Allah aşkına oku şu kitapları yahu!
Mahkeme Başbakan Erdoğan'a hakaret ettiği gerekçesiyle Cem Uzan'a rehber kontrolünde 'öfke kontrol programı'na tabi tutulup, 5 adet kişisel gelişim ve öfke kontrolü kitabı okumasına karar vermişti biliyorsunuz. Uzan okuduğu kitapların özetini de çıkaracaktı lakin kararı temyiz etmiş. Temyiz olumlu sonuçlanmazsa öfke kontrolü cezası devam edecek.
Sonuç ne olur bilemem ama bir liste de ben önereyim dedim.. Çünkü ben de fena halde öfkeli biriyim, kitap okuyarak rahatlıyorum, bir de çıplak ayaklarla çayırda çimende deli danalar gibi yürüyorum, elektriği alırmış diyorlar. Erbakan Hoca da 28 Şubat sürecinde kızgın taraftarlarına 'İlla birşey söylemek istiyorsanız gidin ormana çamlara bağırın' diye seslenmişti hatırlarsanız.
Ben Cem Uzan'a iki ayrı liste önerirdim. İlki James Joyce'dan “Ulysses”, Orhan Pamuk'tan “Benim Adım Kırmızı”, Georges Perec'ten “Yaşam Kullanma Kılavuzu”, Oğuz Atay'dan “Tutunamayanlar” ve Robert Musil'den “Niteliksiz Adam”..
Cem Uzan bu romanları okusun, bakın bir daha öyle pata küte konuşuyor mu?
Ama öğretici bir liste yapsaydım Cem Uzan'a şu kitapları salık verirdim.
KATİP BARTLEBY: Herman Melville'nin bir hikayesi. Jorge Luis Borges bu kitaptan “ Evrenin gündelik ironilerinden biri olan gerçek faydasızlığı gösteren üzücü ve gerçek bir kitap” diye söz eder.
BEŞ ÇEMBER: Japon samurayı Miyamoto Musashi'nin strateji öğrenmek isteyenler için kılavuz niteliğindeki kitabı.. Günümüzde bu kitabı en fazla işadamları okurmuş. Laf aramızda bu tür strateji, savaş sanatları, ne varsa yedim yuttum ama bana kazandırdığı hiçbir savaş olmadı, belki Uzan'ın işine yarar.
DÜŞÜNCELER: Eski Roma filozoflarından Publilius Syrus özdeyişleri.. İşte iki tanesi:
“Akıllı olan kişi bir başkasının kusurundan kendi kusurunu düzeltir”
“Kötü karakterler asla bir öğretmene ihtiyaç duymazlar”
YAŞAM BİLGELİĞİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER: Alman filozof Arthur Schopenhauer'in “bir kimsenin ne olduğu, neye sahip olduğu ve neyi temsil ettiği” gibi başlıklar altında yaptığı çözümlemelerdir.. Özellikle “burjuva onuru”yla ilgili saptamaları dikkat çekici..
NEHCÜ'L-BELAĞA: Hazreti Ali'nin muhteşem vaazları ve özdeyişlerinden bir derleme.. Hz. Ali'nin “Akıllının dili yüreğinin arkasındadır, ahmağın yüreği ise dilinin arkasındadır” yahut “Allah'ım senin zenginliğinin içinde fakir olmaktan sana sığınırım” gibi sözleri de kitapta yer alan vecizelerinden sadece ikisi. Gerisini siz düşünün..
Pazar buysa, yazar da bu..
Can Ataklı geçen bir yazısında Ahmet Hakan'dan “Hürriyet'te Ahmet Hakan adında bir yazarın yazısına rastladım” diye küçümseyici bir ifade kullanmıştı. Yakışıksız bir tabirdi. Sonra Ahmet Hakan da isim vermeden bir başka yazar aleyhinde ağır bir yazı kaleme almaz mı? Bu yazar her Allahın günü Özdemir İnce'ye, Ertuğrul Özkök'e, Deniz Baykal'a, Aydın Doğan'a çakıyordu. Bir defa da Hükümete çaksaydı ya! Ahmet Hakan ismini vermediği yazara “Fatihin fedasi kara Murat” yakıştırması yapıyordu. Kimdi bu kara Murat?
