Kan tepeye fırlayarak konuşmak; niçin Gen. Başbuğ?
Evvelki gün, Taraf’ın yayınladığı görüntüler muhakkak ki, düşündürücü idi, ve de tehlikeli.. Tehlike, bir ülkenin savunma güçlerinin bu kadar disiplinsiz ve duyarsız olduğu gibi bir görüntünün ortaya çıkmasından veya öyle gösterilmesinden kaynaklanıyordu..
Çünkü, yüzlerce silahlı kişi geliyor, siperler kazıyor, katırlarla getirilen gelişmiş silahları o siperlere yerleştiriyor ve gün ortasında saldırıya geçiyor; tedbir yok. Ve, 17 asker ölüyor.. Saldırganlara verdirildiği söylenen kayıp rakamları arasındaki büyük farklılık da, cabası..
Saldırının yapıldığı askerî birlik, bir bölük statüsünde ve ortalama 170-220 kişilik bir güç.. Ve komutanların günler boyu sergilediği suskunluğu ve hele Hv. Kuv. K. Org. Babaoğlu gibilerin ‘golf’ aşkıyla, o saldırıdan ancak, 18 saat sonralarda haberdar olabildiği ve bunun Gen. Kur. tarafından da sanki normalmiş gibi açıklanması, kamuoyunu daha bir şoke ediyor..
Birkaç ay önceki Dağlıca Baskını arkasından Aktütün (Bezele) Baskını, toplu kayıplara vesile olması açısından, toplumda tabiatiyle yüksek gerilim meydana getirmiş ve dahası, TSK’ya, bu zamana kadar alışılmamış boyutlarda ağır eleştiriler yöneltilmesine zemin hazırlamıştır.. Çünkü, ortaya çıkan tablo, saldırganın başarısından ziyade, TSK’nın hele de bazı sınır birliklerinde son zamanlarda daha sıkca görülen zaafiyetinden haber veriyordu..
Böylesine za’fiyetler, modern devlet anlayışına sahib olunan ülkelerde ister istemez, en üst derece sorumluların hesab vermesini ve ‘istifa’sını gündeme getirir. Benzer beklentilerin Türkiye’de de gündeme gelmemesi, esasen anormal olurdu..
Ve şunu belirtmeliyim, bu gibi sorumluların hesab vermesi gerektiği hatırlatılırken, konunun şahsî sorumluluk çizgisinden taşırılıp, kurum olarak Ordu’nun yıpratılmamasına, gövdesi milletin çocuklarından oluşan bu kurumun, her halukârda hayatî derecede gerekli olduğu gerekçesiyle en fazla titizlik gösteren yayın organları, yine de, Gen. Kur.’ın, ‘dinci, irticacı’ vs. diye niteleyip akredite etmedikleriydi..
Ve henüz 1,5 ay öncelerde, ‘laiklik ve resmî ideoloji’ye bağlılık konusunda mangalda kül bırakmayan nutuk sahiblerinin, bu son gelişmeler karşısında sessiz kalması, doğrusu anlaşılır gibi değildi.. Medyaya bilgi verilmesi gerekliydi.. Ancaak, Gen. Kur. Başkanı’nın dünkü konuşması bilgilendirmeden ziyade, tehdid havası taşıyordu..
*BU NE ŞİDDET, BU NE CELÂL; TIPKI, ‘DEVLET BAHÇELİ’ GİBİ..
Dün, Gen. Kur. Başk. Başbuğ’un bir açıklama yapacağı haberi gelince, son gelişmeler üzerine mâkul birtakım sözler söyleyeceğini ve sorumluluğu üstleneceğini ve kendisinin de emri altındakilerden hesab soracağına dair konuşacağını düşündüm.. Çünkü, medyada ‘insansız keşif uçaklarının, bu saldırının öncesini ve saldırı ânını ve saldıran grubun faaliyetlerini Genelkurmay’a canlı olarak ve ânında geçtiği ve buna rağmen bir tedbirin alınmadığı, istihbaratın değerlendirilemediği’ belgeleniyor ve hattâ, ‘size insansız araç değil, insan lâzım..’ gibi ağır eleştiriler yapılıyordu.. O iddialar doğru ise, bu eleştiri de, haksız sayılamazdı.. O halde, yayınlanan o görüntü, iddia ve bilgiler üzerine, kamuoyunun kesinlikle bilgilendirilmesi gerekiyordu.. Zira, toplumun her kesimine yayılmıştı, bu iddialar..
Başbuğ’un yapacağı bildirilen açıklama bu açıdan daha bir önemliydi..
