'Bir dokun, bin âhh dinle, kâse-i fağfûr'dan..'
*‘çok tevazû’un gerçek sanılması’ gibi bir durum..
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bazı gazetecilerle TRT. I’de Perşembe akşamı canlı yayınlanan sohbeti ilginç olabilirdi.. Ama, Mustafa Karaalioğlu ve Ekrem Dumanlı gibi, ufuk açıcı sorular sorması mümkün arkadaşların proğrama yetişememeleri (siz buna gevşek davranmak da diyebilirsiniz..) o fırsatı engelledi.. Hava muhalefeti yüzünden, İstanbul’dan Ankara’ya uçakla gelemeyenler, en fazla 4 saatlik bir karayolu ile yetişebilirlerdi.. Ve öyle bir daveti son âna kadar bırakmamaları gerekirdi.. Yani, halkın içinden çıkıp, tevazû hasletini yitirmemiş bir Cumhurbaşkanı adına yapılan davet, biraz daha ciddîye alınmalıydı.
O arkadaşlar gelemeyince, Abdullah Bey, Fikret Bilâ ve Murat Yetkin karşısında bırakıldı.. Onlar da, ellerine geçen fırsatı -kusura bakmasınlar- ‘nezaket’ sınırlarını aşarak kullandılar ve ülke ve dünya mes’eleleri yerine; genelde, Gül’ü güç duruma düşürmek için sordukları anlaşılan soruların cenderesinden çıkamadılar. 2,5 saatten geriye fazla bir şey kalmadı..
Efendim, ‘Suûd Kralı’yla görüşülmesinde niçin klasik protokol kuralları dışına çıkıldı?’ gibi bir konuyu, âdetâ tartışırcasına uzun uzadıya dile getirmelerine Abdullah Bey’in ‘Suûd Kralı önemli bir şahsiyettir’ demesi hiç diplomatik değildi.. Gül’ün bu apolitik sözü üzerine, Murat Yetkin’in, ‘TC.nin Cumhurbaşkanı da önemli bir şahsiyettir.’ diye bir beyanda bulunması ise, nezaket sınırlarının da çok çok ötesindeydi.. Buna rağmen, Abdullah Gül’ün yine de ‘kızma hakkı’nı kullanmaması da ilginçti. Eminim ki, Fikret Bilâ ve M. Yetkin, sorgularcasına bir hava içindeki o gibi soruları, başka bir C. Başkanı’na karşı dile getiremezlerdi.. ‘çok tevazû gösterme, gerçek sanabilirler..’ sözü doğrulandı, adetâ..
*Mehmed Ağar’ın yakınmaları..
Babası, 3. C. Başkanı Celâl Bayar’ın özel koruma polisi iken çankaya’da doğan ve hayatı da hep, ‘devletin çocuğu ve devletin adamı’ çizgisinde gelişen Mehmet Ağar, dün, DYP Kongresi’nde konuşurken, siyasetten silinmesiyle sonuçlanan gelişmeleri, ‘27 Nisan Muhtırası’nın üzerine atmış, ‘siyasetin zeminini alt-üst ettiği’ gerekçesiyle..
Hâfızânız, 6 ay öncesini de mi unuttu, Mehmet Bey? Siz unutsanız bile, halkın mâşerî vicdanı ve hâfızâsı, sizin o günlerdeki postal sahiblerine paralel siyasetinizi unuttu mu sanıyorsunuz?
O kaygan zeminde, dengenizi o kadar mı yitirmiştiniz de, ne yapacağınızı şaşırdınız? Yoksa, onlarla paralel bir çizgide mi, buhranları körüklemiştiniz? Bunun cevabını halk size, 22 Temmuz seçimlerinde verdi.. Sizi ayrıca yaralamak istemem.. Ama, siz, o zaman şartların size sunduğu o ‘altın fırsat’ı kullanmak yerine, postal sahiblerini memnun edecek atraksiyonlarla ülkenin zamanını ve imkanını heder ettiniz, E. Mumcu ile birlikte.. Suçlu arayacaksanız, aynaya bakınız, görürsünüz..
ülkenin büyüme hızının yüzde 7’lerden 2007’de yüzde 4’e inmesinin bedelini siz ve de o postal sahibleri veya 367 rakamının tılsımına kapılan S. Kanadoğlu ve Anayasa Mahkemesi üyeleri ödemedi.. Onların keyifleri yerinde, cepleri zarar görmedi.. Sözünü ettiğiniz ‘27 Nisan 2007’ tarihli ‘e-muhtıra’yı kaleme alanlarla ve ekranlardan meydan okuyan emekli orgenerallerin herbirisi de, en azından 5 bin YTL’lik emekli maaşları ve lojmanları, makam arabaları, korumaları ve diğer özlük haklarıyla hâlâ rahat köşelerindeler..
