Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

'Kontrol edilebilir' ve 'edilemez risk'lerin muhasebesi zarûreti..

'Kontrol edilebilir' ve 'edilemez risk'lerin muhasebesi zarûreti..

Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır’daki patlamanın hemen arkasından Diyarbakır’a gitme kararı alması, önemliydi.. Pakistan’da Binezîr Butto’nun katledilmesiyle sonuçlanan suikasdin Türkiye’de tekrarlanamıyacağı diye bir şey yok.. (Pakistan’da Gen. Perwiz Muşerref’in ‘Butto Suikasdi’ konusunda yaptığı açıklamada, ‘kendisini saldırıya açık tuttuğu için, öldürülmesinin sorumlusunun bizzat Butto olduğunu’ söyleyebilmiştir ki, bu, insana ‘pess..’ dedirttirecek cinstendir. Hani, Ortaçağ Avrupası’nda görülen şekliyle, neredeyse cenazeyi bile yargılamaya kalkışacak.. Ama, benzer durum, yarınlarda kendisi için de tekrarlanacak olsa, asıl sorumlu ve suçlu olarak kendisini mi gösterecektir, Muşerref?)
Başbakan’ın gezisi, sindirilmek istenen kitlelere güven aşılamak açısından önemlidir.
Elbette ki, siyasetçileri oylarıyla sahneye süren kitlelerin de sorumluluğu vardır. Ama, o kitleler siyasetçiyi yapayalnız bıraksa bile, doğru olduğuna inandıkları yolda tek başına da kalsalar, sonuna kadar yürümekten asla geri durmamaları ve iktidar koltuğundan önce, dârağacını, öldürülmeyi göze almaları gerekir. Elbette, alınması gereken bütün aklî ve şer’î tedbirleri aldıktan sonra, gerisini -hayırlı olanı nasib etmesi niyazıyla- Allah’a havale etmek mânasındaki ‘tevekkül’ de bu yolculuğun icabâtındır..
Başbakan’dan iki gün sonra Baykal’ın da Diyarbakır’a gitmek kararı alabilmesi ilginçtir. Ama, daha ilginç olanı, Baykal’ın orada yaptığı konuşmalarda, geçmişte karşı çıktığı ve Tayyîb Erdoğan’ı köşeye sıkıştırmaya çalıştığı alanlarda, Erdoğan’ın sözlerine paralel görüşler dile getirmesidir. Hele, ‘Türkiye’de haksızlığa uğramamış kesim yoktur..’ gibi sözleri, daha da bir ilginçtir. Baykal’ın tutarsızlığı, bütün halk kesimlerinin şu veya bu şekilde haksızlıklara, zulümlere uğratılmasına vesile olan bir rejimin siyaset planındaki baş savunucusunun da kendisi olmasından kaynaklanmaktadır..
Bu arada, Güneydoğu’da daha sert askerî tedbirler isteyenlerin oyununa gelinmemesi de umulur.. çünkü, askerin mantığı son derece farklı çalışır..
Ve devlet güçlerince öldürülen yüzlerce insan da, T.C.’nin vatandaşları olan insanlardır ve onların da akraba’y-ı taallukâtı vardır ve hele de bu bölgenin örfünde, cenazelerin kimliğine bakılmaksızın, ailelerin acıları paylaşılır; paylaşılmaması husûmet mânasına gelir..
Bu bakımdan, Erdoğan’ın sadece askerî tedbirlere itibar etmeyip, terörü önlemenin sosyal, ekonomik, kültürel, diplomatik ve sosyolojik boyutlarının olduğunu belirtmesi doğrudur ve bu unsurların herbiri ayrı ayrı olabileceği gibi, hep birlikte de düşünülebilir..
Ancaaak, bu gezi sırasında, Diyarbakır halkının Tayyîb Erdoğan’a, seçimlerde verdiği destek çapında ilgi gösterdiği söylenemez. 1,5 milyonluk bir şehirde, Başbakan’ı, birkaç bin kişinin karşılaması halkın Erdoğan’dan uzaklaştığı mânasında mıdır; yoksa, patlama veya PKK tehdidleriyle sindirildiğinin de işareti mi sayılmalıdır? Herhalde, bu ikincisi..
Nitekim, -dikkate değer kalemlerden- Fatma Gülbahar Mağat’ın, ‘Yaşananlardan sonra, durumu sormak için aradım bir dostu.. Diyarbekir üzgün, Diyarbekir küskün, Diyarbekir suskun diyordu. Haliyle korkmuş ve ürkmüştü halk... İnsanlar birbirleriyle konuşmaya, birbirlerine güvenmeye korkar oldu yine diyordu!’ şeklindeki tesbiti ilginçtir..
