Kısa kısa, ‘bayramlık’ değiniler..
Toplumda İslâmî kimlikleriyle temayüz eden bazı Müslümanlara bir hal oldu, bugünlerde.. Verdikleri mülakatlarda, yaptıkları değerlendirmelerde yargısız infazın daniskasını göstermeye başladılar.. Hele de bazı hayır kurumlarıyla ilgili olarak ortaya atılan iddiaların gündeme gelmesi üzerine, sorumluluk mevkıinde bulunanların daha bir titiz olmaları gerekirdi, elbette.. Ancak, bu gibi iddialar sanki gerçekmiş gibi ve muhtemelen tam da iddia sahiblerinin hedefledikleri şekilde ve o haberleri verenlerin fâsık kimseler olup olmadığına bakmaksızın suçlamalar yapılmasını nasıl karşılayacağız?
Ve suçlananlar hakikati yansıtacak şekilde sağlıklı hukukî ölçülerle yargılandı mı ki, birtakım fâsık çevrelerin iddiaları gerçekmiş gibi kabul edilerek ağır suçlamalara gidilebilmektedir?
Hattâ bazı saygıdeğer kimselerin, ‘artık Müslüman cemaatler içindeki yardımlaşma anlayışı ölmüştür, bu ruh katledilmiştir..’ gibi iddiaları belki uslûblarına bir çarpıcılık kazandırabilir ama, başka ne gibi bir sonuç verebilir; Müslümanların ve hele de onlardan yardım bekleyen yoksulların daha bir karamsarlığa sürüklenmesinden başka..
Yolsuzluk, her toplumda, hattâ hiç beklenmeyen kişi veya gruplarca bile gerçekleştirilebilir.
Ve ‘Müslüman’ insanlar da haram işler yapabilir.. Ama, bu yanlışların İslâm’a atfına veya İslâm’ın, mensublarını frenleyemediği gibi kanaat izharlarına ne demeli?
Müslüman insanın yanlış yapmıyacağını kim nereden çıkarıyor?
Yapmaması gerekir, o ayrı.. İdeal olan odur.. Ama, bir Müslüman yanlış yaptı diye, bu, bütün Müslümanları potansiyel olarak yanlış işler ve yolsuzluklar yapan kimseler durumuna mı düşürür? İslâm, bu insanları demek ki o kadar frenleyebilmiş.. ‘Bu insanlar, ya bir de Müslüman olmasaydı n’olurdu?’ diye, niye bakılmıyor?
Bu, herkesi suçlayan yaklaşımın, emperyalistlerce dünyaya pompalanan ‘İslâmofobia’nın hedeflerinden farkı nedir? Birtakım haramyiyiciler var diye, Müslümanlar hayırlı işlerden el çekemezler; yoksa bu iddialarla herkes vurulur.. O halde, hayırlı işlere, inadına devam..
* YASAMA VE YÜRÜTME’DEN ÜSTÜN BİR YARGI ORGANI MI?
Dün, Meclis’in yeni çalışma yılının başlaması münasebetiyle, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Meclis’te bir açılış konuşması yaptı..
Ve generallerin orada hazır olmaması polemik konusu yapılmak istendi.. Güya, TSK, ‘27 Nisan 2007 Muhtırası’ndan sonra oluşan yeni Meclis’e karşı bir protesto sergiliyormuş..
TSK’nın niyeti, gerçekten de bu mudur; bunun cevabını o kurumun yetkilileri vermelidir.
Ancak, asıl konu şu ki, askerlerin hem de âdetâ hükmeder gibi, bir gövde gösterisi havası içinde Meclis’e gelmeleri değil, bir de gelmemeleri istenmesi gereken durum olmalıdır. Çünkü onların gelmemesi, ancak, Meclis’in sanki silahlı güçlerin vesayeti altındaymış gibi bir görüntünün yokolmasına hizmet edebilir.. Hem, generallerin orada illâ da hazır bulunması niçin gerekli sayılsın ki? Bu gibi beklentilerle, birileri, silahlı güçleri siyasî zeminlere daha bir çekmeye hizmet etmiş olmuyorlar mı?
Bir diğer nokta.. Cumhurbaşkanı, sadece cumhûrun / halkın değil, aynı zamanda Devlet denilen sosyal üst yapı organizasyonunun da başı olması hasebiyle, Devlet’in üç ana unsuru olan, Kanun yapma /teşrî’, Yürütme/ İcra/ (Hükûmet) ve Yargı organlarının da başıdır.
Cumhurbaşkanları, Meclis’in açılışında konuşup yol haritası çizerler veya çizdikleri kabul edilir.. İstediklerinde, Bakanlar Kurulu / İcra organı toplantılarına da başkanlık yapabilirler, Anayasa’ya göre.. Ama, Yargı’ya gelince? Yargı organı, diğerlerinden daha etkili bir yerde imişçesine, sadece, yargıç nutukları dinlerler..
