İslâm’ın Avrupa’daki Kalesi Bosna-Hersek
Balkanlarda Müslümanların birinci dinî kitle olduğu dolayısıyla İslâm ülkelerinden sayılan ülkeler Bosna – Hersek, Arnavutluk ve yeni bağımsız olan Kosova’dır.
Bosna – Hersek’te normalde Müslümanlar çoğunluğu oluşturuyordu. Fakat savaş esnasında gerçekleştirilen göçe zorlamalar ve katliamlar sebebiyle oranları yüzde ellinin altına düştü. Göçe zorlananların bir kısmı savaş sonrasında yurtlarına döndüyse de yine resmî istatistiklere göre oran yüzde ellinin altında (yaklaşık % 45 civarında) görünüyor. Böyle olmakla birlikte nüfusça en kalabalık dinî unsur yine Müslümanlardır. İkinci sırada gelen Ortodoks Sırpların oranı % 31’dir. Fakat Ortodoks ve Katoliklerin toplamını Hıristiyan nüfus olarak birlikte ele aldığımız zaman Hıristiyanların oranlarının daha fazla olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Batı toplumlarında özellikle Balkanlarda bu unsurların her birinin ayrı dinî kategoride ele alındığını da nazarı dikkate almalıyız. Ayrıca biraz önce ifade ettiğimiz gibi bu fazlalığın sebebinin savaş esnasındaki tehcir ve katliamlar olduğu gerçeği de acı bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Savaş öncesinde gerçekleşen göçleri buna dâhil etmesek bile.
Bosna – Hersek’te zikrettiğimiz sebeplerden dolayı her ne kadar Müslümanların oranı yüzde ellinin altına düşmüş olsa da yine bu ülkeye bir Müslüman havası hâkimdir. Çünkü zengin bir İslâmî mirası bağrında barındırmaktadır. Aynı zamanda ülkedeki Müslümanlar bugün İslâmî kimliklerini dünkünden çok daha fazla önemsiyorlar. Bu itibarla Bosna – Hersek Avrupa’nın göbeğinde bir İslâm ülkesi konumundadır.
Önceden Yugoslavya yönetimi Bosna – Hersek’ten İslâm’ın izlerini silmek için dinsizleştirme politikası uygulamaya çalıştı. Ama bunda başarılı olamadı. Batı bu amacın gerçekleşmesi için savaştan yararlanmaya çalıştı. İslâmî kimliklerinden dolayı saldırı, soykırım ve tehcir uygulamalarının hedefi olduklarını gören Bosnalı Müslümanlar bu kimliklerini daha fazla önemsemeye başladılar. Bunda bir düşünce adamı ve dava önderi olan Aliya İzzetbegoviç’in yönlendirmelerinin de önemli katkılarının olduğunu dikkatten uzak tutmamak gerekir.
Balkan Sempozyumu’nda konuşma yapan Bosna – Hersek Başmüftüsü Mustafa Çeriç İslâm’ın Bosna’ya dolayısıyla Balkanlara Osmanlı’dan önce girdiğini hatırlattı. Bu bilgiyi önemsemek gerekir ve ben daha önce Saraybosna ziyaretim esnasında görüştüğüm daha başka kişilerden de bunu teyit eden bilgiler almıştım.
Birçokları, İslâm’ın Avrupa’ya doğru Osmanlılar vasıtasıyla ve savaşla, askerlerin yolları açmasıyla yayıldığına inanır. Bugün bu iddia Balkanlarda özellikle de Arnavutların kalabalık olduğu bölgelerde çok yoğun bir şekilde işlenmekte ve misyonerlik faaliyetlerinin önünü açan bir malzeme olarak değerlendirilmektedir. Oysa bu iddia doğru değildir. Hem İslâm’ın Balkanlara yayılmaya başlaması Osmanlı hâkimiyetinden önceye dayanır, hem de Osmanlı döneminde kimse zorla, asker gücünün kullanılması suretiyle veya gayrimüslimlerden vergi alınması sebebiyle Müslüman olmamıştır.
Başmüftü Mustafa Çeriç’in vurguladığı önemli bur husus da şuydu: “Biz bu topraklarda ne azınlığız ne de göçmeniz. Bu toprakların sahibiyiz ve biz Müslümanız.” Balkan toplumlarında Müslümanların dışlanması için sinsi faaliyet yürütenlerin işlediği hususlardan biri de “zorla Müslüman edilenlerin (!)” dışında kalanların da aslında bölgenin yerlisi olmadığı, göçmen oldukları iddiasıdır. Balkan tarihini saptıranlar bu konudaki gerçekleri de saptırmaktadırlar. O sebeple sempozyumda birçok konuşmacının dile getirdiği gibi Balkanların resmî tarihi gerçekleri konuşmadığından, yeniden gözden geçirilmesi ve doğru tarihinin yazılması gerekmektedir.
Mustafa Çeriç, Bosna – Hersek Müslümanlarının bazıları tarafından kandırıldıklarını bu yüzden kendilerinde bir güvensizlik oluştuğunu hatırlattıktan sonra; “ama Türkiye’ye güvenimiz tam” ifadesini kullandı. İşte bu güvenin hakkını vermek gerekir. Bu güvenin hakkını vermek için de aradaki en önemli kardeşlik bağını iyi değerlendirmeye ihtiyaç var. Bu bağın ne olduğu bilgisini yine bizzat Başmüftü Çeriç’ten aktaralım: “İlişkiler ulusal kimliğe göre değil dinî temelli olmalı. Ulusal kimliğimizi bilmeliyiz ama bağlarımız dinî temelli olmalı.”
Başmüftünün verdiği bilgilerden Bosna – Hersek’te dün katliam ve tehcir uygulamalarına başvuranların bugün hâlâ Müslümanlar açısından bir güven oluşturmadıkları; Müslümanlar mağdur edilen, haksızlığa uğratılan taraf olmalarına rağmen birlikte yaşamayı kabul ettikleri halde diğerlerinin bunu kabul etmek istemedikleri anlaşılıyordu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.