Bu arada, çatışma ortamının yaygınlaşmasına zemin hazırlayabilecek hadiselerden birisi de, İstanbul ve diğer şehirlerdeki ‘kundaklama’lardır ki, bunlar Kandil bombardımanının geri tepmesi olarak görülebilir.. Ve bu durum yaygınlık kazanırsa, o zaman, halk kitlelerinin birbirlerinin üzerine etnik farklılığa dayalı dışlama usûlüyle saldırtılması işten bile değildir. (Bu sütunda birkaç kez işaret olunan hususu tekrar hatırlayalım ki, özellikle yeni bir kamuoyu oluşturma aracına dönüşen internetlerde, etnik kökenlere yönelik ağır hakaretlerin kimler tarafından yapıldığını belirlemek o kadar zor olmadığı gibi; bu internet sitelerinin yayıncılarının sorumluluğu da mutlaka hatırlatılmalıdır..)
Bu arada Başbakan’ın Diyarbekr’de şehrin ve bölgenin mes’elelerini konuşurken, Baro Başkanı’nın, ‘anadilde eğitim’ yapılması şeklindeki görüşlerine, ‘Yarın lazlar, çerkezler vs. de isterse, n’olacak?’ demesine de değinmek gerekiyor.. Erdoğan’ın bu çıkışı, klasik resmî görüş ve korkuların tekrarıdır.. Halbuki, aynı Erdoğan Almanya’ya gittiği zaman, Angela Merkel’e, ‘çocuklarımızın uyumu için almancayı iyi bilmeleri gerekir. İyi almanca için de, önce ana dillerini iyi öğrenmeleri gerekir.. Onun için de türkçe eğitimi verilmelidir..’ demektedir. Aynı durum, türkçeyi 6-7 yaşından sonra öğrenen kürd çocukları için de geçerli değil midir? Bölgenin çocukları üniversite seçme sınavlarında hep geri kalıyorlarsa, bunun aslî sebeblerinden birisi de, konuları ana dillerine göre kavrıyamamaları değil midir?
O halde, Sunnetullah’ın gereği olan kavimler ve dil farklılıklarına resmî ideoloji gereği karşı durmanın yanlışlığı anlaşılıp hemen terk edilmeli ve isteyen herkese, ana dilinde öğretim imkanı da sağlanmalıdır.. Bu, devlet için de, bir güç kaynağı oluşturur. Yoksa, toplum kesimleri birbirlerini tiplerine bakarak dışlayacak veya sindirmeye kalkışacak olursa, o boğuşmanın nerede duracağını kestirmek hemen hemen imkansız haâle dönüşebilir.
Başbakan Erdoğan’ın dediği gibi, PKK terörü bugün ‘ulusal bir mes’ele olmaktan çıkmış, uluslararası bir mes’ele haline gelmiştir.’ Buna karşı en etkili savunma formülü de, kendi insanlarının kalbini olabildiğince çok kazanmaktır. Ama, bugün, içerdeki sancıların, acıların aslî etkeni, milletin beynini ve kalbini zehirleyen laik/ nasyonalist siyasetlerdir. İslâm’ın bin yıldır kardeşçe yaşattığı halkımızı birbirlerine düşman hale getirmek açısından, laik rejim 80 yıllık uygulamasıyla başarılı olmuştur, ama, bu, utanç verici bir başarıdır..
Askerlikte, planlar yapılırken, ‘kontrol edilebilir riskler’ yanında, ‘kontrol edilemez riskler’in neler olabileceği de hesablanır.. Ama, T.C:’deki laik/kemalistlerin bu noktadaki körlüğü, daha bir fazladır.. Onun için bu hesabları yapamıyorlar.. Ve işbu ‘kemalist/laik/ nasyonalist’ kesimler ve siyasetler, bugün gelinen noktada, başsorumlulardır.
Burada, elbette, ‘İslâm da kardeşliği’ etkili olsaydı, ‘Osmanlı çökmezdi..’ denilebilir.. Evet, bu tez de ilk planda mantıkî gibi gözükebilir ama, unutulmaması gerekir ki, o konuda iç etkenler kadar dış etkenler, uzuuun savaşlar da önemliydi.. Ve çöküşte de, yine çok yönlü kavmiyetçi cereyanlar da dış etkenlerle birlikte hareket etmişti.. Şimdiki vak’ada ise, aslî etken, T.C. rejiminin, kuruluşundan beri takib ettiği ve milletin inançlarına, dünya görüşüne, kardeşliğine dinamit koyan siyasetlerdir..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi