Anayasa Mahkemesi, gerekçesinin altında kaldı
Bir haksızlık vicdanları kanatırcasına, alenen ve gür sesle, bir de hukuk adına icra ediliyorsa o coğrafyada kimse emniyet altında değildir. Bir gün gelir, hukuk kılıfı giydirilmiş hukuksuzluk bumerang olur, keyfîliği esas alan “lâyüs’elleri” de vurur.
Anayasa Mahkemesi, gerek başörtüsü ve gerekse AK Parti’nin “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olma sebebiyle cezalandırılmasıyla ilgili açıkladığı gerekçeli kararlarında hem laikliği ihlal ettiğini, hem Anayasa’yı deldiğini ve hem de toplumun kahir ekseriyetini yok sayarak bir sınıfın çıkarlarını korumada taraf olduğunu bütün dünyaya ifşa etmiştir.
Laikliği ihlal etmiştir, çünkü laiklik; devletin, farklı din ve ideolojiler karşısında eşit mesafede durmasıdır. Taraf tutmayı değil, tarafsızlığı esas almasıdır. Mahkemenin 9 üyesi, vatandaşlara eşit haklar sağlayan anayasal düzenlemeleri iptal ederken gerekçelerini somut kanıtlara değil, vehimlere dayandırmış, fosilleşmiş pozitivist yaklaşımlarla başörtülülerin en tabiî hakkı olan eğitim hakkını gasbetmiştir.
9 üye, başörtülülerin hakkını vermemek için Anayasa’yı zorlama yorumlarla delmiş, TBMM’nin büyük çoğunlukla aldığı kararı anayasal yetkilerini aşarak şeklen değil esastan inceleme keyfîliğine imza atmış ve kendisini TBMM’nin üstünde bir konuma emrivâkiyle yerleştirmiştir. Her kesimden hukukçunun da söylediği gibi bu kararla Meclis kanun koyma görevini ifa edemez duruma düşürülmüştür. Meclis’in çıkaracağı hiçbir kanunun iptal edilmeme garantisi yoktur artık.
Şu trajikomediye bakın, özgürlükleri kısıtlayan darbe anayasası bile yasakçılara geniş gelmiş olacak ki, onu bile fiilen ve indî yorumlarla daraltma yoluna gitmişlerdir.
Ortaya konan gerekçeler, Anayasa’ya dercedilmiş “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” kurucu paradigmasına rağmen toplumun kahir ekseriyetine “Siz yoksunuz!” diyebilmiştir. Başörtülü hanımlar toplumun üçte ikisinden fazlasını oluşturuyor. En az başörtüsü giymeyen hanımlar kadar bu ülkenin sahibidirler. Bu çoğunluğun hakları, “başı açık hanımların hakkını korumak adına” gasbediliyor, ama yasakçı zihniyet toplumun kendi içinde bu meseleyi medenice çözdüğünü bile görmüyor. Ya da görmek işine gelmiyor.
Toplumun neredeyse her katmanında; aynı ailede, aynı mahallede ve aynı işyerinde başı kapalı ve başı açıklar el ele ve barış içinde yaşamakta, dost olmaktalar, aynı sevinci ve aynı üzüntüyü paylaşmaktalar. Onlar kader birliği etmişler. Başörtülülere karşı sesi gür çıkan ideolojik angajmanlı ve imtiyazlarını kaybetme korkulu bir kesimin varlığını inkâr ediyor değiliz elbet. Ama bu kesim toplumda şazdır.
Marjinallerin sesinin gür çıkması onların sayısının çok olduğu anlamına gelmez. Marjinallerin sesi her zaman ve her yerde sürekli gür çıkar. Nedeni de basittir. 500 kişilik bir orkestrada, bir müzisyen, koronun icraatinin âhengini bozarsa, herkesin dikkatleri o cırtlak sese yönelir. Şazın icrası hem itici hem de dikkat çekici olur, zira âhengi bozmaktadır, âhenk ise esastır.
Gayrimâkul birçok gerekçe arasında, yasakçı zihniyet, ülkede azınlığı teşkil eden bir kesimin çıkarlarını korumak bahanesine sığınmış! “Azınlığın haklarını çoğunluk karşısında korumak ve bu hakları anayasal güvence altına almak” demokrasinin bir gereğidir, buna kimsenin itirazı yok. Ya çoğunluğun hakları ne olacak? Azınlık insan da çoğunluk insan değil mi? Bu ne çarpık bir zihniyettir!
Hâlbuki uluslararası kadîm ve çağdaş hukuksal uygulama bunun tam tersidir. Aslolan çoğunlukla azınlığın maslahatlarını beraberce tedarik etmek ve bunu sağlayabilmek için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamaktır. Ancak bunun mümkün olmadığı istisnaî hâller vuku bulduğunda ise çoğunluğun maslahatı azınlığın maslahatına takdim edilir.
Meselâ, gezip tozma, seyahat hakkı her vatandaşın temel hakları arasındadır, devlet bu hakkı sağlamakla görevlidir. Ancak, toplumda bir kişi ya da bir grup insan bulaşıcı hastalığa dûçar olmuşsa, toplumun sıhhatini korumak için virüs taşıyıcı hastaların özgürce seyahat etme hakkı kısıtlanabilir, kimsenin de buna itiraz hakkı olmaz.
Virüs taşıyıcısı insanların haklarını korumak adına koca toplumun seyahat hakkı elinden alınamaz. Yoksa hayat durur, kaos başlar. Günümüz dünyasında da hüküm bu değil midir?
Bundan dolayı diyoruz ki; azınlığın hakkını korumak için çoğunluğun hakkını gasbetmek medenî vahşettir. Kaldı ki, akıl tutulması yaşamayan hiç kimse, ülkede, başörtülülerle başı örtüsüzlerin birbirlerinin okuma haklarını kısıtlamadan bir arada bulunamayacaklarını iddia edemez!
Anayasa Mahkemesi maalesef gerekçeli kararlarıyla toplumun çok gerisine düşmüştür. Darbelerden çok çektik, anlaşılan şimdi sıra yargı darbelerinde. Bunun önüne geçmenin yolu, Anayasa’yı ivedilikle değiştirmekten geçer. Bu yaşananlardan sonra başka söze gerek var mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.