Ama, dün Başbuğ, bu zamana kadar olmadığı şekilde, bir ‘sinir küpü’ halindeydi, âdetâ bir ikinci Devlet Bahçeli profili gösteriyor ve onun gibi, en olmayacak yerlerde bile, tehdid havasında cümleleri bağırarak konuşuyor; kendi kalesine gol atmaktan öteye bir şey yapmış olmuyordu.. Çünkü, Başbuğ o iddia-belgeleri yalanlamak yerine, bunları sızdıranlara ve yayınlayanlara duyduğu hışımla konuşuyor, sorumluluğu da başkalarının üzerine atar bir duruma düşüyordu..
Unutmayalım, 90 bin kadar askerin kırıldığı bilinen Sarıkamış Faciası, kamuoyuna o da sırf, artık Enver Paşa’nın etkisinin kırılması/suçlanabilmesi için, ilk kez, o faciadan 6-7 yıl sonra 1921’lerde resmen açıklanıyordu. Ve Kıbrıs Çıkarması günlerinde de, Kocatepe Zırhlısı’nın, ‘türk savaş gemisi görünümündeki bir yunan gemisi ve personelinin de İstanbullu rumlar olduğu’ zannıyla, TSK savaş uçaklarınca vurulup batırıldığı ve yüzlerce askerin o şekilde kaybedildiği de ancak, 25 sene sonralarda resmen itiraf olunabilmişti.. Ama, fısıltı gazetelerinde bunlar taa baştan yayınlanıyordu.. Şimdi bu ‘fısıltı gazetesi’ internetle daha kolay, etkili ve zehirleyici..
*HESAB VERMEK YERİNE, AÇIKÇA SOPA GÖSTERMEK..
*Başbuğ, ‘saldırganların intihar saldırısı yaptıkları ve askerlerin ise kahramanlık destanı yazdığı’ gibi hamâsî sözlerden sonra, ‘konunun inceleneceğini ve gerekli olanların halka açıklanacağını’; ancaak, ‘bu konuya ilişkin bilgileri sızdıran ve yayınlayanlar hakkında adlî işlemler başlatıldığını’ hatırlatıyordu.. Ama, Başbuğ’un asıl sözleri, ‘terör örgütünün yaptığı eylemi başarılı gibi gösterenler, akan ve akacak olan kanın her damlasının sorumluluğuna ortak olurlar. Bunu herkesin çok iyi anlamasını istiyorum. (...) Herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum..’ şeklinde olanıydı..
Tamam, terör örgütünün eylemleri başarılı değil.. Bunu sırf, asker zayıf duruma düşmüş gibi gösterilmemesi için, psikolojik savaş gereği; kabul edelim, terör örgütü başarılı değildir..
Ama, bunun aksini söyleyenler, ‘bu zamana kadar akmış ve bundan sonra da akacak olan kanın her damlasına’ ortak sayılacaklarsa; siz alkıştan başka bir şey istemiyorsunuz demektir. Bu durum, kumandanların sorumluluğunu ortadan kaldırır mı?
Ve hele ‘herkesin doğru yerde olması’na dair davetiniz? Ne demek bu, Sn. General Başbuğ..
‘Doğru’ tek midir, sizin mantığınıza göre ve siz hep doğru yerde olacağınıza, doğruyu siz temsil ettiğinize göre, sizin gibi düşünmeyenler yanlışta mıdır ve bu, militarist-totaliter bir mantık değil midir? Yani, Sn. General, dün çok yanlış bir yerde duruyordunuz..
Sn. General, ‘doğru’ kavramı, sizi rahatsız etmeyecek eleştirilerle sınırlı olacaksa, sizin dünkü bazı mimiklerinizin tam yerinde olmadığını söyleyerek eleştiri yaptığını zanneden ve gerçekte ise, pohpohlayıcı olan çok kimse bulabilirsiniz.. Ama, bu tavırlar, 25 yıldır çare olmadığı gibi, bundan sonra da olmayacaktır.
Siz, önce sorumluluğunuzu üstlenip, kendinizi kamuoyu önünde, modern devlet yönetimlerinde olduğu gibi mâkul tartışmalara açınız.. Yoksa, ‘doğru’, sadece sizin dediğiniz olacaktır ki, kamuoyu da sizin doğru yerde durmadığınızı aynı mantıkî güçlülükle ileri sürebilir..
Hükûmet de, kanunen emrinde olan ve fiilen de öyle olması gereken ordunun komutanlarına bunu hatırlatmalıdır.
Yoksa, ‘kimin kime komuta ettiği’ suali büyür, zihinlerde..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.