Dünyadaki seçimler, 'Müslümanlar'ı düşün
Bugünler, dünyada ilginç seçimler, halkoylamaları yapıldı ve bunların ilginç sonuçları oldu.. Bunların başında da, Rusya ve Venezuella geliyor..
Rusya’da yapılan seçimlerde, Vladimir Putin, yüzde 65 gibi net bir halk desteğini elde etti.. Sovyetler Birliği’nin dağılmasına rağmen, hâlâ da 30 milyon kadar müslümanı bünyesinde barındıran Rusya’da, hele de Müslüman halkların yaşadığı eyaletlerde, Müslüman halkların yüzde 90’ı aşan bir ortalamayla Putin’e destek vermeleri ilginçtir.. Putin’in güçlü bir desteğe sahib olduğu biliniyordu, ama, Müslümanların bir bütün blok halinde, Putin’e yönelmeleri, ilginçtir.. Hele de Çeçenistan’da kanlı bir baskı siyaseti izlemesine rağmen..
Venezuella’da ise, zengin petrol gelirlerini mustaz’af kitlelere yönlendirmesinden ve iki askerî darbeye ve Amerikan emperyalizminin nice entrikalarına direnmesinden de kaynaklanan karizmatik liderliğini ömür boyu başkanlık için bir anayasa değişikliğiyle perçinlemek isteyen Hugo Chavez, kendisini çılgınca destekleyen kitlelerce bu kez referandumda durduruldu. Chavez de bu durumu saygıyla kabullendiğini belirtti..
Cezayir’de halk, 1992 başında yüzde 85’le İslâmî Selâmet Cebhesi’ne yönelince, laik generallere kanlı bir diktatörlük kurdurtan Batı’lı emperyalist güçlerin entrikalarının, 2006 başında da, Filistin’de tekrarlandığını ve HAMAS yüzde 65’le kazanınca, seçim neticelerinin uluslararası ayak oyunlarıyla, özellikle de Amerikan emperyalizminin nasıl geçersiz kılındığını bu vesileyle bir daha hatırlamak gerekiyor..
Bugünlerde, Lübnan’da da Gen. Kur. Başkanı Mişel Suleyman‘ın -Annapolis’te Amerika ile Suriye’nin anlaştığı iddiasıyla- C. Başkanı seçileceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Pakistan’da ise, General Perviz Müşerref, anayasayı kaldırıp, kendisinin C. Başkanı seçilmesinin kanunî olmadığına karar veren Yüksek Mahkeme’yi lağvettikten ve yeni bir Yüksek Mahkeme oluşturup; seçiminin kanunîliğini mühürlettikten sonra, üniformasını çıkarttı, yerini General Eşfaq Kiyanî’ye bıraktı.. Yani, Müşerref artık, bir asker değil, bir sivil siyasetçi!!! Ve bu ‘sivil’ siyasetçi, 8 Ocak’ta yapılacak seçimler için, 8 yıl önce askerî darbe ile devirdiği Newaz Şerif’in ülkeye dönmesine izin vermekle beraber, onun seçime katılmasının yolunu tıkadı!.
Bunun dışında Müslüman coğrafyalarında, biraz uzun soluklu olan Malezya hariç, uzun süreli bir seçim geleneği yok.. Endonezya, Bangladeş, İran, Türkiye gibi ülkelerde ise, seçim geleneği yeni yeni gelişiyor.. Bunların çoğunda da, askerî darbeler hep pusuda..
Bu gelişmelerden hareketle, ‘seçim’ler üzerinde durabiliriz biraz..
Seçimlerin ve hele de, halkın ‘oy vermesi’, istek ve iradesini ortaya koyması yoluyla ‘seçme ve seçilme’nin Müslüman toplumların yönetimindeki etkisi konusunda Müslüman toplumların kafası, genelde hâlâ da karışık.. Çünkü Müslüman coğrafyalarının büyük kısmında ya direkt olarak diktatörler, sultanlar, melikler, krallar ya da cumhurbaşkanı diye anılan, ama, o makamlara silah zoru ve entrikalarla gelip kendilerini halkın sırtına yükleyenler hükümfermâ!. Ya da, (bugün Türkiye’de olduğu gibi, milletin büyük ekseriyetinin tercihine uygun olarak) cumhurbaşkanı seçildiği halde, belli güç merkezlerinin dayatması olan prensiplerle eli kolu bağlı kimseler!.
