Ara fasıl - mecbûren...
Rus Türkologla yaptığım ilginç sohbetin devamını hâlâ merak edenler var mı aranızda, ya da daha doğru bir deyişle “Fasl-ı Sohbet, Varan Biiir...”i hatırlayanlar, doğrusu bilmiyorum/bilemem de ama ben, hakîkaten çok önemsediğim bu sohbetin devamını sizlerle paylaşmak kararlılığı içindeyim!
Ahh, bir de şu araya giren tuhaf hadiseler olmasa!
Sözgelimi, aslında -adı üstünde- bir “pazar” yani iş/alış-veriş günü olması gerekirken, yamultulmuş zaman/takvim anlayışımız yüzünden “tatil”(!) günü olarak geçirmeye ve hatta algılamaya nicedir alıştığımız Pazar günü, câhiliye medyasının ekâbir tâifesinden Sabah nâm gazetenin -eğlencelik ilâvesinde üstelik!- azîz ve muhterem kardeşim Hasan Karakaya beyefendi ile yapılmış bol resimli bir mülâkatla birden bire burun buruna gelivermek gibi!
“Yahu, biz Müslümanlar niye durup dururken ve de göz göre göre, bile bile ‘spekülasyon’ ve hatta istihzâ ve tahkîr konusu hâline getiririz kendimizi? Neden, câhiliye medyasının bize getirdiği röportaj tekliflerini, ne kadar câzib, iyi niyetli ve hatta makûl kılığa sokulmuş olurlarsa olsunlar, şöyle elimizin tersiyle -ama nezaketi asla elden bırakmadan!- itip geri çevirmeyiz? Onların maksadı; samîmîyet maskesi ardına gizlenmeye çalışılan sinsi suâllerle ‘deşifre’ dolayısıyla -bu bağlamda- bilvesîle ‘teşhîr’ ve de ‘tahkîr’ etmektir ve hiçbir zaman bundan başka olmamıştır/olmayacaktır aslında? ” ve ilâ âhir... diye düşünmeden/soramadan edemedim kendime.
Peki, ya ben, sütten çıkma ak kaşık mıyım bu konuda?
Hiç gelmedim mi câhiliye medyasının tufalarına, tam bir safdillik hatta bazan da “dâvâya bir de bu yoldan hizmet” hüsn-i zannı/gayretkeşliği içinde?
Ohooo! Bir saymaya kalksam, saymakla bitmez!
üstelik de her seferinde, câhiliye medyası eliyle o mel’ûn Tuhaf Gürûh’un ağzına sakız ettirmiş olmaktan kendimi, bin pişmân olduğum hâlde!
Neyse...
Şimdilik bu konuda kararlıyım ve alabildiğine müteyakkızım!
Bilvesîle geçmiş olsun dileklerimi arz ederim huzûrunuzda azîz ve muhterem Hasan Karakaya beyefendi kardeşime... İnşaallah hasar almadan atlatır bu bâdireyi, tıpkı diğerlerini de atlattığı gibi!
Gelelim şu bizim Rus Türkologla olan sohbetimizin devamına...
Bu arada, bir muhterem okuyucumdan ilginç bir eleştiri geldi o sohbetin ilk bölümüne:
“Tasavvuf konusundaki yorumunuz hiç hoş değildi. Bir daha bilmediğiniz veya önem vermediğiniz konular hakkında yorum yapmamanız okurlarınızı çok memnun eder. 2008 yılında inşallah şuurlu bir engin noyan görmemiz temennisiyle...” diye!
Besbelli bir tarîkât ya da cemaate girmenin âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm’a girmekten, (selîm akıllara durgunluk veren bir yığın teferrûat ve sonradan uydurulmuş/bir yerlerden devşirilmiş -kelimenin tam mânâsıyla- “ritüel”ler yüzünden!) kıyas kabûl etmeyecek kadar zor olduğunu, altını kalın kalın çizerek vurgulamamdan/hatırlatmamdan alınmış besbelli!
Hak Te’âlâ, celle şânuhu, rızâsı için elinizi vicdânınıza koyup -hayır, yüksek sesle beyân ve de itiraf etmenize hiç gerek yok!- kendi kendinize tam bir samîmîyet içinde cevap verin, haksız mıyım?
Bu konuda bilgi ve de tecrübe sahibi olmayanlara, bir tarîkât ya da cemaate girmek için bir kere bir başvuruda bulunmalarını tavsiye ederim! önlerine çıkartılacak olan ve elbette ki yazıya/kayda geçirilmemiş şerâitin(!) zorluğunu ve hele de karmaşıklığını öğrendiklerinde, ağızlarının hayretten bir karış açık kalacağından hiç kuşkum yok! Tabiî eğer o tarîkât ve cemaatin, tâbir câizse, “halkla ilişkiler uzmanları”(!) bu ve mezkûr yazımı okumamışlarsa ve de gözünü korkutup kapıdan/ellerinden kaçırdıkları/kaçırttıkları insanlara bakıp da gereken dersi dolayısıyla da tebdîri behemehâl almamışlarsa!
Okuyucumun “Bir daha bilmediğim veya önem vermediğim konular hakkında yorum yapmamam” yollu ikâzına gelince... Bilakis! Ben bu konuya, onu bir hayli iyi bildiğim ve de çok önemsediğim için parmak bastım. Korkarım ki yalnızca parmak basmakla kalmadım, parmağımı bir arı kovanına sokma cür’etini de göstermiş oldum aynı zamanda! Ama bunu yalnızca “daha şuurlu” ve de müteyakkız Mü’min/Mü’mine Müslümanlara bugün her zamankinden çok daha fazla ihtiyâcımız olduğuna inandığım için yaptım ve gerekirse yapmaya devam edeceğim!
Benim hiçbir tarîkât ve/veya cemaatle ilkesel ve de genel olarak hiçbir alıp veremediğim yoktur, kolay kolay olmaz da! Hiçbirine mensûb olmadım, olmak gibi bir düşüncem de yok! Ancak hepsine -ciddî ve kat’î bir “mesâfeli duruş”umu titizlikle muhafaza etmek kaydıyla tabiî!- samîmî hürmetim vardır. Kendilerini, zemininden tamamen sapmış bir “Fırka-i Nâciye” anlayışı/kavrayışı ve hatta iddiası yüzünden bir tür “kilise” hâline getirmedikleri, yani âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın azze ve celle, dîni İslâm hakkında yegâne yetkili, yegâne meşrû söz sahibi olarak görmedikleri ve göstermedikleri sürece tabiî!
Bilmem, anlatabildim mi?
Bu gidişle sohbetin devamı bir başka bahara kalacak besbelli...
Her zamankinden daha müteyakkız olalım ve kalalım ve hakîkî/sâf İslâm şuurunu bir an evvel kazanıp muhafaza etmeye çalışalım inşaallah!