Amerikan krizi ve başkan adayları
Amerika Birleşik Devletleri, tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşıyor. Kriz sadece ekonomiyle alakalı ve geçici değil. Sosyo-ekonomik ve politik sistem sallanıyor. Amerika’nın liderliğini yaptığı dünya görüşünün modeli kan kaybediyor, model; ilkelerine aykırı olmasına rağmen devlet müdahalesine maruz kalıyor.
Fazla değil daha 90’lı yıllarda, “Tarihin Sonu” yâveleri küstah bir gururla dillendiriliyor, akademik kisveli sözde bilim adamları, insanlığın varabileceği medeniyet zirvesini, ABD’nin temsil ettiği liberal demokratik sistem olarak işaretliyordu.
Amerikalı siyaset ve iktisat bilimci Yoshihiro Francis Fukuyama’nın 1992’de yayımlanan kitabı “The End of History and the Last Man”i hatırlayalım. Hazret, sadece Soğuk Savaş’ın bitip “savaş sonrası tarih”e (Post-war history) geçilmediğini, artık insanlığın ideolojik evrimini tamamladığını, böylece “Batılı Liberal Demokrasi”nin küreselleşerek insanlığın nihâi yönetme şekline dönüşeceğini, bir diğer ifadeyle insanlığın ideolojik olarak bu dünya görüşüyle son bulacağını iddia etmişti.
Çocukça bir gururdu. Sosyal bilimsel disiplinlerin doğasına aykırıydı. Teorinin ömrü çabuk zevâl buldu. 2008’deyiz ve Amerikan rüyasının krizine dünyaca tanıklık ediyoruz. Beşer ürünü hiçbir tecrübenin ölümsüz olamayacağını, hiçbir medeniyet pratiğinin zirve noktayı ilânihaye teşkil edemeyeceğini bilmek için biraz medeniyet tarihi, felsefe ve teoloji çalışmak yeter ve artardı.
Sovyet blokunun da hızlı çöküşüne tanıklık etmiştik. Şimdilerde esâmisi bile okunmuyor. Liberal demokrasi de hızlı çökebilir, şimdi insanlar bunun zor olmadığını daha iyi anlamaya başladı. Öyle ki, “Üçüncü dünyaya hoş geldin Amerika!” ironik analizleri yapılmaya başlandı bile.
ABD’nin kendisini toparlayıp toparlayamayacağını hep beraber göreceğiz. 4 Kasım’da kritik bir seçime hazırlanıyor bu ülke. İki parti kıyasıya mücadele veriyor. ABD’nin krizi aşıp aşamayacağı biraz da bu partilerin edineceği siyasetle alakalı. Ama görünen o ki; ne Cumhuriyetçiler ne de Demokratlar sadra şifa çözümler üretemiyor.
Demokrat başkan adayı Barack Obama ve Cumhuriyetçi başkan adayı John McCain televizyonda canlı yayında münazaraya çıkmış, yapacaklarını ve yapmayacaklarını anlatmışlardı. Sonuç, pek iç açıcı değildi. “Değişim” vaadini seçim kampanyasının temel sloganı olarak belirleyen Obama bile, köklü hiçbir değişimi ağzına almamış, söyledikleri, makyaj tazeleme vaadinden öteye gitmemişti.
Amerika yerel saatine göre geçen Perşembe akşamı, yine televizyondan canlı yayımlanan yeni tartışma programında Cumhuriyetçilerin başkan yardımcısı adayı Sarah Palin ile Demokratların başkan yardımcısı adayı Joe Biden karşı karşıya geldi, kozlarını paylaştı.
Terörle mücadele, ekonomik kriz, Irak ve Filistin meselesi gibi konularda aralarındaki farkı ve çözüm önerilerini ortaya koymaya çalıştılar. Doğrusu, aralarında pek ciddi fark olduğu söylenemez. Küçük farklar büyük farklılıklar gibi gösteriliyor, o kadar. Anlaşılan, siyasi partiler büyük krizin sunduğu imkânlara rağmen strateji üretme kabızlığı yaşıyorlar.
Meselâ, Filistin meselesinde iki adayın da proje dediği şey, İsrail projesinin bir kopyasıydı. İki aday da İsrail’e ne kadar bağlı oldukları beyanı yarışına girdiler. Joe Biden, “30 yıllık aktif siyasi hayatımda, İsrail’in çıkarlarını en fazla savunan siyasetçi olduğumu isbat ettim” sözüyle, farklılığını, siyonist rejime biatını tazeleyerek ortaya koydu!
Ne Filistinliler, ne Filistin sorunu, ne mülteciler, ne Kudüs ve ne de “işgal”den tek kelime söz etmedi başkan yardımcısı adayları. Varsa yoksa İsrail’in kayıtsız şartsız desteklenmesi. Bir de Kudüs’ü İsrail’in ebedi başkenti olarak tanıma vaatleri. Hem de uluslararası anlaşmalara aykırı olmasına rağmen.
Irak ve Afganistan işgallerine dair de çok farklı şeyler söylemediler. 11 Eylül hadiseleri bahane edilerek başlatılan “küresel fetih” çıkarmaları ufak tefek yöntem farklılıklarıyla sürdürülecek. Eee, hataların telafisine yönelik açılımlar nerede?
Kimilerine göre ABD’nin yaşadığı salt ekonomik krizdir, bundan dolayı da mali siyaset restorasyona tabi tutulursa sorun çözülür. Bendeniz de; “Hayır, yaşananlar sistem krizidir” diyenlere katılıyorum. Sorunun hakiki nedenleri tesbit edilmediği sürece de çöküş hızlanacaktır.
Saint Louis'deki Washington Üniversitesi'nde gerçekleştirilen son münazara, hangi parti iktidara gelirse gelsin, Soğuk Savaş sonrası dünyanın tek süper gücü hâline gelen ABD’nin tek taraflı ve gayri âdil politikalarından vazgeçmeyeceğini ortaya koymuştur. Yani sistemin çöküşünü hızlandıran hatalar sürdürülecek demektir bu.
Kriz sistem krizi olsa da, bunu tetikleyen ve devleştiren ABD’nin dış politikalarıdır. Sistem kriziyle sistemin icraatları biribirinden bağımsız sayılmazlar. İki partinin başkan ve başkan yardımcısı adayları aynı hataları tekrar edeceklerini deklare ettiklerine göre, bunu, sistem krizinin büyüyeceği noktasında değerlendirebiliriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.