‘Pakistan’ı bombalarım!’/ ‘Hayır, önce Irak̵
John McCain ve Barack Hossain Obama..
Bu iki kişiden birisi, 25 gün sonra, Amerikan Başkanlığına seçilecekler..
Bu yüzdendir ki, (Çarşamba gününün ilk saatlerinde), bu iki kişinin tv.’de yaptıkları ve saatlerce süren bir tartışmayı izledim, sabahın ilk ışıklarına kadar.. Birçok dünya tv.’si de bu tartışmayı canlı olarak veriyordu..
Dünyanın -maddî açıdan- en büyük güçlerinden olan Amerikan emperyalizminin ‘kaptan köşkü’ne seçilecek kişi elbette önemli.. -Ki, artık en güçlü olup olmadığı tartışılıyor ve tamamen çökecek olursa, sahnenin altından nasıl çıkılacağı korkusu her tarafı kaplamış..-
Bu iki kişiden Obama’nın daha ‘barışçı’, McCain’in daha ‘savaşçı’ olacağı düşünülüyor.
Hele, McCain’in Başkan Yard. adayı ilân ettiği Alaska Valisi Sarah Palin, fanatik bir ‘hristiyan/din savaşçısı’ olarak sahnede.. ‘Amerikan halkı dünyada iyiliği temsil ediyor.’ ona göre.. ‘İran İslâm Cumhuriyeti ile görüşülemez, onun başkanı Ahmedînejad, deli birisi.. Obama, bizi düşman bilen öyle birileriyle görüşebileceğini söylüyor, Obama’nın teröristlerle irtibatı var..’ gibi laflar da bu hanıma aid..
Sahi, bu iki kişiden hangisi, -barışçılığı bir yana bırakalım- ‘daha az savaşçı’dır? Bu gibi hayallere kapılmaya hiç gerek yoktur.. Emperyalizmin maslahatı gerektirirse, ‘daha savaşçı’ gözüken McCain, ‘barış havarisi’ , ve ‘daha az savaşçı’ gibi gözüken Obama da, bir yeni Bush, bir yeni canavar olabilir.. Çünkü, onların da ellerine emperyalizmin uzun vâdeli siyasetini gösteren -belki yazılı olan veya olmayan- bir ‘kırmızı kitab’ tutuşturulur..
Tarafların, global ekonomik çöküntü ile ilgili olarak, söyledikleri, ‘şu veya bu yapılabilir’ kabilinden, ‘alternatif enerji kaynakları bulunabilir’ vs. gibi, bildik siyasetçi sözleriydi.
Amma, dış siyaset.. McCain, Amerika’nın dünyanın her tarafında barış için bulunduğunu; Obama’nın dışsiyasette yanıldığını ve kendisi gibi tecrübeli olmadığını söylüyordu..
Obama ise, ‘11 Eylûl 2001 Saldırıları’yla hiçbir ilgisi bulunmayan bir ülkeye (Irak’a) müdahalenin yanlışlığını, Irak’ta her ay, 10 milyar dolar harcadıklarını’ dile getiriyordu. Obama bu arada, ‘Doğru.. Dünyadaki en iyi halkız, ama bize saygı azaldı.. Bush’un ve McCain’in siyasetleri işe yaramadı..’ demeyi de ihmal etmiyordu.
McCain ise, ‘Irak’a gitmeseydik, El’Qaide daha da güçlenirdi.. Ben askerlerimizi Irak’tan zaferle çekeceğimizi söylerken, Obama, yenilgi içinde çekmeyi vaad ediyor..’ diyordu.
Obama, ‘Irak’ı bırakıp, Afganistan’a yönelmeliyiz.. Eğer bizimle işbirliği yapmazlarsa, Bin Laden’i yakalamak için, gerekirse Pakistan’a da girebiriliz.’ diyor. Buna karşı McCain ise, ‘Elinde sopa dursun, ama, her tarafa birden kullanma onu.. Yavaş yavaş.. Pakistan’ı bombardımana şimdi ne gerek var.. Gerekirse, elbette Irak ve Afgansitan’da yaptıklarımızı Pakistan’a da yapar ve Irak’ta olduğu gibi, orada da başarılı (!?) oluruz..’ diyordu.
Evet, ‘elde sopa ve yavaş yavaş..’ sözlerine dikkat.. Kendileri dışındaki dünyaya bakışları bu!.
McCain bu arada, ‘Soğuk Savaş’ın tekrarlamasını istemiyorum ama, Putin’in gözlerinde (Sovyet dönemi gizli servisi) KGB harflerini okuyorum’ demekten de kendini alamıyordu.