* Bazıları, M. Kemal için; ‘…..padişahlığa ve halifeliğe son vererek halkın geçmişini yok eden diktatör; halkın duyarlılıklarını ve dinsel bağlarını köreltmeye çalışan dinsiz; Türkiye’nin gelişip ilerlemesine engel olan statükocu; (…) demokrasinin gelmesini geciktiren despot..’ diyormuş; ’ö. İ’nin dün Hürriyet’teki yazısının ‘DİNSİZ STATüKOCU!’ arabaşlıklı bölümünde yazdığına göre..
Bilmiyorum, bunları bu şekilde yazabilecek kimse sahiden de var mı, Türkiye’de? çünkü, ölümü üzerinden 70 yıl geçtiği halde, tarihe mal olmuş bir kişi üzerinde serbestçe fikir beyan edebilmek, hâlâ da mümkün değil.. Ve iki hafta önce, İsmet İnönü, 34. ölüm yıldönümünde anılmış.. Kim farkına vardı? Ya da, kim hakaret etti? Hiç.. Halbuki, o, 60 yıla yakın bir süre, ülkenin siyasetinde ve tarihinde etkin olmuştu ve muhalifleri, muvafıklarından çoktu..
M. Kemal’e de, yanlışıyla-doğrusuyla adam gibi anlaşılması için bu fırsat verilmelidir. Ama, ’M. Kemal’den geçinenler’in düzenlerinin bozulacağı korkusu yüzünden bu yapılamıyor!
*Laiklerin çaldığı kutsal bir İslâmî terim: ‘Şehidlik’:
*Başbakan Erdoğan, Diyarbakır’daki patlamada hayatını kaybedenleri ‘şehîd’ olarak nitelemiş.. Allah bilir elbette, ama beşer idrakiyle de, İslâmî kültürümüzde, ‘haksız olarak öldürülen hele de günahsız insanların da şehîd hükmünde’ değerlendirileceğine dair görüşler bu hadiseye uygulanabilir. çünkü, hayatını kaybedenler, henüz rüşd yaşına bile ermemiş, mâsum çocuklar.. Ancak, problem, laik rejimin, İslâmî terminolojiden ıstılahlar çalması ve kitleleri kandırması açıkgözlülüğünden kaynaklanıyor..
Ahmed Hamdi Tanpınar, ‘Biz gizli bir ateizm yaşadık, laiklik adına..’ derdi..
Batılılar ise, Türkiye tipi laikliği, ‘sekuler bir din’ olarak gördüler..
‘Türkiye’nin sekuler devleti Batılı anlamda sekullarizmden farklıdır..’ diyen Prof. İlter Turan ise, ‘Religion and Political Culture’ adlı eserinde şöyle diyor: ‘… Din uğruna verilen bir savaşta ölen bir kişi şehit (şehîd) olur ve doğrudan cennete gider. Artık bu simge dinî sözcük dağarcığından ödünç alınıp kamu görevi yaparken ölen her türlü devlet memurunu tanımlamak için kullanılmakta ve böylece devlet hizmeti, Allah dâvası katına yükseltilmektedir. Kezâ, Cuma hutbeleri vatandaşları, hükûmeti destekleyen eylemler yapmaya davet etmek için kullanılmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı imamlara, vatandaşları, sözgelimi vergilerini vermeye ya da silahlı kuvvetlere destek amacıyla kurulmuş vakıflara katkıda bulunmaya teşvik eden örnek hutbeler göndermektedir..(Sh.42)’
*İnternetlerdeki bu hain yorumlara kim dur diyecek?
Bir futbol maçını etkilediği gerekçesiyle İstanbul Valisi’ne, internet mesajıyla hakaret eden bir genç, geçen sene, iki-üç saat sonra belirlenip, yakalanmıştı.. Kezâ, Genelkurmay Başkanı’na hakaret içerdiği ileri sürülen bir internet mesajını gönderen kişi de, kısa sürede belirlenip yakalanmıştı.. Demek ki, internet de istendiğinde kontrol edilebiliyor..
Pekiy, internet sitelerinde, umuma açık öyle dehşetli mesajlar yazılıyor ki, ülkenin insanlarını birbirine düşman yapacak en azgın ve alçakça sözler, yorum adı altında yazılabiliyor.. Hele de türk-kürd ayrışmasını hızlandırma emeline hizmet edecek şekilde..
Buna kim dur diyecek? Bu konuya da mı, illâ, Başbakan el atmalı, yani?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.