesi Türkiye’ye has ve hatta kendi şehrine sıkışmış bir Müslümanın bunu anlamasının biraz zor olduğunu biliyorum elbet.
Aslında anlatmaya çalıştığım şu: Her insan kendi zamanının ve kendi toplumunun çocuğudur, imtihanını yaşadığı zaman dilimi ve çevre şartlarına göre verir. Önemli olan, neyi ve nasıl koruyacağının farkında ve azminde olmasıdır. Dinen de değişmesinde mahsur olmayan meselelere hayıflanmak yerine, bayramları ruhuna yakışır bir kıvamda ve toplumsal bir çoşkuyla yaşamalıdır insan.
Not: Değerli okuyucularımın Ramazan Bayramı’nı tebrik eder, tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.