Bir yazar niye sadece hattın diğer ucundakinin anlayacağı şifreli bir dille konuşur anlamam sevgili okurlar. Okura saygı diye bir kural var. Eleştireceksen açıkça eleştir, aşağılamadan, hakaret etmeden.. Kim, kime taş atıyorsa söylesin, muhayyel bir kişi etrafında dönmesin laf.
Her neyse, kara Murat Star yazarı Ahmet Kekeç'miş meğer. Kekeç üşenmemiş, yazılarını saymış, toplamış çıkarmış, “kara Murat”ın kendisi olduğuna kanaat getirmiş, “madem sen benim ismimi telafuz etmedim, ben de seninkini arkadaş” türünden bir yazı kaleme almış. O da Ahmet Hakan'ı “yazamadıkları” hakkında suçladı. Misliyle mukabele savaşta kural misali.
Olay burada bitmiyor dostlar, Ahmet Hakan bir yazı daha yazdı, yine Ahmet Kekeç ismini kullanmadı, attı tuttu, “ben Nişantaşı'lıysam sen de Cihangirlisin birader” falan dedi. Tabii bir yazı da Kekeç'ten zuhur etti. İki yazar, isim vermeden birbirlerine ateş etseler de, olay “Hakan-Kekeç kavgası büyüdü” başlığıyla haber portallarında yer aldı bile. İki eski dostun köşelerinde sürdürdükleri bu amansız savaşı sokakta, cafede devam ettireceklerini kimse beklemesin. Ahmet Kekeç'ten bir “Haşmet Babaoğlu” çıkmaz, Ahmet Hakan da samuray değil. Sözüm meclisten dışarı, Anadolu'da aşıklar sazlarını alıp öyle atışırlar ki, seyirliktir yani. Atışma bittikten sonra aşıklar kol kola ayrılırlar sahneden. Halkımız seyirlik atışmaları sever, siyasette de, magazinde de, medyada da. Geçen Ahmet Hakan'ın patronu Aydın Doğan da “ideal gazete nasıl olmalı” sorusuna “ İdeal gazeteyi çıkarırsam Pazar kabul etmez kapatırız. İdeal gazete para kazanamaz” şeklinde cevap vermemiş miydi? Pazar buysa, yazar da bu, yersen.
Şu Amerikalılar da bir tuhaf…
Amerika'nın yakın tarihi işgaller tarihidir. ABD hala Afganistan ve Irak'ta işgalci konumunda, ama Barack Obama “Yunan-Amerikan Cemaati”ne bir mektup göndererek, “Kıbrıs sorununun müzakereler yoluyla çözümü, Kuzey Kıbrıs'taki Türk işgaline son verecektir” demiş. Peki neden öyle söylemiş? En iyisi renklere başvuralım, “Kırmızı” Cumhuriyetçileri, “Mavi” Demokratları simgeliyor çünkü. Eyaletler “Demokratlar” ve “Cumhuriyetçiler” arasında bölünmüştür. Hangi eyalette kimin kazanacağı aşağı yukarı bellidir. Çoğunluğu “Kırmızı eyaletler” ve “Mavi eyaletler” teşkil eder. Bir de “Mor eyaletler” vardır ki asıl yarış bu eyaletlerde geçer. Rumların, Ermenilerin ve Musevilerin büyük kısmı bu eyaletlerde yaşıyorlar. Sayıca çok değiller ama adayların göz ardı edemeyecekleri kadar kritik önemdeler. Obama'nın Türkiye'yi suçlayan cümleler kullanması tipik bir politikacı vaadi olarak yorumlanabilir bu yüzden. Türkiye, rakiplerine büyük fark atarak “BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği'ni kazandı. Kim gelirse gelsin, Türkiye'nin artan gücünü dikkate almak zorunda. Türkiye içerdeki sorunların üstesinden gelirse, hiçbir güç onu dışarıdan silkeleyemez.