‘İran İsrail’e saldırırsa, ânında hemen müdahale mi edersiniz, yoksa konuyu BM. Güvenlik Konseyi’ne mi havale edersiniz?’ sualine ise, Obama, ‘Hemen müdahale eder, en önemli müttefikimizi koruruz..’ cevabını veriyordu ve McCain, bu cevabı memnuniyetle karşılıyordu.
McCain’in sözlerine, ‘Geleceğin dünyasında ismi şimdiden bilinemeyecek yeni devletlerin sahneye çıkabileceğini’ de eklemesi ilginçti. Yani, emperyalizmin menfaatleri gerektirdiğinde Obama da bir ‘canavar’a, McCain de ‘barış havarisi’ne dönüşebilir!
* BU TABLO, RESMÎ İDEOLOJİNİN ‘İFLAS İLÂMI’DIR!
Araba devrilince, yol gösteren çok olur..
Ama, hadiselere İslâmî bir şuûrla bakanlar, bu yolda arabanın devrileceğini baştan söylüyorlardı..
Şimdi, o kadar güçlü olduğu söylenen bir ordunun nasıl olur da böylesine izahı güç ve millete acı veren -ve Elekdağ’ın dün Meclis’te dile getirdiği üzere- ‘onur kırıcı’ durumlara düştüğünü görenler, bu durumun muhtemel etkenlerini sıralıyorlar..
Fakirlik, işsizlik, gelir dağılımındaki adâletsizlik, sosyal katmanlar arasındaki bölgesel dengesizlik, eğitimsizlik, istikrarsızlık ve emniyet zaafı, dışlanmışlık, zulüm, Diyarbakır Cezaevi vs. gibi acımasız baskı örnekleri, idealsizlik, heyecansızlık, konuştuğu dilin ve etnik kökünün reddedilmesi, yok sayılmışlık; örf ve âdetleriyle aşağılanmışlık..
Bunların herbirisi kendi çapında birer etkendir..
Bu olumsuzluklara karşı, insanlara bir hayal dünyası, bir kavmî heyecan ve kendilerine ve ailelerine imkanlar sunan, hayal güçlerini okşayan, kalblerinde ve beyinlerinde bir bağla bağlı hissetmedikleri bir rejimle hesablaşmak isteyen bir güce kavuşmak gibi faktörler.. Ve elbette bir de uluslararası emperyalist denge oyunları..
Açıktır ki, Amerikan emperyalizmi, 1918’lerde ingiliz emperyalizmince Osmanlı’nın enkazı üzerine oluşturulan Ortadoğu dengesinin siyonist İsrail rejminin korunması başta olmak üzere, bütün diğer menfaatleri için artık yeterli garantileri sağlayamadığı düşüncesiyle, bölgede yeni projeler peşinde.. Bunun için de, bölge ülkelerini kendisine daha bir muhtaç ve onların zaaf noktalarını ve sinir uçlarını devamlı elinde tutacak taktik ve stratejiler peşinde..
Ama, bütün bunların etkisi açık ise de; ‘asırlarca birlikte kardeşçe yaşamış müslüman halkların birbirine düşürülmesi’ şeklindeki şeytanî projenin temel etken olduğu görülmelidir.
İttihad-Terakkî’den bu yana, ‘ulus-devlet’ ve ‘üniter devlet’ adı altında, ‘üniform/tek tip’ bir ‘kemalist/laik sosyal bünye’ oluşturmak siyaseti, 1923 sonrasında tam bir ‘resmî ideoloji’ haline gelmiş ve müslüman halkların kardeşliği, 100 yılı aşkın zamandır, kavmiyetçi anlayışlarla zehirlenmiştir, zehirlenmektedir.
Buna karşı, ‘resmî ideolojinin İslâmî motiflerden faydalanması’nı; İslâm’ın, kendisine düşman sistemlerce ‘yağdanlık’ ve dayanak olarak kullanılmasını isteyecek değilim.
Çözüm, milletin kendi kaderine el koyması, bu rejimi, resmî ideoloji düzenini tarihin çöplüğüne göndermesi ve her kavmin, her halkın, her dilin yaşama hakkına saygı gösterecek, müslümanca bir sosyal hayatı, mutlak doğru olarak kabul ettiği inanç ve mantık ölçülerine göre yeniden belirlemesidir..
Bu, zordur elbette.. Çünkü, buna, müslüman toplumların bugünkü sosyal bünyelerini ellerinde tutan hemen bütün rejimler de karşı çıkacaktır, ama, sağlıklı çözümlere başka, nasıl ulaşılır?
Evet, kolay çözümler zâten geçersizdir ve zor olanı göze almak gerekmektedir..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.