Cumhurbaşkanı, ya Yargı’ya da yol gösterebilmeli; ya da, Kanun Yapma ve Yürütme organlarına da yol gösterememeli ve bu üç aslî güç arasında ayırım olmamalıdır..
*EL’BARADEÎ NEYİN PEŞİNDE?
El’Baradeî, Mısır’lı bir nükleer uzmanı ve diplomat.. ‘Uluslararası Atom Enerjisi Komisyonu Başkanlığı’nı yürütüyor ve sürekli İran’ın nükleer teknolojiye ulaşmak yönündeki çabalarıyla ilgileniyor.. Çünkü, bu işleri kendiliğinden değil, emperyalist odakların kendisine verdiği dosya ve rollere göre takib ediyor. Bu yüzden de, nükleer silahlara sahib olduğunu gizlemeyen siyonist İsrail rejiminin tesislerini araştıramıyor.
Üstelik, isminin Muhammed olması bile ona itimad edilmemesi için daha bir hatırlanıyor, İran’ı suçlayan bir rapor hazırlamadığı zaman..
Geçmişte, İsveç’li nükleer fizikçi Hans Blix’le birlikte Irak’ta nükleer silah olduğuna dair raporlar hazırlamıştı.. Ama, o raporlara dayanılarak gerçekleştirilen saldırılar ve işgalin üzerinden 5 yıl geçmiş olmasına rağmen, hiçbir şey bulunamadı..
Blix, emekli olduktan sonra, ‘Amerika’nın kendilerini tehdid ettiğini ve raporları değiştirdiğini, korktukları için o yönde raporlar hazırladıklarını’ itiraf etmişti..
El’Baradeî ise, sık sık ikili bir tavır sergiliyor.. Bir taraftan, ‘İran’ın nükleer tesislerinin nükleer silah değil, nükleer enerji elde etmeye yönelik olduğunu’ söylüyor ve hemen ardından da, ‘Ammaaa...’ diye başlayan cümleler kurarak, önceki tesbitlerinin üzerine bir ibtal çizgisi çekiyor.. ‘Tavşana kaç, tazıya tut..’, ya da, ‘Ne şiş yansın, ne kebab’ mantığını sergileyip, saltanatını daha bir tahkim ediyor.. Diplomatlığı da buradan geliyor!.
El’Baradeî, 26 Eylûl günü de ‘Sud Deutsche Zeitung’ isimli etkili alman gazetesine verdiği mülâkatında, ‘İran’ın, nükleer silahlara ulaşmak üzere olduğunu’ iddia etti..
‘El’Baradeî’ (özetle), ‘Uranium zenginleştirmesini gerçekleştiren ülkeler, o kabiliyeti elde ettikten sonra, nükleer silah yapmak istediklerinde, onu, birkaç ay içinde üretebilirler. İran şimdi o zenginleştirmeyi tamamlayıp, istediği anda süreci başlatmak durumundadır’ diyor.
‘K.pektir zevk alan, sayyâd-ı bi-insafa (insafsız avcıya) hizmetten..’
*PARAŞÜTÜ ALTINDAN OLANLARI KURTARMAK..
Amerikan ekonomisini ve batık malî kuruluşları kurtarmak için Bush Yönetimi’nin öngördüğü 700 milyar dolarlık dev paketin, Temsilciler Meclisi’nden geçmemesi, Bush’u fena sarstı.. Bugün o tasarı küçük değişiklikler ve Bush’un yakarışlarıyla yeniden oylanacak..
Amerikan parlamenterleri, bu 700 milyarla da ekonomi kurtarılamazsa, o zaman ne olacağını bilemiyorlar.. Bu sonuçta, Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi’nin konuşmasının etkili olduğu belirtiliyor.. ‘Clinton, kendi dönemini, 5.6 trilyon dolarlık bir fazlalıkla devretmişti Bush’a.. 8 yıl sonra, malî sorumsuzlukla, ekonomide her şey mübah zihniyeti birleşti ve bugün bulunduğumuz noktaya geldik. Yani, düzenleme yok, denetim yok, disiplin yok. Ve eğer yere çakılırsanız, vergi ödeyen vatandaşların paralarıyla size altın bir paraşüt veriliyor. Bush’un uyguladığı şekliyle serbest piyasa, ne iş, ne refah, ne sermaye; sadece kaos meydana getirdi.. (...)(New York’un malî merkezi sayılan) Wall Street'i kurtarmak için, Main Street'ten (asıl sokaktan) toplanan para, bu şekilde kullanılamaz..’ diyen Pelosi’nin bu sözleri üzerine bizdeki siyaset erbabı da derin derin düşünmeli değil midir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.