Bu durumda Müslüman toplumların maşerî vicdanında, âdetâ, ‘Böyle gelmiş, böyle gider..’ gibi bir teslimiyetçilik ve tarih geleneğiyle eğitilmiş bir çaresizlik anlayışı hüküm sürüyor.
Ve, bu gibi örneklerden hareketle, halkın oyunun alınması, sadece demokratik ve bu yüzden de ‘bâtıl’ bir yöntem ve işlem olarak niteleniyor.. Özellikle de, antik Yunan’dan beri varlığından sözedilen ‘demokrasi’ye bakılarak..
Evet, Atina’da, 16 bin ‘hür insan’ idi, yönetimde söz sahibi olan.. Ve 250 bin insan da ‘köle’ idi ve tabiatiyle onlar yönetimde söz sahibi değildi..
Bugünkü ‘demokrasi’lerde de, aynen olmasa da yığınla yanlışlar bulunmaktadır.. Nitekim, 100 yıl öncelerdeki bir İngiliz yazarının, ‘bizim demokrasimizin temelinde ‘megalomania’ (kişinin kendisini başkalarından büyük görmek şeklindeki akıl hastalığı) ile ‘kölelik’ anlayışının birlikte, bir arada olduğunu görmeliyiz.’ deyişi boşuna değildir..
Kezâ, ünlü ing. devlet adamı Winston Churchill’in ‘demokrasi çok kötü bir yönetim biçimidir, eğer diğerlerini göz önüne almazsak..’ sözünü de unutmamak gerekir.. Batı dünyasının ortaya çıkarabildiği nice yönetim biçimleri arasında, demokrasi, yine de tercih edilebilir. Çünkü, en azından, halk kitlelerinin, insan olarak, kendilerini yönetecek olanları kendi gönülleriyle, kendi istedikleri arasından seçme imkanları var bu sistemde..
Müslümanların, ‘kötüler içinde daha az kötü olanı tercih’te bulunmasına gerek yok, elbette.. Çünkü, bizim dinimiz, inanç sistemimiz bize her şeyin ‘en mükemmel’inin ölçüsünü veriyor..
Amma... O ‘en mükemmel’ uygulama örnekleri nerede?
İşte burada başlıyor, temel problem.. Çünkü, ‘Asr-ı Saadet’ ve ‘Hulefâ-y’ı Râşidîyn’ diye isimlendirilen ilk 40 yıllık dönemi bir tarafa bıraktığımızda, ondan sonraki 14 asrımız, genel olarak, ‘Müslüman halkı yönetme hakkını nereden aldıkları’nı izaha gerek bile duymayan, ve hak ölçüsünü kuvvet veya servetlerinden alanların ele geçirdiği sultanların/sulta sahiblerinin tahakkümü altında geçti.. Bu uzuuun asırlar içinde, yöneticilerden bazıları bazılarından daha iyi idiyseler de; bu durum, sistemin mahiyetini değiştirmiyor; o sulta sahiblerinin karakter ve şahsiyetlerinden kaynaklanan bir farklılık olarak ortaya çıkıyordu..
Sahi, İslâm toplumu, İslâm’a göre nasıl yönetilecek?
Bizim yönetim metodunda temel ölçümüz, ‘Onların (mü’minlerin) işleri aralarında şûrâ / istişare/ meşveret/danışma iledir..’ mealindeki âyettir. (Şûrâ Sûresi, 38) Ve asırlar boyunca, kimse de bunu reddetmemiştir.. Ancak, şûrâ’nın, istişarenin, meşveretin, danışmanın nasıl olacağının net bir uygulama örneğinden de asırlardır mahrum kalmışız ve bu konu, güç sahiblerinin insaf ve tasarrufuna kalmıştır.. Onlar da, yakın çevrelerindeki kimselerle görüşmeyi ‘şûrâ’ olarak gösterip, hele bir de ‘kapıkulu ulemâsı’ndan aldıkları fetvalarla kendilerini ‘vâcib’ur’riaye..’ (itaat edilmesi gerekli) iktidar sahibleri olarak gösterince..
Asırlar böyle geçti ve Müslüman toplumların pek büyük bir kısmı, hâlâ da bir ‘sürü’ gibi güdülüyor.. Ve çoğu müslüman toplumlar da, bu durumu bir ‘kaçınılmaz kader’ gibi görüyor.
Biz, ‘vesayet altında bir toplum’ manzarasını ne zamana kadar sürdüreceğiz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.