İnsansız ekonominin sonu

İnsansız ekonominin sonu

Amerika'da aylardan beri göstere göstere gelen ekonomik krizin Amerika'da ve dünyanın bütün ekonomilerinde yol açacağı etkilerin boyutları hâlen tam olarak kestirilemiyor.

Sonuçları nasıl kestirebilsin ki? Daha bu krizin nedenleri üzerinde bile doğru dürüst bir teşhis yapılabilmiş değil. Bu krizin devletin ekonomiye aşırı müdahalesinden mi yoksa tam aksine hiç müdahale etmemesinden mi kaynaklandığı gibi çok temel bir politika üzerinde bile uzlaşılamıyor. Kimilerine göre bu kriz piyasaların aşırı kâr hırsından başka bir şeyi gözü germemesinin ve devlet kontrolünden kendini aşırı derecede serbestleştirmiş olmasının doğal bir sonucudur. Bir muhalefet söylemidir bu. İktidardaki liberal söylemin savunması ise tam beklendiği gibi: Aksine bu kriz devletin hâlâ yeterince ekonomi alanından çekilmememinsin, gereğinden fazla müdahil olmasının bir sonucudur. İşin aslını öğrenmek mümkün olabilecek mi acaba?

Hükümetin krize müdahale etmek için Senato'dan geçirmeyi başardığı 700 milyar dolarlık kurtarma paketi Temsilciler Meclisi tarafından, piyasanın alt düzey mağdurlarını değil, sadece bu mağdurları üreten sistemin aktörlerini koruyor olduğu gerekçesiyle reddedildi. Paket, sistemin daha alt düzey mağdurlarının da zararlarını telafi edebilecek şekilde genişletildikten sonra Senato'dan geçirildikten sonra tekrar Temsilciler Meclisi'nin onayına sunuluyor. Sonuç her ne olursa olsun palyatif kalağına dair kimsenin kuşkusu yok aslında.

Amerika'da ekonominin üretimden ziyade finansa odaklı yapısının ülkeyi getirdiği nokta burasıdır. Bu nokta aslında bir tür teleolojik bir sonuç gibi duruyordu. Sistemin istikameti bu noktaya doğruydu. İbrahim Karagül'ün dünkü yazsında belirttiği gibi ürettiğinin iki katı fazlasını sürekli olarak tüketen bir ekonominin tüketim fazlasını finansal manevralarla başkalarının sırtından karşılamasının sınırına gelinmiştir.

Ancak buradan kapitalizmin sonuna gelindiğine dair aceleci ve hatta büyük ölçüde ideolojik hamasetle çıkarımlar yapmak gerekmiyor. Daha doğrusu bu finansal krizin seyrinden henüz bir çıkarımda bulunmak için vakit erken, ama işin bu aşamasında en azından bazı şeyleri söylemek için yeterince işaret görünmüştür. O da şudur: Yıllardır ekonominin bütün işleyişini her türlü insan faktörünü dışlayarak açıklamaya çalışan ekonomi biliminin artık sorgulanması gerekiyor. Ekonomi alanı ekonomi biliminin neredeyse matematiksel kesinlikteki söylemlerinin baskısı altında her türlü siyasi seçeneği dışlayacak şekilde kurulmaya çalışıldı.

Soğuk savaş yıllarının sonunda sosyalist seçeneğin hükmen ve re'sen mağlup ilan edilmesiyle birlikte ekonomi alanının liberal paradigmanın tek başına söz sahibi olduğu, tamamen teknik-bilimsel bir alana indirgenmesi bir hak gibi görüldü. Bu bakışın küresel bir yaygınlık kazanması ekonomi alanını neredeyse bütün dünyada siyasetsizleştiren bir etki yaptı. Ekonomik davranışta bulunan sanki sonuçta insanlar değilmiş gibi, ekonominin kuralları matematiksel formüllerle belirlenen bir yapı gibi benimsetildi. Ekonomi sanki kendi kendine işleyen, içinde insan ve insanın anlam ve tercih dünyasının hiçbir etkinsin olmadığı, arz talep eğrilerinin basit kimyasal tepkimeler gibi çalıştığı bir alan gibi düşünüldü. Bu yapının içinde faizsiz bir ilişki biçiminin en azından makro düzeyde imkânsız olduğu ezberletildi. Ekonominin teknik kuralları çerçevesinde ne hayırseverliğe bir yer kaldı, ne merhamete, ne fedakârlığa, ne tevazua ne kendisinin yerine başkasını düşünmeye yer bırakıldı. Erdemden, ahlâktan, siyasetten, kısacası aslında insandan yoksun bırakılmış bir ekonomi…

Doksanlı yılların başlarından itibaren dünyada liberal-kapitalist seçenekten başka herhangi bir seçenek üzerinde düşünmek için insanın tuhaf, anakronik görünmeyi göze alması gerekiyordur. Sosyalist seçenek zaten modası geçmiş ve yeterince denenmiş bir tez olarak ancak sinik ve salt protestocu bir niyetle telaffuz edilebilen bir söyleme indirgendi.

Doksanlı yıllarda Refah Partisi'nin dillendirmeye cüret ettiği "adil düzen" gibi bir proje, ekonomi alanını siyasi tartışmaya açmanın, belki basit ama, bir yoluydu.

Ekonomiyi "adil düzen" gibi bir kavramla tartışmaya açmanın maliyeti siyasetin tamamının dışına sürgün edilmek oldu. Bugünse bu tür bir seçeneği düşünmek için bile sadece yasal yaptırımları değil, aynı zamanda bilimsel-teknik aklın yaptırımlarını da hesaba katmak zorundasınız. Liberal siyasetin paradoksu bir süre sonra yönetim işini, başta ekonomi olmak üzere, bilimsel-teknik kesinliğin alanı olarak siyasetsizleştirmesi; başka seçenekleri belki yasa yoluyla değilse bile mutlakçı söylemsel baskılar yoluyla bertaraf etmesidir.

Oysa ekonominin yönetimi ne kadar teknik olarak ele alınsa da ekonominin işleyişi insanın tercihlerini, inisiyatiflerini hiçbir zaman devre dışı bırakamıyor. O yüzdendir ki, 2001 krizinde Arjantin'in yakalandığı ekonomik göstergeler orada bir sosyal patlamaya yol açarken Türkiye'de o göstergelerin iki katı bile benzer bir etkiye yol açamamıştı.

Bugün bile Türkiye eğer bu krizden daha az etkilenecekse, bunda kuşkusuz alınmış olan uygun ekonomik tedbirler kadar, hatta çok daha önemlisi, toplumumuzda ekonomik davranışın yüksek düzeyde insani özelliklerinin önemli bir rolü olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi