Yine Kürt sorunu
Kürt meselesiyle ilgili olarak bir süre askeri bakış açısıyla konuşan Başbakan şimdi de demokratikleşme ihtiyacını andırır açıklamalar yapıyor.
Son Diyarbakır gezisinde de ‘teröre inat yatırım ve reformlardan taviz vermeyeceğiz’ dedi. Bu, hükümetin bu meselenin çözümü konusunda hala kafa karışıklığı içinde olduğunu gösteriyor. Kafa karışıklığı hem çözüm konusunda vazıh bir fikre sahip olunmadığı, hem de belli bir yönde kararlı davranma iradesinin yokluğu anlamına geliyor.
Bana öyle geliyor ki, AKP hala çözümü Kürt nüfusun ağırlıklı olduğu bölgenin ‘AKP’lileştirilmesi’nde görüyor. Yatırım üzerindeki vurgudan da, bu ‘çözüm’ün bölgenin iktisaden kalkındırılmasına ve yoksulluğun azaltılmasına öncelik ve ağırlık verilerek sağlanabileceğinin düşünüldüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca, Başbakanın Diyarbakır belediyesini yerel hizmetlerin yetersizliği açısından eleştirmesi de bu stratejinin önemli bir ayağını bölgede mahalli idare seçimlerinin kazanılması, bir anlamda DTP’nin yerel düzeyde devre dışı bırakılması olacağını işaret etmektedir.
Ne var ki, AKP açısından başarılı olsa bile, bu stratejinin ona sağlayacağı avantaj ölçüsünde Kürt meselesinin çözümüne katkı yapacağı şüphelidir. Çünkü, bu yaklaşımın arkasında yatan teşhis yanlıştır. Bu teşhis, meseleyi ‘Kürt meselesi’ olarak değil de bölgesel bir geri kalmışlık veya ihmal edilmişlik meselesi olarak görmektedir. Zannedilmektedir ki, bölgeyi iktisadi ve sosyal olarak kalkındırır ve bölgeye refah getirir, bir de ‘din kardeşliği’ fikrini bir şekilde işlersek, bu sorun çözülür.
Ne var ki, bu sorunun asıl kaynağı yoksulluk ve geri kalmışlık değildir. Bu yönde atılacak adımlar elbette meselenin çözümüne katkı yapabilir, ama kesinlikle nihai çözümü sağlamaz. Dünyanın başka yerlerindeki tecrübeler de gösteriyor ki, kimlik bilinci ve ona bağlı kültürel ve siyasal talepler refahın artmasıyla ortadan kalkmaz, aksine artan refah düzeyi bu tür taleplerin daha yüksek sesle dile getirilmesine bile yol açabilir.
Öte yandan, dinin kısmen bütünleştirici bir etkisi olabilirse de, bu, resmi milliyetçiliğin şimdiye kadar toplumsal bütünlüğe vermiş olduğu zararları tamamen gideremez. Ayrıca, modernliğin şartları içinde din ortaklığı bilinci toplumda farklı siyasi ve ideolojik ayrımların ortaya çıkmasını önleyemez. Kaldı ki, din temelli bir politika olsa olsa sadece muhafazakar-dindar bir partinin iktidarda olduğu dönemlerde kısmen etkili olabilir. Demokratik siyasetin çoğulculuğu böyle bir bütünleştirme politikasının kalıcı olmasına elverişli değildir.
Buna karşılık, günümüz şartlarında eski işlevselliğin yitirmiş olsa bile, dini bir bütünleştirici unsur olarak devreye sokmak isteyen iradenin zımnen bu meselede asıl sorunun milliyetçilikten kaynaklandığının farkında olduğunu varsayabiliriz. Bu açıdan bakıldığında, muhafazakar AKP’nin en azından sorunun kaynağının tespitinde devlet elitlerinden daha ileri bir noktada olduğu söylenebilir. Öyleyse çözümün de bu tespite uygun olması gerekir.
Böyle bir çözümün başlıca iki ayağı vardır. Birincisi. Devletin resmi bir doktrin olarak milliyetçiliği terk etmesidir. Anayasadan başlayarak baştanbaşa pozitif hukuka ve resmi söyleme hakim olan ‘Türklük’ üzerindeki vurgudan ve ‘Türk devleti’ tanımlamasından vazgeçilmesi gerekmektedir. Öyle ki, ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir etnik iddiası bulunmayan bir yurttaşlar cumhuriyeti olduğuna Kürtler de inanabilsinler. İkinci ayak ise, kollektif bir kimlik olarak Kürtlüğü hukuken tanınmasa bile, Kürt kimliğiyle ilgili kültürel talepleri karşılayacak yeni adımlar atılmasıdır. Bu temel politika değişikliği gerçekleşmeden, makul de olsalar, diğer tedbirler fazla işe yaramayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.